Geçtiğimiz günlerde Mersin ilinde Kürt gençlerinin sahilde halay çekerken “Bijî Serok Apo” sloganı atmaları gerekçesiyle, siyasi iktidar güdümünde birçok sosyal medya hesabı, görüntülerdeki kişileri hedef göstermiş, birçok sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda kişilerin kimlik bilgilerine kadar yayınlanmıştır.
Hedef alınan Kürt gençleri ters kelepçeli olarak gözaltına alınmış ve bindirildikleri araçta “Ölürüm Türkiyem” isimli ırkçı marş yüksek sesle dinletilerek, bu görüntüler basına servis edilmiştir.
Hukukçular için olağan bir bilgi olan, “Bijî Serok Apo” sloganının mülga edilmesi gereken intikam yasası olan Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. Maddesine göre dahi Türkiye hukukunda tipik bir fiil olmadığı, mahkumiyete esas alınamayacağı açıktır. Bu durum birçok Yargıtay içtihadı, Anayasa Mahkemesi kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile de sabittir.
Esasen hukuki bir tartışmanın bulunmadığı, siyasi iktidarın her gün hedef gösterdiği Kürt halkının dili, kimliği ve değerlerinin kriminalize edilmesinin sonuçlarından ibaret bir tutuklama kararı ile sonuçlandığı açıktır. Uzun yıllardır hukukun siyasallaştığı ve kararların bu politik atmosferde verildiği tüm kesimler tarafından bilinmektedir. Bu durumu bilen kesimlerin dahi söz konusu Kürt halkı olduğunda, siyasallaşan yargıyı alkışlamaları bilgisizlik veya bilmeme halinden gelmektedir. Bu bilmeme hali Barış Akademisyeni Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi kitabında yer verdiği bilinçli bir bilmeme halinden ileri gelmektedir.
Barış Ünlü Türklük Sözleşmesi kitabında Charles W. Mills tarafından kaleme alınan The Racial Contrack kitabına atıfla; “Devlet ve kurumların inşaasının, yapılanışının ve işleyişinin sözleşme tarafından şekillendiğini söyler. Fakat bunun ötesinde, sözleşme aynı zamanda bireylerin davranış tarzlarını, neyin iyi neyin kötü olduğunu, kimlere yapılan kötülüklerin önemsenemeyeceğini, kimlere yapılan kötülüklerin kötülük olarak görülemeyeceğini belirleyen bir ahlak sözleşmesidir. Benzer şekilde, sözleşme bireylerin bilgi ve bilgisizlik dünyalarını da belirler. Beyazlar bulundukları konumu haklı çıkartmak ve bulundukları konumu başkalarının ezilmesi ve sömürülmesi üzerine kurduklarını inkar edebilmek için, belli konularda hiç bilgilenmemek ve tarihsel – sosyolojik bir bilinç geliştirmemek zorundadır.”
Mills’in yer verdiği “ahlak” sözleşmesi Türklük Sözleşmesi’ne atıfla bilgiden kaçınarak, sözleşmenin ayrıcalıklarından yararlanma hakkından mahrum kalmamayı esas almaktadır. Son yıllarda bu bilgisizlik imtiyazı, Kürt halkı aleyhine sözleşmenin taraflarınca muazzam uygulanmaktadır.
Her gün Kürt halkının dili, kimliği, kültürü saldırı altındayken, Türklük Sözleşmesi’nin tarafları bilinçli bir bilmeme hali ile sözleşmenin kurallarını uygulamaktadır.
Türklük Sözleşmesi’nin sağladığı ayrıcalıkları bilmeme, bilgisizlik halinden yararlanarak, her gün Kürt halkının hedef gösterilerek işkencenin meşru gösterilmesi, sözleşmenin taraflarının sözleşmeye sadakatini göstermektedir.
Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’ni lanetleyen iktidardan ruhunu yaşatan iktidara
Tüm bu bilmeme bilincinin bir tarafı sözleşmenin konforunu yaşarken, sözleşmenin fiili tarafı olan iktidar 80’li yılların ruhunu yaşatıyordu. İşkence merkezi olan Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nin çok kısa süre önce utanç müzesine dönüştürülmesi tartışılırken, bugün gözaltına alınan Kürt gençlerine uygulanan marş işkencesi Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nde uygulanan bir işkence yöntemiydi. İşkenceci Esat Oktay Yıldıran’ın işkence metodu olarak ırkçı marşları okutması ile bugün gözaltı aracında aynı yöntemin uygulanması, Kürt halkı açısından Türkiye’nin açık Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’ne çevrilmesini ortaya koyuyor. Zira İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın görüntüler ile ilgili “Ölürüm Türkiyem şarkısını dinlerken içim kıpır kıpır oluyor” söylemi Esat Oktay Yıldıran’ın ruhunu yaşattığının kabulü niteliğinde. Ancak Kürt halkı bu ruhun siyasi iktidar tarafından bilinçli yaşatıldığını elbette biliyor.
Tüm bu işkencenin akabinde Van Büyükşehir Belediyesi’nin yaya geçitlerine Kürtçe dilinde uyarılar yerleştirmesinin birkaç gün sonrasında, Kürtçe uyarıların üzerine “Türkiye Türktür Türk Kalacak” yazılamasının yapılması da, Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’ne yazılan “Türkçe Konuş Çok Konuş” yazılamasından farklı değildir.
Her gün ‘80 darbesini lanetleyen, darbe Anayasasının kaldırılması gerektiğini savunan siyasal iktidar darbecilerin pratiklerini miras olarak kullanmaktadır.
2015 yılında, iktidar milletvekilleri tarafından Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’ne dair alt komisyon kurulması önerisi dahi verilmişken, bugün atıfta bulunduğumuz Türklük Sözleşmesi’nin imtiyazından yararlanmak isteyen işkence mağduru olan AKP ‘li siyasetçilerin tepkisizliği de sessizlik mutabakatını ortaya koymaktadır.
Her darbeden direnişle çıkan Kürt halkı
Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nde yaşanan işkence nasıl bir utanç olarak kaldıysa aynı utanç bugün de yaşanıyor. Darbe ve darbecilerin ruhu karşısında Kürt halkı işkence ve asimilasyona karşı örgütlü bir mücadele ruhu geliştirdi. Mücadele ruhunun Diyarbakır işkencehanesinden çıkışı “Teslimiyet İhanete, Direniş Zafere Götürür” sözü ile simgeleşti.
100 yıllık imha-asimilasyon politikasının kaynağı Kürt halkına dayatılan Türklük Sözleşmesi’dir. 100 yıldır denenen bu yöntemin toplumsal bir karşılığı yoktur. Toplumsal barışı sağlayacak bir toplumsal sözleşmenin yolu ise İmralı’dan geçmektedir. Siyasi iktidar ya Türklük Sözleşmesi’nde ısrar edecek ya da toplumsal bir mutabakat sağlayabilmek için İmralı’nın kapısını açacaktır.
100 yıllık asimilasyon politikası ile Türklük Sözleşmesi dayatmasına karşın, bu mutabakatı reddeden Kürt halkı, bugün de Diyarbakır işkencesine karşı direniş ruhunu ortaya koymaktadır.
*Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi, avukat