Tarihsel yaşanmışlıkların, olay ve olguların, zamanın ve mekanın ruhu esas alınarak değerlendirilmesi, toplumun ve tarihin doğru temellerde tanımlanması, geleceği inşa etme bakımından belirleyicidir. Özellikle hiyerarşik-devletçi tarih anlayışı tarihsel olayları parçalı ele alan, tarihi egemenlerin tarihi olarak değerlendiren, zamanın ve mekanın ruhunu esas almayan tarih anlayışını topluma dayatan bir zihniyete sahiptir.
Özellikle pozitivist bir anlayışla mitoloji ve dinsel düşünce aşamasındaki hakikat paydasının yok sayılması, insanlığın toplumsal hafızasının yok edilmesi anlamına geliyor. “Bu noktada pozitivizmi eleştirerek, dinde ve mitolojideki hakikat paydasını açığa çıkarmak, bu düşünce ile yaşamı algılayan toplumları sosyolojik temelde çözümlemekteyiz.” Bu perspektifle tarihte yaşanmış bir olay olan “Kerbela katliamına” bakmak, yaşananları sosyolojik temelde ele almak, tarih ve gelenekten kopmadan anlamak, Alevi süreklerinin günümüz ve geleceği inşa etmesinde belirleyici olacaktır.
Alevi süreklerinin oruç tuttukları Muharrem ayındayız. Son günlerde Alevi toplumu içinde yaşayan birçok yazar, Pir, araştırmacının Hz. Hüseyin ve Kerbela ile ilgili; indirgemeci, pozitivist bir anlayışla değerlendirmeler yapmaları, bu değerlendirmeleri bilimsel, çağdaş, devrimci kavramları esas aldıklarını söylemeleri, Hz. Hüseyin’i “dinci, iktidar sevdalısı, halife olma meraklısı, çok eşli olması, Ocak evladı olmaması..” şeklinde tarihsel hakikatten uzak bir anlayışla mahkum etmeleri; Kerbela’da iktidar İslamını, karşı kültürel direniş damarını görmezden gelmeleri anlamına gelir. Ayrıca zamanın ve mekanın ruhu esas alınmadan tarihsel okumalar yapılması anlamına da gelir. Sonuç itibariyle Alevilerin yaşadıkları ve yaşayacakları sorunların çözümüne, Cumhuriyet Modernitesi sürecinde inkar ve imhanın engellenmesine ne kadar katkı sunacağı tartışmaya açıktır. Kerbela’da yaşananları doğru bir tarih bilinci ile sınıfsal, ekonomik ve siyasi çerçevede değerlendirmek, çelişkileri bu bağlamda değerlendirmek en doğru yaklaşım olacaktır.
Kapital İslamın temellerinin atıldığı Muaviye zamanında iktidar İslamı saltanat, ganimet, baskı şeklinde, ahlaktan yoksun bir yaşamı esas aldı. Muaviye kendini Halife ilan etmiş bir tüccar, ordu komutanı, yasama, yürütme ve yargının başı olan bir kabile aristokratıdır. Yaptıkları ile adalet ve hakkaniyeti gözetmemiş, kültürel İslamın bütün değerlerini yok etmiş, muhalif olanları baskı altına almış, bin bir türlü entrika ve hile ile İslamı, iktidarı için araç haline getirmiş bir zihniyetle saltanatını sürmüştür. “Böylece ‘meşru halife’ ünvanına kavuşan Muaviye, İslam’a saray, şatafatlı camii, babadan oğula geçecek saltanat, istihbarat örgütü ve devlet tipi örgütlemenin diğer kurumlarını getiren adam olarak tarihe geçmiştir.” Kendisini halife ilan ederken referans aldığı Kur’an’ı Sıffın savaşında mızrak uçlarına takmakta sakınca görmemiştir. Kısacası iktidar için her şeyi meşru gören bir kişilik. Emevi İslam anlayışı olarak tanımlanan bu anlayış günümüzde de birçok İslam ülkesinde hala devriye halindedir. İktidarları için “karşıt İslam veya iktidar İslamını” esas alan bu anlayış Yezid döneminde de devam etti. Artık babadan oğula geçen saltanat anlayışı toplumda muhalefet ile karşılık bulsa da kendi sınıfı içerisinde rıza üretmeye de başlamıştır. Yezid döneminde “karşıt İslam” anlayışı, baskıcı yönetim, artık bir dikta rejimi halini almıştır. Kültürel İslamın özünden uzaklaşma, ölçüsüzleşme, yoksunluk esas alınmıştır.
İktidar İslamına karşı Hz. Hüseyin daha Yezid halife olmadan karşı çıkmış, bu düşüncesini dile getirmiştir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin’in muhalif kişiliği Yezid’in halifeliğinden önce başlamış ve bu süreç Kerbela ile en üst düzeyde bir kültürel direniş damarı ile sonuçlanmıştır. Yezid halife olduğunda Hz. Hüseyin ona biat etmemiş ve muhalif kişiliğini göstermiştir. Yezid iktidara geldiğinde Hz. Hüseyin başta olmak üzere tüm muhaliflere kendisine biat etmeleri için çağrıda bulunmuştur. Hz. Hüseyin ve muhalifler bu çağrıya olumsuz karşılık vererek 680 tarihinde Muharrem ayında Medine’den Mekke’ye giderler. Küfeliler bu süreçte kendisini Küfe’ye çağırırlar ve kendisine biat edeceklerini söylerler. Kendisine inananların bir kısmı Küfe’ye gitmemesi gerektiğini söylerler. Kendisine verilen ikrara güvenerek Küfe’ye doğru yol alır. Muharrem ayı İslam öncesi dönemde de kutsal bir aydı. Bu ayda savaşılmaz, barış ve birlik içinde olunurdu. Hz. Hüseyin biraz da bu geleneğe güvenerek yola revan oldu. Eksik yoldaşlık, düşürülmüşlük, rüşvet, ikrarına sadık kalmama, kısacası düşkünlük hali Küfe’de kendisine meydan açmış, kadim geleneği yok saymıştı.
“Küfe ruhu” olarak tanımlanan bu düşkünlük hali günümüzde hakikat ve özgürlük mücadelesi verenlere karşı hala devam etmektedir. Bu düşkünlük hali, bin bir türlü hile, yalan ve oyun ile Hz. Hüseyin’i “ölüm ile Yezid’e biat” ikilemine mecbur etme siyasetiydi. Başka bir ifade ile Muaviye zihniyeti oğlu Yezid döneminde devam ettirildi. Devlette devamlılık esastır mantığı; “zülme karşı direnenlere her türlü baskıyı yapma” olarak kendisini göstermiştir. Bu anlayış geçmişten bu güne kadar devam etmektedir. Dersim Serdarı Pir Sey Rıza darağacında son nefesini vermeden önce “Evladı Kerbelayız. Bî hatayız. Ayıptır, zulümdür, günahtır, cinayettir” diyordu. Pir Sey Rıza Kürt ve Alevi kimliğinden kaynaklı olarak Cumhuriyet modernitesinin Dersim Kerbela’sında Hüseyni duruşu sergilemiştir. Sey Rıza bu duruşu ile hem ihanetçi, düşürülmüş düşkün kişiliklere bir ders vermiş hem de zulüm altındaki her mekanın Kerbela olduğunu dile getirmiştir. Bu katliamlar Cumhuriyet modernitesinin Kerbelaları olarak; Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim, Çorum, Maraş, Sivas, Gezi, Gazi, Gar Katliamı, Roboski’de…. devam etmiştir. Zulme rıza göstermeyenlerin, Hüseynî duruşu gösterenlerin uğradıkları katliamların toplumsal karşılığı Kerbela’dır.
Kerbela katliamı, saltanat odaklı İktidar İslam’ının tekçi anlayışına karşı demokratik bir duruştur, kültürel bir direniş damarıdır, mazlumların zalime karşı meydan kurmasıdır, serden geçmesidir.
Devlet eksenli siyaset anlayışını esas alan Muaviye ve takipçisi olan oğlu Yezid için “amaca ulaşmak ve iktidarı ele geçirmek için her yol mübahtır” anlayışı resmi devlet anlayış halini almıştır. Bu mana ile Kapital İslamın öncüsü olan Muaviye zihniyetini ve Yezid zihniyetinin günümüzdeki temsilcilerinin bilince çıkarılması, yeni Kerbelaların yaşanmaması anlamına gelecektir.
Kerbela katliamı, devlet yönetimini ele geçiren dinci, mülkiyetçi, iktidarcı, tekçi bir anlayışın, bir hırsın, ahlaktan yoksun bir yönetimin, devlet eksenli siyaset anlayışının; toplumsal ahlakı, inançtaki hakikat paydasını, kültürel direniş damarını, öteki inançları, en kutsal değerleri nasıl yerle yeksan ettiğinin en somut örneğidir. Aynı siyaset anlayışının neler yaptığını en somut şekilde Reya Heq Alevi toplumunun bilince çıkarması gerekiyor.
Özellikle söz konusu Ortadoğu ve Mezopotamya olduğunda, Müslümanlarının yaşadığı topraklarda Emevi İslam anlayışı sevdalısı yönetimler her gün mazlum halklara Kerbelalar yaşatmaktadırlar. Bu zulme karşı “ferman Yezid’in ise meydan Hüseyin’indir” diyen direniş damarı da kendini yenilemektedir.
Direnerek yaşayanlara, bu uğurda Serdar olanlara aşk olsun.