Tahran’ın göbeğinde prestijli bir devlet konuğunun öldürülmesi, İran rejimine, özellikle Irak’ta Baas rejiminin devrilmesinden bu yana sürekli tırmanan yayılma devrinin sona erdiğini kabullendirme amaçlı bir eylem olabilir. Bu durumda, yakın gelecekte bir bölgesel savaşa hatta dünya savaşına doğru bir tırmanış yerine İran nüfuzunun kademeli geri çekilmesine şahit olabiliriz
İsrail, Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi eylemini resmen üstlenmiyor. Ama bütün göstergeler, Tahran suikastının bir Mossad operasyonu olması dışındaki ihtimalleri eler nitelikte. Suikastın ertesi günü İsrail makamları, 13 Temmuz’da Gazze’de yaptıkları bir hava saldırısında ölenler arasında Hamas komutanı Muhammed Deyif’in de bulunduğunu teyit etti. Böylelikle Hamas’ın hem siyasi hem de askeri liderliği ortadan kaldırılmış oluyor. Netanyahu, 7 Ekim saldırısının ardından Hamas liderlerinin isimlerini tek tek saymış ve bunları idam mahkumlarının infaz alanına yürüyüşünü ifade eden “dead men walking” terimiyle tanımlamıştı. Şimdi o listeden hayatta kalan iki kişi bulunuyor: Gazze’de yeraltından direnişi sürdürmeye çalışan Yahya Sinvar ve Katar’da ikamet eden Halid Meşal. Ama suikastların hedefi Hamas liderliğiyle sınırlı değil. Kudüs eyleminden saatlerle sayılan kısa bir süre önce Beyrut’ta Hizbullah’ın genel kurmay başkanı ve Nasrullah’tan sonra iki numarası olarak bilinen Fuad Şükür bir İsrail hava saldırısıyla öldürüldü. Daha önce de gerek Hizbullah gerekse de İran Kudüs gücü komutanları, İsrail’in Lübnan topraklarında ve Suriye’nin başkenti Şam’da gerçekleştirdiği saldırılarda ardı ardına öldürülmüştü.
İsrail devletinin seri suikastlarındaki tırmanış, Gazze’de sürdürdüğü kitle katliamına eşlik ediyor. Öte yandan ABD, Mısır ve Katar gibi aktörlerin arabuluculuğuyla bir ateşkes sağlama yönünde sürmekte olan çabalar, her suikast haberiyle birlikte daha çok baltalanıyor. 7 Ekim’den itibaren bu diplomatik hareketliliğin içinde olma isteğini defalarca ifade eden Türkiye dışişleri, barış girişimi süreçlerinden sürekli dışlanıyor. Siyasi ve ticari şeffaflığını bütünüyle kaybetmiş olan Erdoğan yönetiminin Hamas hamiliği iddiaları ve İsrail’e meydan okuyan çıkışlarıysa gerek savaşan taraflar gerek Ortadoğu devletleri gerekse de uluslararası kurumlar nezdinde inandırıcı değil. Erdoğan’ın İsrail’e ve Netanyahu’ya sürekli artan dozda etmekte olduğu hakaretler gayrı samimi bulunuyor; ambargo ilanına rağmen İsrail’e yakıt ve mamul madde ihracatının üçüncü ülkeler üzerinden aynı hacimde devam ettiği yolundaki iddiaları perdeleme operasyonu olarak değerlendiriliyor.
Bu genel şiddet manzarası içinde İsrail’in yürütmekte olduğu strateji, savaşı Gazze ölçeğine hapsetmeyi reddederek Lübnan ve Suriye doğrultusunda yayarak, ‘gerçek düşman’ İran’la karşı karşıya gelme hedefine yönelik olarak okunma eğiliminde. Böylelikle ufukta, Ortadoğu devletlerinin, toplumlarının ve paramiliter güçlerinin bütününü kapsayan bir bölgesel savaş beliriyor. Nitekim, Netanyahu’nun Amerikan Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşma incelendiğinde, her şeyin sorumlusu dolayısıyla da nihai hedef olarak İran adının vurgulandığı görülecektir. ABD yönetimi, Gazze katliamının başlangıcından itibaren böyle bir sıçramayı engelleme yolunda İsrail’e açık uyarılarda bulunuyor. Öte yandan Rusya’nın ve kısmen Çin’in de bölgede askeri, ekonomik ve politik nüfuz ve çıkar sahibi oldukları ve Karadeniz’in kuzeyinde sürmekte olan Ukrayna savaşının NATO’yla Rusya arasında fiili bir askeri çatışma niteliği kazanmakta olduğu verileri de bu denkleme eklendiğinde yeni bir dünya savaşı uyarılarının gerçekliği belirgin hale gelecektir.
Ama ABD ve İsrail’in yüzeydeki bu gidişatın derininde görünenden oldukça farklı bir ortak strateji izlemekte olmaları da muhtemeldir. Bu durumda hikayeyi İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin bir kaza sonucu ölümünden başlatmak doğru olur çünkü bu ölüm, İran mollalarının kontrollü bir reform sürecini başlattığı anı sembolize ediyor olabilir. Yeni başkan Mesud Pezeşkiyan’ın yemin töreni konteksti içinde ve Tahran’da gerçekleşen Haniye suikastı, bu gidişatın ikinci kilometre taşı olarak okunacak olursa şöyle bir rota ortaya çıkacaktır: İsmail Haniye, ‘Şii Hilali’ olarak bilinen İran’ın Ortadoğu coğrafyasındaki askeri/politik nüfuz zincirinin Şii olmayan tek halkası olan Hamas’ın lideriydi. 7 Ekim saldırısı ve sonrasında açıkça telaffuz edilen ‘direniş ekseni’, Selefi bir akım ve hareket olan İhvan’la (Müslüman Kardeşler) İran önderliğindeki Şii yapılar arasında geniş bir ittifakın göstergesiydi. Bu, yalnızca İsrail’in sorunu değil, yüz yıldan uzun süredir İhvan’la mücadele etmekte olan bölge rejimleri açısından da tehlikeli bir koalisyondur.
Tahran’ın göbeğinde prestijli bir devlet konuğunun öldürülmesi, İran rejimine, özellikle Irak’ta Baas rejiminin devrilmesinden bu yana sürekli tırmanan yayılma devrinin sona erdiğini kabullendirme amaçlı bir eylem olabilir. Bu durumda, yakın gelecekte bir bölgesel savaşa hatta dünya savaşına doğru bir tırmanış yerine İran nüfuzunun kademeli geri çekilmesine şahit olabiliriz. İsrail’in bu süreci Gazze ve Batı Şeria’yı resmen ilhak ederek tamamlamak isteyeceğine kuşku yoktur. Ama Arap yarımadası, Kuzey Afrika ve Mezopotamya coğrafyasının bütün devletleriyle, etnisiteleriyle ve inanç gruplarıyla tek tek savaşmaya istekli olduğunu varsaymak rasyonel bir akıl yürütme olmayacaktır. Buna karşılık İran da Hizbullah, Haşdi Şabi ve kısmen de Ensarullah (Husiler) gibi vekalet güçleriyle ilişkilerini kademeli olarak gevşetmeye yönelebilir. Reformcu bir başkan tercihinin, kontrollü bir iç reform sürecine paralel olarak ambargo ve yaptırımların kaldırılması umudunu yansıtıyor olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Reisi-sonrası İran böyle bir yeni rotaya giriyorsa Haniye-sonrası Hamas da Şii-İhvan koalisyonunu sona erdirerek ılımlı Selefi özüne geri dönecektir. Halid Meşal’in 2017’de görevden alınması, Hamas’ın İran dümen suyuna girişiyle ilgiliydi. İran’ın müttefiki Suriye Baas rejimine karşı İhvan’ın başını çektiği ayaklanmayı desteklemesi, Meşal önderliğinin sonunu getiren asıl neden olmuştu. Yakın bir tarihte Meşal’in yeniden Hamas lideri ilan edilmesine tanıklık edebiliriz. Mesele İran ve Hamas’la sınırlı kalmayacaktır. Eşiğinde olduğumuz sürecin, İran etkisinin tasfiyesi ve İhvan önderliğinde terbiye edilmiş Selefiliğe yol verilmesi eşliğinde Orta Doğu coğrafyasını ve halklarını yeniden dizayn anlamı taşıması güçlü bir ihtimaldir.
İran’ın bölgesel askeri/politik ricat ihtimali kapsamında Türkiye’nin siyasal İslamcı devleti için de yeniden Hamas hamiliği ve İhvan enternasyonali liderliği fırsatı doğmuş olacaktır. O halde, Erdoğan’ın Haniye suikastından birkaç gün önce “İsrail’e de gireriz” sözlerini sarf etmiş olması, dil sürçmesi ya da gaf olmak şöyle dursun, o sırada gelmekte olan ve bazı istihbarat servisleri dışında kimsenin beklemediği ani suikastlar fırtınasından haberdar olmanın göstergesi bile olabilir.