Mülteci hikayelerinin ikincisinde bir gazetecinin yaşadıklarını okuyacaksınız: Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin neyle karşı karşıya kalacaklarını bilmesi umuduyla aktarmak istedim
Rohat Emekçi
Mültecilerin yaşadığı aslında tam olarak ‘Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.’ Ülkeden ülkeye giderken yaşadıkları psikolojik ve fiziksel şiddet, taciz, kötü muameleler ne yazık ki Türkiye ve Kurdistan’daki hapishanelerde tutsaklara reva görülenlerden pek farklı değil; hikayelerden görüyoruz ki ‘batının demokrasisi’ kendine; mültecilere, mülteci kamplarına uğramıyor.
Kamplara varıncaya dek kaçaklarla, kaçakçı yollarında yaşadıkları ise bambaşka bir boyut… Süreç öyle bir ilerliyor ki, korku filmlerini aratmıyor.
Mülteci hikayelerinin ikincisinde Fransa ve İsviçre’deki kamplarda kalmış bir gazetecinin yaşadıklarını okuyacaksınız.
‘Fransa’da yakalandım’
“Öncelikle İsviçre’de iltica etmeden önce yaşadığım sorunları kısaca anlatmak istiyorum. ‘2022 yılının ağustos ayında Türkiye’den çıkış yapmak zorunda kaldım. Bunun için kaçakçılarla anlaştım. Büyük bir miktar para karşılığında Kıbrıs Rum Kesimi tarafına illegal bir şekilde geçirildim. Geçirilmeden önce Türk kesiminde 4 gün türlü bahanelerle bekletildim. Kaçakçıların taciz boyutuna varan muamelelerine maruz kaldım. Ardından Kıbrıs Rum Kesimi’ne geçirildim. 2 gün boyunca orada kaldım. Ardından Fransa’ya geçtim. Ancak Fransa tercih ettiğim bir yer değildi. Çünkü bana yardımcı olacak hiç kimse yoktu. Fransa’ya geçiş yaptıktan sonra uçaktan iner inmez polisler tarafından yakalandım. 4 gün boyunca polis evi dedikleri, mültecilerin gözetim altında tutulduğu yerde tutuldum.
‘Kamplarda hijyen yok’
Orada çoğunluğu siyahi mülteciler olmakla birlikte çok sayıda mülteci tutuluyordu. Günde neredeyse 10’dan fazla mülteci getiriliyordu. O süreçte birkaç defa oradaki görevliler tarafından sorgulandım. Parmak izim alındı. Orada parmak izlerim alındığı için Dublin anlaşmasına göre o ülkede başvurmak zorunda bırakılıyordunuz. İstisnai olarak ise 18 ay boyunca bekleyip başka bir ülkeye iltica edebiliyordunuz. Ben parmak izi vermek istemediğimi belirtmeme rağmen zorla parmak izlerim alındı. Ardından yol ifadesine tabi tutuldum. İfadenin ardından beni bırakmalarını talep ettim ancak iltica başvurusu yapmadığım için bırakılmayacağım söylendi. Birkaç gün daha orada, mültecilerle kaldım. Tutulduğumuz polis evi hiç hijyenik değildi. Yemekler çok kısıtlı miktarlarda veriliyordu. Hiçbir şekilde de dışarıya çıkamıyorduk. Sadece belli saatlerde bahçe adı altında çevreleri tellerle çevrilmiş alana çıkabiliyorduk. Resmen açık bir hapishaneden farksızdı. Daha fazla dayanamadığım için iltica başvurusu yaptım.
Başvurudan sonra serbest bırakıldım. Sonra İsviçre’ye illegal yollarla geçtim. 8 aylık bir saklanmanın ardından İsviçre’ye iltica başvurusu yaptım. İsviçre’de kampta kalmak zorunlu olduğu için 4 ay boyunca kampta kaldım. İlk başta Bern’de bulunan bir kampa gönderildim. Bir gece kaldıktan sonra dağıtım merkezi dedikleri ve Fransız kantonunda yer alan kampa gönderildim. 25 günlük bir süreyle orada kaldım. Bir odada toplamda 8 yatak bulunuluyordu. Bekarlar ayrı bir odada ve evli çiftler farklı odalarda kalıyordu. Bulunduğumuz ortam çok hijyenik değildi. Kampta giriş-çıkış saatleri belliydi. Son giriş saatini kaçırınca ya içeriye alınmıyordunuz ya da misafirhane dedikleri hijyensiz yerde kalmak zorunda kalıyordunuz. Yemek saatleri belli ve odalara ekstradan bir şey çıkarmak yasaktı.
‘Nazi kampından farksızdı’
25 günlük sürenin ardından Vallorbe adında farklı bir kampa gönderildim. Kamp diyorum ancak Nazi kamplarından farksızdı, desem daha iyi olacak. Resmen bir yıldırma kampıydı. İlk girdiğimde karşılaştığım manzara karşısında yaşadığım şoktan gün boyu çıkamamıştım. Bu da yetmezmiş gibi uyuşturucu bağımlısı olan bir kadının saldırısına maruz kaldım. Aynı şekilde orada asistan adı altında görev yapan kadının da saldırısına maruz kaldım. Uyuşturucu bağımlısı kadının saldırısına uğradıktan sonra direk görevlilerle görüşmek istedim. Asistanlar görevlilerle görüşmek için randevu almam gerektiğini söylediler. Kabul etmem üzerine güvenlikle konuşmaya çalıştım. Güvenlik görevlileri beni dinlemek bile istemedi. Onları anlamama rağmen Fransızca konuşmakta direttiler. Hiçbir şekilde tercüman getirmediler. Var olan İngilizcemle telefondan çeviri yapılmasını istedim ve gazeteci olduğumu belirttim. Bunu söylememle birlikte biraz da olsa beni dinlemeye çalıştılar. Uyuşturucu bağımlısı saldırganla aynı odada kalmak istemediğimi söyledim. Kamptan da çıkmak istediğimi. Fakat izin verilmedi. Görevli ile görüşmek için bir randevu ayarlandı.
‘Mülteciler ucuz işçi’
Randevuya girebilmek için saatlerce bekledim. Oranın yetkilisi olan Sonya adında bir kadınla görüştüm. Konuşmaya başladım. Hak ihlallerinden dolayı çıkmak ve buranın demokrasisine güvendiğimiz için sığındığımızı söyledim. Fakat sizin güvenlik tedbirlerinizin olmayışı nedeniyle buradan ne demokrasiden söz edileceğini ne de güvenli olduğunu belirttim. Herhangi bir işlem yapılmadığı sürece direk polise başvuracağımı söyledim. Gazeteci olduğumu öğrendikten sonra yetkililerle görüşmeye giden bütün mülteciler ince aramaya maruz bırakıldı. Telefonlar içeriye alınmadı. Hepimiz saatlerce bir tercümanı bekledik. Zorunlu temizlik yaptırılıyordu. Kampta mülteciler ucuz işçi olarak çalıştırılıyordu. Yatma ve uyanma saatleri belliydi. O saatler içerisinde uyumak ve uyanmak zorundaydınız. Uyanmayanlar ise güvenlikler tarafından gardiyanlar gibi uyandırılıyordu.
‘Tacize sessiz kalıyorlardı’
Sorun çıkaran Arap asıllı mülteciler vardı. Çocukları ve kadınları sürekli taciz ediyorlardı. Ancak güvenlik buna karşı bir önlem almıyordu. Hatta güvenlikler bile orada insanları taciz ediyordu. Resmen hapishaneydi. Verilen yemekler hiç hijyenik değildi. Kimse yemekleri yiyemiyor ve içeriye yiyecek almaları da yasaktı. Tuvaletler sürekli tıkanıyor ve hepimiz pis kokunun içinde solumak zorunda kalıyorduk. Binlerce defa şikâyet etmemize rağmen hiçbir tedbir alınmıyordu. Hastalar tedavi edilmiyordu. Çoğu mülteci uygulanan bu hak ihlali ve politikalar karşısında intihara sürükleniyordu. Kavgalar çıkıyordu. Gürültüler karşısında kimse uyuyamıyordu. Yemekhaneye inemiyorduk. Arapların ve diğer uyuşturucu kullanan kişilerin tacizine maruz kalıyorduk.
‘Irkçılığa mazur kalıyorsunuz’
Kampta görüntülü konuşmak yasaktı. Çok az bir miktarda haftada sadece 21 frank veriliyordu. Kimse ihtiyacını karşılayamıyordu. Ret yiyen mülteciler sabah saatlerinde odaları basılarak sınır dışı ediliyor ya da parmak izi olan ülkelere gönderiliyordu. 4 ay boyunca bütün bunlara maruz kaldım. Karşı çıkınca da siz mültecisiniz kabul etmek zorundasınız muamelesiyle karşı karşıya bırakıldık. 4 aylık bir süreden sonra parmak izim olduğu için Fransa’ya gitmem istendi. Ardından Fransa’ya geçtim. Oradaki kamplar da çok berbat. İnsanlar hamam böcekleri ile iç içe yaşıyor. Görevliler herhangi bir tedbir almıyor. Görevliler tarafından bir sürü ırkçılığa maruz kalıyorsunuz. Ciddiye alınmıyorsunuz. Can güvenliği denen hiçbir şey yok. Bir randevu almak için günlerce bekletiliyorsunuz. Saatlerce kuyruklarda kalıyorsunuz. Saatler sonra ancak içeri alınabiliyorsunuz.
‘Hayat normale dönmüyor’
Kısacası söylemek gerekirse demokrasi adı altında demokratik olduğunu iddia eden devletlerin maalesef antidemokratik uygulamaları var. Bunun en büyük örneği de İsviçre diyebilirim. İsviçre’ye gelen mültecilerin can güvenliği pek yok. Fransa’da hemen hemen hiç yok. İnsanlık dışı uygulamalar mültecilerin psikolojisini çok etkiliyor. İltica talebiniz kabul edilse dahi durum pek değişmiyor. Normal bir insan olarak hayatınıza devam edemiyorsunuz. O politikalar öyle incelikli ve sinsi bir şekilde uygulanıyor ki sürekli aynı süreci yaşıyorsunuz gibi hissediyorsunuz. Bütün bunlara maruz kalan ve kalmaya devam ettiğim için sizinle paylaşmak istedim. Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin neyle karşı karşıya kalacaklarını bilinmesi ve bir an önce bir düzenleme yapılması umuduyla aktarmak istedim. Umarım bu politikalar bu şekilde devam etmez.”
BİRİNCİ BÖLÜM: https://yeniyasamgazetesi6.com/multeci-yollari-1-taciz-iskence-fidye/
YARIN: Mülteciler Avrupa’nın ucuz köleleri