Halkların birleşik ve özgür geleceğini varlık gerekçesi sayan tüm demokrasi güçleri gelişen tehdide karşı bu iki potansiyele bakmalı ve pozisyon almalıdır. Gezi ve Kobanê ruhu bu sefer eş zamanlı biçimde uç verebilir
Deniz Altun
-Mersinde Kürtçe müzik ve slogan eşliğinde halay çeken gençlerin gözaltına alınarak tutuklanması ile başlayan halay tutuklamaları Kürdistan ve Türkiye geneline yayılarak düğün baskınlarına dönüştü.
-Kürdistan’daki belediyelerin trafik düzenlemeleri kapsamında hayata geçirdiği Kürtçe uyarı yazıları polis nezaretinde ve valilik onayıyla silinerek ırkçı yazılamalar yapılmaya başlandı.
-Yapılan kamuoyu araştırmalarında halkın yüzde 85’inin karşı çıktığı belirtilen ‘hayvan Katliamı yasası’ yapılan tüm itirazlara rağmen AKP-MHP vekillerinin oylarıyla meclisten geçti.
-Enflasyon ve alım gücünün düşmesi nedeniyle genel bir toplumsal eğilim haline gelen ücretlerin güncellenmesi talebi görmezden gelindi.
-Belediyelerin SGK borçlarının kaynaktan kesileceği açıklanarak ‘mali kayyım’ uygulaması ile kamu hizmetlerinin askıya alınmasının yolu açıldı.
Hakkâri (Colemêrg)’e atanan kayyımdan bahsetmiyorum bile… Son günlerde öne çıkan bu başlıklar arka arkaya dizilince size de garip gelmiyor mu?
Bazıları bu durumu iktidarın normalleşme-yumuşama oyunu tutmadı, yeniden kutuplaşma siyasetine dönüyor biçiminde okuyor.
Bir başka kesim ise iktidar içi gerilimlerin yansımaları olarak okuyor bu tabloyu.
Bu okumalar belirli bir gerçekten hareket etse de tabloyu izah etmekten uzak. Zira bu açıklamalar belli boşluklar barındırıyor.
Evet normalleşme, yumuşama hikayesi tıkandı ve kriz sarkacı iktidarı yeniden sertleşme yönüne doğru çekti.
Evet iktidar içi gerilimlerin biriktiği ortada ama suç ve dolayısı ile kader ortağı haline gelen AKP-MHP denklemini değiştirebilecek, dolayısıyla düzenin bekasını güvenceye alabilecek yeni bir denklem ihtimali de görünmüyor. Normalleşme hikayesinin tıkandığı noktalardan biri de bu zaten.
Ve evet iktidar açık ki durumu yönetmekte zorlanıyor.
Ama dediğim gibi bu izahlarda yine de boşluklar var.
Kutuplaşma siyaseti mantığı gereği toplumsal gerilimleri belirli siyasetlerin arkasında konsolide etmeye çalışır. Ancak yukarıda sıraladığımız başlıkların hiçbiri toplumun en azından önemli bir bölümünü iktidar etrafında konsolide etme yeteneğinde değil. Aksine iktidarın toplumsal tabanında yaşanan çözülmeyi hızlandıracak, meşruiyetini zayıflatacak, nihayetinde konsolidasyonunu kıracak türden uygulamalar bunlar.
Diğer tarafa baktığımızda; bu uygulamalar iktidar içi gerilimlerin yansıması gibi de görünmüyor. Devlet içinde iktidarını genişleten MHP’nin AKP’ye rağmen bazı meseleleri oldubittiye getirmeye çalıştığı şeyler olduğunu düşündüren kimi olayların yaşandığı söylenebilir. Sinan Ateş cinayeti bunlardan biri. Ama yukarıda saydığımız başlıkların hemen hepsinde AKP hiç de pasif bir pozisyonda görünmüyor. Halay baskınları furyasının başlangıcı olan Mersin gözaltıları sonrası, gözaltına alınan gençlere faşist ‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısı dinletilerek yapılan işkenceyi AKP’li içişleri bakanı ‘Bu şarkı hepimizi coşkulandırır’ diyerek yorumlamıştı. Kürtçe yazıların silinmesi konusu da aynı bağlamda cereyan ediyor.
Hayvan katliamı yasasının ve ekonomide IMF patentli Şimşek programı’nın da MHP’den çok AKP orjinli olduğu açık. Aynı şeyi SGK borçları üzerinden belediyelere ‘mali kayyım’ açıklaması konusu için de söyleyebiliriz. Bunu bizzat Erdoğan bağıra çağıra ilan etti.
AKP’nin tarz-ı siyasetini araçsal olarak bile olsa toplumsal meşruiyete dayandırdığı günler çok geride kaldı. Toplumsal meşruiyet kaygısı önce sandığa sıkıştırıldı; sonra sandıkta ‘işe yaramaz’ hale gelince hile ve nihayetinde tek meşruiyet kaynağının asker polis gücü olarak ele alındığı bir döneme gelindi. Yazının girişinde vurguladığımız gündem başlıkları bu gerçeğin altını çiziyor.
Halkımızın bu tür durumlar için ürettiği ‘damarına basmak’ diye bir deyim vardır. Kavga etmek, birini kavgaya çekmek için karşıdakinin hassas olabileceğini düşündüğünüz noktasına basarsın. AKP-MHP iktidarının yaptığı da budur. Halkların damarına basarak kavgaya çekmek ve elindeki tek enstrüman olarak askeri zorun, polis gücünün yönetimin tek dayanağı olacağı bir OHAL ortamı yaratmak… Yaşananların izini sürdüğümüzde karşımıza çıkan mantıksal sonuç bu gibi görünüyor. Mantık yoksunluğunun mantığı böyle şekilleniyor.
Tüm devlet mekanizmasının saraya ve dolayısı ile muktedire bağlandığı ‘Türk tipi başkanlık’ rejimi devletin halkalar ile yaşadığı doku uyumsuzluğu sorununu çözmek bir yana daha da derinleştirmekten başka sonuç vermemektedir. Yönetimin keyfiliğinden, keyfiliğin yönetimine doğru döşenen taşların geldiği nokta burasıdır. Faşizmin kabuk değişimini görmemek için Hitler ya da Musollini örneklerinin basmakalıp bir tekrarını bekleyenler eğer önü alınmazsa fazla beklemek zorunda kalmayacaktır.
Bu işin bir yanı.
Diğer yanı ise öncü güçlerin, faşist kabuğa uymayan, uydurulamayan toplumsal direniş damarlarıyla buluşarak bu yeni yönelimi püskürtüp tersine çevirme yeteneği gösterip gösteremeyeceği konusuna dayanmaktadır.
Hayvan katliamı yasasına karşı tepkiler Gezi isyanının öngünlerini andıran bir buluşma zeminine dönüşmektedir. Gezi’de onur ve özgürlük isyanını muktedirin ‘üç-beş’ ağaç aşağılaması ve saldırgan kibri tetiklemişti. Halklar itirazını alıp o ‘üç beş ağacın’ etrafında birleşerek muktedirin hala öfke ve korku ile hatırladığı son iki yüzyılın en geniş çaplı isyanına kalkışmıştı. ‘Kedi-köpek’ aşağılaması ve paramiliter serseri grupları eliyle başlatılan katliam girişimi bir vicdan isyanı potansiyeli taşıyor.
Kobane serhıldanı da benzer bir biçimde ortaya çıkmıştı. Muktedirin ‘Kobane düştü düşecek’ kibri ve aşağılaması Kürt halkını ulusal kazanım ve varlığına yönelen tehdide karşı direnişin etrafında birleşmeye ve ayağa kalkmaya sevketmişti. Halay ve dile dönük ırkçı saldırıların sistematik ve yaygın bir hale dönüşmesi, ulusal varlığa karşı bir ezme biçimini almaya başlaması, Kürt halkında varlığına dönük tehdit algısını somutlaştırma öfkeyi yoğunlaştırmaktadır.
Halkların birleşik ve özgür geleceğini varlık gerekçesi sayan tüm demokrasi güçleri gelişen tehdide karşı bu iki potansiyele bakmalı ve pozisyon almalıdır. Gezi ve Kobane ruhu bu sefer eş zamanlı biçimde uç verebilir. Bu iki damarı birleştirmek ve keyfiliğin yönetimini püskürterek ters akıntıya dönüştürecek bir denkleme yol açmak mümkündür. Bunu yaratabilecek enerji potansiyeli birikmektedir.