Vazgeçmenin ihtişamından kimseler bahsetmiyor artık. Bir yanımızda her şey, bir yanımızda hiçbir şey. Mevsimler değişiyor, yıllar geçiyor ve insanlar ölüyor. Gizli saklı kalmış ne varsa, tek tek dünyaya ve insana düşüyor. Mutlak bir yön yok, seçilen renk çok.
Sıradanlaşan bir şey bir başkasını da kendine benzetiyor. Dünya böyle böyle benzeşerek bir çöl olmanın rüyasını görüyor. Kehanetler karabasanları gösterirken, sığındığımız her şey bir başka şeye dönüşüyor. İnsanın ederi kederdir ve hep heder edendir.
Sıradanlaşan dünyada sıra yok ve sır da yok. Yalnız kalmış gizemler yanlış biliniyor ve artık hiçbir doğrunun hükmü kalmıyor. Dünyaya düştük ve buradan başka bir yer yok. Düşler, düşüşler hep burada ve anın içinde, bizimle. Yalnız kalıp yanlış anlaşılmak da bizimle. Bir yadigar, bir teskin herkesin heybesinde.
İsmi değişen kötülük, bir lakapla yer değiştirip aynı yerde beklemeye başlıyor. Zamanın insafı, çağın israfı birbiriyle yarışıyor. İnsan hepsinin ortasında ancak seyirci oluyor, bazen alkışlar, bazen de ıslıklar. Şaşırmak kalmadı, aldanmak kaldı.
Şüphelere ayna lazım. Her soru bir sorun olmaya aday, her cevap bir mezar olacak kadar yapay. İnsan değişmeyi biliyor ve değiştirmeyi umursamıyor. Biçim değişince iç değişmiyor, iç değişince biçim de değişmiyor. Her şey zorla değil, sırayla denilir bu dünyada ve öyle de yaşanır.
Bazı riyakârlıklara ömür yetmiyor, maskeler değişiyor, yüzler birbirine karışıyor. Yaşamak kusuru ve devam etmek huzursuzluğu birbirine kızıyor ve kırılıyor. İnsan kurak bir mahlukat, bir çöl yalnızlığında gecelere bakıyor, sonra dağ başlarında da dünyaya haykırıyor: buradan başka yerimiz çoktu, hepsi de kayboldu.
Hatalar zinciri, pişmanlıklar treni, kabuslar geçidi, ne denilirse denilsin, yaşandığı gibi insanı bir çembere alıp döndürmüyor. Her şey bir şeye sebep oluyor. İnsan bir faldır denilir, bu dünyanın bir provası yok bilinir, geçmiş bir rüzgâr gibi geçmesini de bilir.
Hayatı yanına almayan, karşısına alıyor. Sıkılmanın sınırı yok, sayıklamanın vakti yok. Her şeyi ve herkesi bulandırmış ve budamış bu yoklar ile varlar dünyayı kuşatmış. Sert bir dert set çekemiyor ve bent olamıyor asla. Umutlar her çağda darağacında ya da bir çukurda.
Dünya kıyımlar ve kıyaslamalar ringi. Herkes elbette kaybedecek. Gitmek bir efsane, dönmek bir felsefe, varmak bir vesvese ve herkes enfes bir nefeste beklemede. Kalmak kaldı bize, bir de kanmak ve elbette kanamak.
Yaşananlar linç, yaşanmayanlar hiç ediliyor. Bir olmuş, bir yokmuşa benzetiliyor ve öyle de çağrılıyor. Çağrılan hayat böyle de anılıyor. Zamana tünemiş bir sarkaç gibi bir gelip bir gidiyor ve kimbilir neler neler kendisiyle beraber gidip dönmüyor.
Yaşamak başlı başına bir provokasyon, sevmek bir düello. Teşebbüs ettiğimiz ne varsa bir masala karışıyor; anlatılan geçmiştir ve yaşanması da geçmişte kalmıştır. Eskiyen artık esrik etmiyor, herkese tehditler estiriyor ve bıkmadan tekrarlar savuruyor.
Sıfıra yetişen, durmadan kendisine bölünen bir yaşam, bu dünyaya çarpıyor ve kendisinden eksilip düşüyor. Kaybetmek insana yaraşır ve yakışır da. Ömürler tükenir, yollar yitirilir, her şeye bir hayret ve bir gayret giydirilir. İnkâr edilen elbette isyan eder ve dünyaya ima eder; bir adım sonra özgürlük gelecek ve her şeyi tepecek.
Haftanın kitap önerisi: Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk / Çeviren: Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları