HDP’nin tek adam rejiminin yegâne alternatifi olduğunu ifade eden Kürt siyasetçi- yazar Tarık Ziya Ekinci, “Yerel seçim kampanyasında HDP’liler kayyum atanan Belediye seçimlerini kazanmayı bir onur meselesi olarak ele almalı” dedi.
Ekonomik krizi, başkanlık sisteminin uygulamaları, hükümetin Kürt sorununda döndüğü “güvenlikçi politikalar”, yaklaşan yerel seçimler ve güncel tartışmalara ilişkin Kürt siyasetçi-yazar Tarık Ziya Ekinci Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Sadiye Eser ve Sadık Topaloğlu’nun sorularını yanıtladı.
Herkesi ilgilendiren bir sorunla başlayalım. Ekonomik krizi neye bağlıyorsunuz?
Ekonomik krizin başlıca nedeni izlenen kapitalist iktisat politikasıdır. İkinci nedeni ise hatalı yatırım politikasıdır. Kalkınmayı sağlayacak sanayi yatırımları yerine daha çok inşaata ve ölü yatırımlara ağırlık tanınmasıdır. Yani hükümetin sanayiye değil içe dönük işsizliği görece azaltacak (ki onu da beceremiyorlar) bir ekonomik politikası var. Hükümet Türkiye’nin kendi kaynakları ile bu krizi çözmek yerine borçlanarak bu krizi çözmeye çalışıyor. Krizin bir diğer nedeni de savaş politikaları. Adeta her gün bir savaş çıkacakmış gibi orduyu hazır tutmak, uçakları havada tutmak büyük masraflara neden oluyor. Bu büyük masraflar Türkiye’nin ekonomisini çökertiyor. Yine Saray’ın israf politikası, devletin kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde yönetilmesi de krizin diğer nedenleridir. İhale kanunu 180 defa değiştirildi. Bunun amacı ise kendi dostlarına büyük kaynakları aktarabilmek ve onları zengin etmektir. Yani ülke yararından çok kendi çevresine yarar sağlayan bir ekonomik politika izlenmektedir.
Bir rejim değişikliği oldu. Şuana kadar uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde meşruti bir yönetime geçilmiş ve seçimle oluşturulan bir meclisi yani Meclis-i Mebûsan vardı. Bu çok partili ve bütün halklardan temsilcileri olan çoğulcu bir meclisti. O günden bugüne kadar Türkiye’nin gördüğü en mutlakıyetçi, en otoriter rejim bugünkü rejimdir. Recep Tayip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğu andan itibaren adım adım örmek suretiyle bu günkü tek adam rejimini kurdu. Daha evvel Anayasa’da değişiklik yapılmamışken bile kendisi açıkça ‘Ben herkes gibi cumhurbaşkanı olmayacağım’ diyordu. Tek başına bu devletin Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmek istediğini açıklıyordu. ‘İcra yetkisi bende olacak’ dedi ve öyle de yaptı. MHP Lideri Devlet Bahçeli, ‘Bu fiili durumu anayasal rejime çevirelim, anayasaya koyalım. Bu fiili durum resmiye kazansın’ dedi. Daha sonra 16 Nisan referandumuyla birlikte her şey değişti. Sayın Erdoğan’ın arzuladığı tek adam rejimi kuruldu. Hukuk devleti ortadan kalktı. Artık hükümet kimseye hesap vermek mecburiyetinde değildir. Danıştay ve Sayıştay gibi yürütmeyi denetleyen kurumların görevleri de fiili olarak son buldu. Hesap verirlilik yok. Sayın Erdoğan’ın ağzından çıkan bir kelime devlet sözüdür. Kanunlardan üstündür. Türkiye o duruma gelmiş. Otoriter, totaliter bir rejimle yönetiliyoruz. Bu rejimin başında da Recep Tayip Erdoğan var. Ve hiç kimseyi dinlemeden, ülkenin iç politikasını da dış politikasını da kendi keyfine göre yönetmektedir.
Kürt sorununa da aynı anlayışla mı yaklaşıyor?
Evet… 2013’te Erdoğan, ‘sorunu demokratik yoldan çözebilir miyim?’ diye bir girişim başlattı. Bu sürece çeşitli isimler verildi. Ama Erdoğan bir süre sonra birdenbire başlattığı girişime son verdi. Çünkü Recep Tayip Erdoğan ‘ben ne dersem o olacak’ zihniyetine sahiptir. Andığımız sürecin sonunda bir masa kuruldu ve bu masa Reis’in kararıyla devrildi. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, sorunu çözmekle görevliydi. Erdoğan’ın da danışmanıydı. Şimdi bu kişinin esamisi bile okunmuyor. Oysa Erdoğan Kürt meselesinin nasıl çözülmesi gerektiğini teferruatıyla görüşmüş anlaşmış ve uygulamayı Yalçın Akdoğan’a görev olarak vermişti. Oturuldu, konuşuldu. Evvela kamuoyu önünde saptanan barış ilkeleri madde madde okundu ve açıklandı. Barış için izlenecek yol ve yöntemi belirleyen bir kanun da çıkarıldı. Fakat Erdoğan ani bir dönüş yaptı. ‘Ben ne masa kurdum. Ne kimseyle anlaşma ve sözleşme yaptım. Benim meselenin çözülmesine ve konuşulmasına izin verdiğim iddiası da doğru değildir’ dedi. Herkesi yalancı çıkardı ve birden bire bir politika değişikliğine geçti. Bu politika güvenlikçi politikadır.
Yerel seçimlere dair konuşulan ittifak politikaları için ne düşünüyorsunuz?
CHP yerel seçimlerde ittifakı kimlerle yapacak? HDP’yi sürekli şekilde itmeye devam ediyor. HDP’yi AKP ne ölçüde dışlıyorsa o da aynı ölçüde dışlıyor. HDP’nin milletvekilleri tutuklanıp hapishanelere kapatılmasına sebebiyet veren Cumhuriyet Halk Partisidir. Eğer CHP, hukuk dışı anayasa değişikliğini desteklemeseydi; dokunulmazlıkları kaldıran ‘Savaş hali yasası’ Meclis’ten geçmez ve HDP milletvekilleri tutuklanamazdı. AKP değişiklik tasarısını genel oya sunmaya cesaret edemezdi. Bu nedenle ‘HDP milletvekillerini cezaevine kapatan CHP’dir’ yargısı bir haksızlık değil, gerçeğin içtenlikli beyanıdır. Erdoğan’ın iğvasına kapılarak HDP’ye karşı düşmanca uygulamaları tasvip CHP hangi yüzle HDP’ye ittifak önerisinde bulunacak. Ve HDP ona nasıl güvenecek. CHP ile ittifak sorununu görüşmek için partide köklü bir yönetim değişikliği olması zarureti vardır. Kaypakça davranan, her gün ayrı bir politika izleyen bir yönetim kadrosu ile güvenerek ittifak yapmak çok zordur. Parti içinde de bazen bu grubu, bazen öbür grubu tutan bir liderlik anlayışıyla CHP’nin bir yere varması mümkün değil… Zaten Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı politika da partideki gruplar arasında denge sağlama çabası değil midir? Bir gün en sağdaki grupla iş birliği yaparken, ertesi gün de soldakilerle iş birliği yapabiliyor. Böyle politika olmaz. Dürüst olmalı. Mesela CHP’deki gerçek sosyal demokratlara yönetimde ve Meclis’te yer verilmiyor. Yarın bu grup güç kazanırsa onlardan yana bir politika öne çıkar. Bugün onların hiç birine milletvekili olma imkânı tanınmadı. Onlar öyle kenarda duruyor. Sesleri de çıkmıyor. Hâlbuki çıkıp dışarıda bir Sosyal Demokrat Derneği kursalar, sosyal demokrasi konusunda açıklamalar yapsalar çok daha yararlı bir iş yapmış olurlar. Mesela Ercan Karakaş, Fikri Sağlar gibi isimler var. Onların parti grubunda esamileri okunmuyor. Onlar da ‘bugün olmazsa yarın güçlenir, parti yönetimini ele geçiririz’ diyerek sabırla bekliyorlar.
HDP’nin radikal demokrasi programı CHP kadrolarının gelişmesine olumlu etki yapar. Ne var ki, CHP’nin yerel seçimler de HDP ile işbirliği yapmasının zorunlu bir gereklilik olmasına karşın açıktan bir işbirliğine yanaşacağına ihtimal vermiyorum. Çünkü Sayın Erdoğan’ın ve AKP’nin ithamkâr saldırılarından korkuyorlar. Bu korku partide ağırlığı olan ulusalcı kesimde çok daha belirgindir. Recep Tayip Erdoğan ve AKP’nin CHP ‘Kürtlerle işbirliği yaparak ülkeyi bölüyor’ ve benzeri suçlamalardan korkuyorlar. CHP’liler, Sayın Erdoğan’ın saldırılarına karşı ‘HDP mecliste üçüncü büyük gruba sahip anayasal bir siyasal partidir. Onunla işbirliği yapmak ya da ittifaklar kurmak en meşru bir haktır. Asıl suç sayılması gereken AKP’nin mesnetsiz iddialarıyla HDP’yi dışlamak ve suçluymuş gibi göstermektir.’ Suçlamalara karşı böyle haklı ve meşru bir savunmayı yaparak karşı saldırıya geçme cesaretini gösteremediğinden İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehir belediyeleri için ihtiyaç duyduğu HDP desteğini sağlamaya cesaret edemiyor.
CHP, HDP ile işbirliği yollarını açık tutmak için örneğin milletvekillerinin anayasa ve hukuk dışı yöntemlerle tutuklanmalarına karşı çıkabilirdi. Ama tam tersini yaptılar. Keza doğudaki yüz küsur belediyenin başkanlarının KHK’lerle görevden uzaklaştırılarak, yerlerine kayyum atanmasına karşı çıkabilirlerdi. Kayyum uygulaması anayasaya, hukukun temel ilkelerine aykırı ve milli iradenin tecellisini ihlal girişimiydi. Salt demokrasiyi koruma ve savunma adına bu eylemlere karşı çıkabilirlerdi. Oysa anılan eylemlerin tümü anayasanın ihlali ve demokratik hukuk düzenini tahrip girişimleridir. Ana muhalefet partisinin birinci görevi iktidardın hukuksuz eylem ve edimlerine karşı çıkmak. Toplum adına denetim görevi yapmaktır. CHP’nin, Sayın Erdoğan’ın haksız tasarruflarına sonuna kadar karşı çıkması gerekirdi. Oysa tek kelime etmediler. Bunlarla nasıl iş birliği yapacaksınız? Kayyum atamalarına karşı çıkmayan ve bunun için mücadele etmeyen bir siyasi parti demokrasiyi savunan bir parti olamaz.
HDP’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre ideolojisi ve izlediği temel politikalar açısından HDP, bugün yürürlükte olan otoriter tek adam rejiminin yegâne alternatifidir. HDP, geliştirdiği ileri demokrasi anlayışı ve izlediği halktan yana politikalarla ana muhalefet partisi görevini yapma yükümlüğüyle karşı karşıyadır. Çünkü diğer partiler birbirinin benzeri ve aynı dünya görüşüne sahip olan kuruluşlardır. HDP dışındaki partilerin tümü milliyetçi, ırkçı ve farklı nüanslarda evrensel nitelikteki laiklik karşıtı partilerdir. Bunların karşısında çağdaş demokrasiyi, yani özgürlükçü ve çoğulcu demokratik hukuk devletini eksiksiz biçimde savunan tek parti HDP’dir. Bu özellikleriyle HDP hem rejimin hem de iktidardaki AKP’nin tek alternatifidir. HDP kuruluştaki programını ve seçim kampanyalarında açıkladığı ilkeleri tabana yayarak Türkiye halklarına anlatabildiği takdirde iktidara gelmesi kaçınılmazdır. Bunun için öncelikle partideki ideolojik karşıtlıkları bertaraf edecek, sürekli bir iç eğitim programı uygulanmalıdır. HDP’nin, eğitim konusunda partili ya da parti yandaşı uzmanlardan yararlanma olanağı çok geniştir. Bu uzmanların harekete geçmesini sağlayacak parti yöneticileridir. Eğitimden geçerek yetişmiş partili elemanlar konuşmacı olarak köy, mahalle ve kasabalarda çalışmak suretiyle HDP’nin düşüncelerini halka yayabilir. Bu, başarının ihmal edilemez ilk şartıdır. Keza partinin maruz kaldığı saldırıları bertaraf etmek, hasım partilerin yalan ve iftiralarına karşı koymak için güçlü bir ideolojik mücadele için de hazırlıklı olmak gerekir. Ancak bu ilkeler çerçevesinde tutarlı ve sürekli bir çalışma ile HDP iktidar olmayı hak eder. Unutmamak gerekir ki, hasım partiler güçlerini kurulu düzenden, geleneklerden ve paradan alırlar. HDP ise hem parasız hem de kurulu düzene karşıdır. Onun da gücü özgürlüklerden yana olmaktan, ileri bir demokrasiyi, hukuk devletini ve insan hakların savunmaktan gelmektedir. İdeolojisi güçlü ilerici, çağdaş partilerin başarısı sürekliliği olan tutarlı bir çalışmaya bağlıdır. HDP’nin güçlü ve inançlı kadroları vardır. Eksik olan bunların tutarlı ve programlı bir çalışma düzenine girmelerini sağlamaktır. HDP’nin başarılı olmasının sırrı onun dünya görüşünde ve radikal demokrasi anlayışında saklıdır.
Belediyelere atanmış kayyumlardan kaynaklı bölgede seçimlerin önemini arttırıyor. Siz ne dersiniz?
Kayyum atanmasına karşı olmak ve bunu siyasetin gündeminden çıkarmak Türkiye’nin demokrasi mücadelesine katkı yapmak ve daha ileri bir mevzi kazanmak anlamına gelir. Bunu kim yapacak? HDP’nin bunu tek başına yapması beklenemez. Neden yapamaz? Çünkü Sayın Erdoğan ve AKP devlet olanaklarını da kullanarak üç yıldan beri HDP’nin terör örgütünün bir uzantısı olduğunu iddia ederek onu dışlamaktadır. Kamuoyunda yaygın bir HDP düşmanlığı oluşturuldu. HDP’ye yakın durmak onunla işbirliği ya da ortak bir çalışma yapmak suç haline getirilmiştir. Bu durumda HDP, Türkiye siyasetinin ikiyüzlülüğünü sergileyerek milli irade savunucularına, vatandaşın seçme ve seçilme hakkı ile kutsal oy hakkının ne anlama geldiğini, seçimlerin ne amaçla yapıldığını sorması gerekir. Örneğin Kurtuluş Mücadelesinde Kuvâ-yi Milliye örgütlerinde bile yöneticilerin seçimle belirlenmesini isteyen Mustafa Kemal’dir. Onun izinden gittiklerini söyleyen CHP’li Kemalistler seçilmiş Belediye Başkanlarının yerine kayyum atanmasına neden karşı çıkmadılar? Keza Cumhuriyeti, Atatürk’ün ilke ve inkılâplarını korumayı görev bildiklerini iddia eden CHP’liler Cumhuriyet kavramı ile kayyum atanmasını nasıl bağdaştırabildiler?
Ana muhalefetin birinci görevi rejimi korumaktır. Devletin kuruluşunda Mustafa Kemal ve arkadaşları padişahlığı ilga ederek cumhuriyeti kurdular. O günden itibaren yapılan bütün anayasalarda devleti tanımlayan birinci madde ‘Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir’ şeklinde yazılmaktadır. Bu, Türkiye’de devlet yönetiminin ancak ve sadece seçimlerle belirleneceğini, anlatan kesin bir hükümdür. CHP, Recep Tayyip Erdoğan’ın gündemi belirleme amacıyla ortaya attığı yapay sorunlara takılarak ona vakit kazandıracağı yerde öncelikle rejimi koruma görevini yerine getirmelidir. Çünkü ana muhalefet partisinin birincil görevi rejimi korumaktır. Oysa Sayın Erdoğan’ın ifade ettiği gibi ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ Anayasada yazılı olsa bile bugünkü rejim evrensel nitelikte cumhuriyet olmaktan çoktan çıktı.
HDP’nin bugünkü birincil görevi CHP’yi uyarmaktır. Devletin temelini oluşturan ‘seçimle gelen ancak seçimle gider’ ilkesine aykırı her türlü uygulamayı CHP ile birlikte reddetmeye ve muhalefet görevini dayanışarak yapmaya hazır olduklarını bildirmelidir. Ve CHP’yi rejimi korumak olan asli görevine yapmaya davet etmelidir. Bu görev diğer muhalefet partilerine de düşmekte. Çünkü çok partili yaşamın tek güvencesi seçimlerdir. Önce Belediye Başkan ve Meclislerinin seçimleri kaldırılır, sonra da adım adım giderek bütün seçimlere son verilir. Kimi Güney Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, bugünkü otoriter tek adam rejimi de beklenmedik bir anda hayat boyu tek adam rejimine dönüşebilir. Nitekim 1946’dan beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti Parlamentoya dayalı çok partili bir sistemle yönetilmekteydi. Hiç beklenmedik bir tarih kesitinde 2017 yılı Nisan ayında kotarılan bir anayasa değişikliği ile parlamentoyu işlevsizleştiren, kuvvetler birliğine dayalı otoriter tek adam rejimine geçildi. Yarın bir gün meclise gelecek bir anayasa değişikliği teklifi ile Sayın Erdoğan’ın hayat boyu Cumhurbaşkanı olmasını kim engelleyebilir. Keza, aynı yöntemle, çok partili sistemden tek partili sisteme geçmek de ihtimal dışı sayılamamalıdır. Bu nedenle varlık nedenlerini korumak ve rejimin devamını sağlamak için bütün muhalefet partilerinin kayyum atanmasına elbirliğiyle karşı çıkmaları gerekir. Siyasal hayatın hiçbir evresinde kayyum atanmasına başvurulmayacağı anayasal güvenceye bağlanmalıdır. Bu kampanyanın öncülüğünü HDP yapmalıdır. Önce bireysel düzeyde her eğilimden milletvekilleriyle dostça bir diyalog başlatarak yapılacak sohbet görüşmelerinin giderek partiler arası görüşmelere evirilmesi sağlanabilir. Böylece kayyum karşıtı etkin bir kampanyayı başlatmanın ve başarıya ulaştırmanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Yerel seçim kampanyasında HDP’liler kayyum atanan Belediye seçimlerini kazanmayı bir onur ve namus meselesi olarak ele almalı, vatandaşların kendi seçtiklerine sahip çıkmaları istenmeli. ‘Oy namustur’ diyen siyasetçilere bir ders vermek için kendi namuslarını korumak amacıyla kayyumları kendi oylarıyla tasfiye etmelidirler. Seçmek ve seçilmek temel vatandaşlık hakkıdır. Seçtiklerini koruyamayan topluluk üyeleri ya vatandaş olamamış ya da bu haklarını kaybetmişlerdir.
HDP, kayyum atanan bütün belediyeleri mutlaka alacaklarını söylüyor…
Bunu doğru ve gerçekçi buluyorum. Bunda ısrar etmeleri ve kamuoyunu bu doğrultuda hazırlamaları gerekir. Kayyumla yönetilen il ve ilçelerde vatandaşların uygun gördüğü kişileri seçmeleri bir insanlık hakkı olduğu hatırlatılmalı ve bu haklarının gasp edilmesine karşı çıkarak kendi adaylarını seçmenin bir onur ve de bir namus meselesi olduğuna vurgu yapılmalıdır. HDP, tüm vatandaşlara ‘seçtikleri belediye başkanlarını ve belediye meclislerini korumanın bir namus borcu’ olduğu hatırlatılmalı. Çünkü ‘oy namustur’. Oyuna ve seçtiği başkana ya da kurula sahip çıkamayan vatandaşın onurunu kaybedeceği hatırlatılmalı ve mutlaka kayyuma karşı kendi adayları için oy kullanmaları istenmelidir.