Biraz dikkatli ve kategorilere hapsolmayan bir bakış açısından baktığımızda, insanlara ait ve özel olduğunu düşündüğümüz çeşitli özellik ve davranışların tüm doğada bulunduğunu fark edebiliriz
Deniz Bakır
İnsan sosyal bir varlıktır…
İnsan düşünebilen bir varlıktır…
İnsan duyguları olan bir varlıktır…
Bu ve benzeri birçok cümleyi birçok defa ve çeşitli vesilelerle duymuş, okumuş ya da dillendirmişizdir muhtemelen. Sosyoloji, felsefe, antropoloji ve daha birçok bilim disiplini, insan ve doğa ilişkisi üzerine yaptığı çalışma ve çıkarımlarla bu ve benzeri fikirlere kaynaklık etmiştir. Ancak genel olarak bilimin her zaman nesnel olabildiğini söyleyemeyiz. bu durum özellikle sosyal bilimler alanına gelindiğinde daha da tartışmalı görünür. Çünkü genel olarak bilimin belli bir perspektifin prizmasından geçerek yol aldığını özel olarak ise sosyal bilimlerin insan merkezli kategoriler üzerine inşa edilmesi sebebiyle öznellik içerdiğini çoğu zaman kaçırabiliyoruz.
Kadın-erkek, Türk-Kürt, Batılı-Doğulu, Şehirli-Taşralı, Zengin-Fakir, İşçi-Patron vb. Bu listeyi uzatıp gidebiliriz. Mesele sosyolojik bir ikilem ya da felsefi bir kategori ise söylediğimiz şey bir biçimde öznellik içerir. Nereden baktığımız, kullandığımız kavram setlerine ve kullandığımız kavram setleri de düşünme biçimimize içkin hale gelir. Ya da tersi… Sonuç olarak kimin gözünden baktığınız çıkaracağınız sonuç bakımından etkili olacaktır.
Bunları neden söylüyorum?
Bir tür olarak insanın kendini doğadan ayırmak ve kendini özel bir tür olarak tasnif etmek için oluşturduğu birçok kategori aslında oldukça tartışmalıdır. Doğada örneğin kaba anlamda güçlü ve güçsüz canlılar vardır kuşkusuz. Ancak bu ve benzeri birçok tasnif çoğu zaman görecelidir. Minicik bir kenenin taşıdığı zehirle kendisinden çok daha büyük varlıklar karşısında ne kadar ‘üstün’ olabileceğini görmek işten bile değildir. Güç ve güçsüzlüğün bu göreceli ilişkisi birçok bakımdan geçerlidir. İnsanların bir tür olarak kendini ayrıştırmak ve özel hale getirmek için ürettiği kategoriler, biçimsel sınırlar aşıldığında daha önemsiz hale gelir. Doğada bu bakımdan bir hiyerarşi yoktur. Üstün varlıklar ve zayıf varlıklar yoktur. Akıllı ve akılsız, gelişmiş ve gelişmemiş, vahşi ve uysal, duygulu ya da duygusuz diye uzatabileceğimiz karşıtlıklar ve kategorileştirmeler bu bakımdan tartışmalıdır. Biçimi soyup öze indiğimizde doğa, her şeyin birbirini tamamladığı, birbirine dönüştüğü bir mekanizma ile karşı karşıya kalırız. Ve doğanın genel zekası, duygusu, sosyalliği her şeyde kendine özgü ve birbirini tamamlayacak biçimde vardır.
İnsanı özelleştirmek için ortaya çıkardığımız kategoriler, zihinsel sınırlarımızı çizmekte ve doğaya yabancılaşmamızın unsurlarından biri olarak türcü ideolojilerin beslendiği bir zemine dönüşmektedir.
İnsanın zeka, duygu ve sosyalliğini ayrıştıran birçok şey yakından incelendiğinde aslında bir çeşit türev ile karşılaşırız. İnsan, doğa süreçlerinin ve işlevlerinin modüllerini üretmektedir. İnsanın hayal gücü doğayı takip etmekte, doğa evrenin sonsuzluğuna uzandıkça hayal gücü de onu takip etmektedir. Bu bakımdan insanın bilinci doğanın bilincinin üstünde değil onun yansıması ve kendine özgü biçimde yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir. Ama mesele de burada başlamaktadır. İnsanın toplumsallığı onun doğayla yeni türde bir ilişki kurmasının zemini iken, sınıflı ve erkek egemenlikçi yöndeki derinleşme hem doğaya hemde kendine yabancılaşma biçiminde kırılarak insanı ve doğayı yok oluşa sürükleyecek bir denkleme yol açmaktadır. İnsan bütünlüklü bir organizma olarak doğanın bilinci olmak; doğanın kendini anlamasının ve üretmesinin bir yolu olmak değil tahrip etmesinin bir yolu olmak yönünde ilerlediği oranda yok oluşunun taşlarını da döşemiş olmaktadır.
Bu perspektiften bakıldığında sınıfçı ve cinsiyetçi akıl türcü aklın hem nedeni hem de sonucu gibi görünmektedir.
Biraz dikkatli ve kategorilere hapsolmayan bir bakış açısından baktığımızda, insanlara ait ve özel olduğunu düşündüğümüz çeşitli özellik ve davranışların tüm doğada bulunduğunu fark edebiliriz. Kendilerine özgü biçim ve yollarla tabii ki…
Mesela, ağaçların kökleri aracılığıyla diğer ağaçlarla bağlantı kurarak bilgi ve kaynak paylaştığını, köklerini bir çeşit internet ağı gibi kullandığını biliyor muydunuz?
Daha yaşlı ve güçlü ağaçların genç ve zayıf ağaçlara çeşitli doğa olayları karşısında nasıl davranması gerektiği üzerine eğitim verdiğini, dostluk kurduğunu, dayanışma sistemleri geliştirdiğini düşünebiliyor musunuz peki?
Fillerin, ölen aile üyeleri için yas tutmasını ya da ölü akrabalarının kemiklerini tanıyıp, onları yeniden ziyaret etmelerini nasıl yorumlamak gerekir?
Yunusların empati yeteneği olduğunu, farelerin dayanışmayı bildiğini, şempanzelerin adalet duygusu olduğunu biliyor muydunuz?
Bu yazıyla birlikte başladığımız yazı dizisinde, doğanın belli kategorilere sıkışmadan ele alındığında hiçbir türün özel değil ama özgü olduğu; insana özgü kategorileştirmelerden çıktığımız oranda tüm varlıkların özgün biçimlerle bu genel bir zeka, duygu ve sosyalliğin parçası ve üreticisi olduğunu iddia edecek insanın bu genel üretimin sonucu ve ürünü olduğunu iddia edeceğiz.
O zaman başlayalım…