Onlar katledilmesi istenirken gençlik örgütüne sarılarak tasfiyeci rejimin korkulu rüyası olmayı bildiler. Onlar korku çemberlerinin güçlü bir eylem ile kırılabileceğinin pratik öncüleri oldular. Suruç Katliamı yalnızca acı ve yası değil aynı zamanda zafere kilitlenmiş bir savaşçı kuşağını da doğurdu
Elif Bera Yüksel
Faşist şeflik rejiminin bir gençlik örgütünü tasfiye etmek için giriştiği Suruç Katliamı’nın işte şimdi 9. yılına gidiyoruz; Suruç bir katliam anının kendisiyle kalmadı, bir gençlik kuşağının kendi pratiğini tarttığı, anı aşarak kendini yeni bir düzlemde örgütlediği bir tarih olarak devletin çizdiği “katliam” sınırlarını aştı, bir gençlik kuşağını bugün neredeyse tam da o yaptı.
Suruç Katliamı’nda tam 33 genç katledildi, pek çoğu hafif ya da ağır yaralandı, kimisi tekerlekli sandalyelerde kimisi katliamdan vücudunda kalan parçalarla yaşamına devam etti, ediyor. Katliam bir gençlik örgütünü fiziksel olarak ortadan kaldırmak, tasfiye etmek amaçlı ortaya konulmuştu, bir gençlik örgütünün fiziken imhası ile onun zihni ve bedeni ile taşıyıcısı olduğu Türkiye- Kürdistan birleşik devrimi programatik fikri ve görüşü de yok edilmek istendi. Ötesinde ise bu tasfiye en çok da gençlik kitlelerinin düşünüş ve hareket tarzını hedefledi. Özgürlük düşünün bir daha akla gelmez biçimde silinmesi hedeflendi. Bir daha asla Türkiye’nin onlarca kentinden kalkıp bir Türk devletinin de taraf olduğu bir savaş bölgesine gidecek cüreti bulamamaları, bütün bir ömrün katliam anıyla, yarattığı korku ve endişe psikolojisi içinde, katledilen ve ezilen olma psikolojisi içinde kayıplara sarılı; yitirdiklerimizi geçmişe gömen ve ayakta kalan gençlik örgütünü ise yalnızca onların yasını tutma çemberinde geçiren bir tarz yaratmak istedi. Bu saldırı en çok da gençliğin her adımından tereddüt eder ve kurban psikolojisi içinde yaşar hale getirilmek için yapıldığı görülmelidir. Korku çemberinde hapsedilmek istenen gençlik örgütünün bilinci açık düşünüşü ise diyalektiğin gereği olarak katliamı bir sıçrama tahtası haline getirmeyi bilmiş, çemberin ancak stabil değil sıçramalı bir kişisel ve örgütsel pratik ile aşılabileceğini görmüştür. Birçok yoldaşlarımız ise bu çemberi yarmanın ve devrime kitlenmiş düşünüşün ileriye sıçrayan neferleri olmada tereddütsüzce atılmıştır. Suruç Katliamı yalnızca bu kampanyaya katkı vesilesi ile gençlik örgütü ile temas eden onlarca gençten yetkin, örgütlü devrimciler çıkarmış; mücadele içerisinde yıllardır olan kimilerinde intikam ve öfke ile bilenmiş bir hesap sorma bilinci açığa çıkarmıştır. Bu bilinç kimi zaman kendini Suruç şehitleri için Türkiye- Kürdistan’ın her kentini eylem alanına çeviren ve gençlik mücadelesini yeni bir rotaya sokan politik eylemi ile, kimi zaman demokratik mücadele biçimlerini aşarak yoğunlaşmış bir savaşım pratiği ortaya koymak için mücadelenin zor kullanılan araç ve biçimleriyle buluşmak olarak tarih sahnesinde göstermiştir. Bir katliam yitirdiklerimizce, Cebo’ca öncüleşerek karşılanmış; devletin tasfiye saldırısı mücadelenin tüm araç ve biçimlerini kuşanarak alt üst edilmeye girişilmiştir. Bu alt üst oluş ve sıçrama elbette ki soyut olarak kalmamakta, yoldaşlarımızda cisimleşmektedir. Büyük bir açıklıkla “Bizler 10 Ekim’de katledilen Veysel’in yoldaşlarıyız” diyerek katliamın ardından gençliğe bir videolu çağrı ile mücadelenin zor araç ve biçimlerini kullanmaya çağıran Medine’de, gençlik örgütünün saflarından ayrı iken gördüğü katliam gerçekliği karşısında yeniden partisi ile buluşan ve mücadele bayrağını daha yükseğe çeken Okan’da, geçtiğimiz günlerde Rojava’da çetelere dönük bir cezalandırma eyleminde ölümsüzleştiği haberini aldığımız genç komutan Zafer’in şahsında cisimleşmekte, “Bir katliama nasıl yanıt olunur?” sorusu onların yaşayışı ve ölümsüzlükleriyle cevaplanmaktadır. Onlar katledilmesi istenirken gençlik örgütüne sarılarak tasfiyeci rejimin korkulu rüyası olmayı bildiler. Onlar korku çemberlerinin güçlü bir eylem ile kırılabileceğinin pratik öncüleri oldular. Suruç Katliamı yalnızca acı ve yası değil aynı zamanda zafere kilitlenmiş bir savaşçı kuşağını da doğurdu. Medine’yi Roza, Zafer’i Cihan, Ulaş’ı Şafak, Okan’ı İsyan, Şevin’i Sarin haline getirecek olan bilenmiş bilinci yarattı.
Suruç Katliamı’ndan yalnızca birkaç ay sonra bir videolu çağrı ile karşılıyor bizleri Medine. Katliam sırasında Suruç değil, Kobanê tarafında. Yeniden inşanın hazırlıklarını bir grup yoldaş olarak oradan yürütüyorlar, 20 Temmuz günü onları karşılamak için devrim topraklarında heyecanla bekliyorlar. Katliam haberini devrim topraklarında alıyor Medine. Tereddütsüzce ve olanca hızıyla katliamın hesabını sorma isteğiyle askeri alanla buluşuyor. Katliamın ardından Suruç şehitleri Polen, Ezgi ve Büşra ile fotoğrafını paylaşarak bir not olarak bilenmiş bilincini iliştiriyor: “Oysa ki yaşamak var olmaktır ve varoluş için düşülen yolda ölüm bir yok oluş değildir. Düşleriniz yarım kalmadı yoldaşlarım, size söz hesabınız sorulacak” diyor ve yola çıkıyor. Bu sözleri bize ölümün ne anlama geldiğini, bedenen can verilse de özgürlük düşleri ve onun için savaşma arzusunun yaşadığı yerde hükümsüz olduğu, tasfiye edilmek istenen düşlerin taşıyıcıları olduğunu berrakça ortaya koyuyor. Medine düşlerin yılmaz savaşçısı olarak hesap sormak için çıktığı yolda ölümsüzleşti. İşte bir katliama böyle yanıt oldu. Bizleri her saldırıya karşı kendimizi devrimin ihtiyaçlarıyla ileriye doğru sıçramalı bir bağ kurarak örgütlemeye çağırdı, çağırıyor.
Okan Altunöz deyince başında bir tülbent ile kamuflaj giysi içinde kocaman gülümsediği fotoğraflar geliyor akla, Okan yoldaş Suruç Katliamı’ndan önce üç yıl kadar süreyle örgütlü mücadele saflarından uzaklaşmış, kendisinin de ortaya koyduğu biçimde daha bireysel bir yaşama gömülmüştü. Suruç ile kendini yeni bir düzlemde örgütledi, partisi ile yeni baştan buluştu. Öyle ki bu sıçrama anının kendisi onunla ölümsüzlüğüne kadar gelecek olan ismine dahi yansıdı, katliamın ardından yönünü döndüğü özgür alanlarda “Îsyan Tolhîldan Pîrsusê” adını aldı. Suruç’un hesabını sorma bilinci ile tüm varlığı ile bütünleşti. Yok etmek istedikleri bir gençlik kuşağı gerçekliğine yeniden örgütlü mücadele saflarına dönerek yanıt oldu.
Şevin Suruç yoluna Karadeniz’den çıktı, hesap sorma bilinci ile çok genç yaşta hali hazırda tanışmış olanlardandı. Babası Kürdistan’da gözaltında kaybedilmişti, ailesi büyük baskılar içinde yaşamıştı. Birlikte Samsun’dan yola çıktığı Aydan Ezgi ve Alican’ı toprağa verdi, ardından yüzünü özgür alanlara döndü. Katliam onun kendisini Sarin olarak var ettiği sıçrama tahtası oldu. Yok edilmek istenen Türkiye- Kürdistan birleşik devrimi düşünün savaşçısı olarak Zap’ta ölümsüzleşti.
Ulaş, Kobanê’ye geçiş için beklendiği ve basın açıklamasının okunduğu sırada yeniden inşa pankartını tutuyor videolarda, sol alt köşede dizlerini kırmış oturuyor, başında haki yeşil bir şapka. Buraya gelmeden dahi iki kentte çalışma deneyi edinmiş, tutuklanmış, tutsaklığının ardından çalışmalara hızlıca sarılmış. Henüz 21 yaşında buluştuğu özgür alanlardan gönderdiği videosunda “Yaşamda bazı dönemeçler vardır. Mücadeledeki kararlılığımı çelikleştirdiğim yer Suruç’tur” diyerek dönemeci işaret ediyor. Yalnızca bunu ortaya koymakla kalmıyor, Karadeniz’e geçişin hazırlıklarını yaptığı bu videoda aynı zamanda ihtiyaçlara sınırsızca yanıt oluyor. Şafak oluyor, Kutsiye Bozoklar’ın dizeleriyle bu dönemeçte kendini “bir namlu gibi dosdoğru doğrultmayı” biliyor. Tasfiyeciliğin, mücadeleden kaçkınlığın ve ihanetin en yoğun olduğu dönemlerden birinde Ağrı’da ölümsüzleşti; dosdoğru yaşamın rotasını onu tanımamış bizlere son nefesi ile çizdi.
Ve Zafer; katliamdan yaralı çıkmış bir gençlikten bakınca, Suruç onun için sadece katliam olması niteliğiyle değil kampanya süreci ile de bir dönemeç. O partisini ilk kez kampanya döneminde duyuyor, öğreniyor, birkaç ay sonra yola çıkıyor Suruç’a doğru. Birlik Devrimi’ni Suruç’a giden otobüste okuyor, partisini yoldaşlarından dinliyor. Çelikleşmeye işte o anda başlıyor. Katliamın ardından Kasım ve Osman Çiçek yoldaşların mezar başlarında konuşurken öfkesi her cümlede hissediliyor. “33 komünistin katledilmesi 7500 liraya tekabül ediyor bu devlet için” diyor, “Ama bizler onların ardılları olarak mücadeleyi devam ettireceğiz. Bu yargıdan ve sistemden hesap soracağız.” Dediğini yaptı, sözünde yaşadı ve ölümsüzleşti. 33’lerin hesabını sormak için sade ve berrak biçimde doğrultusunu ortaya koydu, “Buralarda da bir şey yapabilirdim ama daha fazlasını yapmak istiyorum” diyerek layığıyla özgürlük düşünün savaşçısı oldu.
Onların sıçramalı eylemleri gençlik kitlelerinin tasfiye kuşatma altındaki psikolojilerinin nasıl değiştirilebileceğine, düzen dışı olana yüzün dönülmesi ile ancak bu olağan denilen katliam düzeninin dışındaki özgürlüğün görülebileceğinin örneklemi oldu. Sade ve olağan gençlerdi, özgürlük ve hesap sorma düşü ile olağandışı ama büyüleyici yaşamlar sürdüler. Sinme, ezilme, maruz kalan olma, değiştirici kuvvet olamamaya karşı savaşan, hesap soran, alt üst eden, yeninin iddiasını taşıyan oldular. Bugün pratikleri bizleri saldırıları düzendışılaşarak karşılamaktan geri durmamaya, özgürlüğe adım almaya, hesap sorma bilincini bu yolda bir ateşleyici haline getirmeye çağırıyor. 9. yılında özgürlük düşünü Amara’da toprağa gömmek isteyen faşist şeflik rejimine karşı heybesine doldurup taşıyan genç yapıcıları selamlıyoruz.