Hegemonyanın yaralı bırakarak sahiplenme stratejisi sürüyor. Darbeleyip yaralı bırakmak ve çözümsüzlük bataklığında tutarak yönetmek egemenlerin tarihsel süreçte başvurdukları yönetme taktiklerinin başında gelmektedir. Tümden yok etme ve imha etme yerine zayıflatarak avını avlama tekniği avcı ve toplayıcı topluluklardan bize kalan eski bir avlanma yöntemidir. Bu avlanma yöntemi bugün yaşamın çok farklı zeminlerinde, farklı ilişki bağlamları içinde hala ciddi bir alıcı kümesine sahip. Özellikle küresel ve bölgesel siyaset arenasında en çok başvurulan yöntem olmayı sürdürüyor.
Yaralı bırakarak zayıflatma tekniği küresel ve bölgesel siyasette farklı müdahalelerle yaşanıyor. Suriye rejim olarak ayakta kalmasına rağmen yerle bir edilmiş bir ülke ve hala küresel savaşın kalbi. İran resmen budandı. Filistin’de Hamas çökertildi, Gazze’de soykırım mekan düzenleme ile el ele gidiyor. İsrail batının bataklığından kurtulamıyor ve her zamankinden daha fazla riskli işlere girişti. Rusya, Ukrayna bataklığına çakıldı ve Suriye savaşında elde ettiği karizması çizildi. Şimdi kuşatmayı yarmakla meşgul. AB, Ukrayna savaşıyla ABD’nin güvenlikçi paradigmasına teslim oldu. Beyin ölümü gerçekleşti denilen NATO, aniden ve bir kez daha dünyanın en büyük güvenlik paktı haline geldi. ABD’de sonbaharda seçimler var ve Trump’a yapılan suikast yeni bir sürecin startı olabilir. Sanki görünmez bir el dünyayı yaralıyor ve yönetiyor.
Türkiye hem Kürt savaşı ve iç kavgalar hem de Suriye savaşındaki yayılmacı motivasyon sonucunda büyük darbeler aldı. Türkiye’nin Suriye dış politikası ve Kürt meselesini yönetme biçimi sürdürülebilir değil. Bedel herkes için giderek ağırlaşıyor. Suriye savaşı aynı zamanda Türkiye savaşıydı ve Suriye’den sonra en fazla yıpranan ülke Türkiye oldu. Farklı ideolojik angajmanlara rağmen genel olarak normalleşmeden yana olan eğilimin güçlü olması Türkiye’de uzun süreden beri yaşanan krizin derinliğinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin Esad ile yumuşama girişimleri de yaşanan krizin derinliğinin bir parçası. Gelinen aşamada içerde ve dışarda zorunlu olarak “orta boy uzlaşı ve normalleşme” girişimleri olsa da sistemin kendi içinde karar almakta ve ortaklaşmakta zorlandığı anlaşılıyor.
Bu tabloda İran’ın içine sürüklendiği durum da dikkat çekici. İran’ın Arap baharında ve özellikle Suriye savaşıyla elde ettiği üstünlüğü aşamalı saldırılarla darbelendi. Kasım Süleymani’nin suikastle öldürülmesi, mezarının başında yapılan anmada bombalı saldırıyla yüzlerce insanın öldürülmesi, Suriye’de generallerin öldürülmesi, İsrail ile savaş denemeleri ve en son cumhurbaşkanının henüz netleşmiş olmasa da suikastle öldürülmesi İran’ı sınırlayan parametrelerdir. Aşamalı ve planlı saldırılarla İran adeta budandı. İran’ın budanması sürerken seçimlerle kaostan çıkış şansı verildi. Yani şimdilik Büyük İran Savaşı askıya alınmış gibi görünüyor. Reforme edilmiş bir İran iç ve dış krizlerini bir süreliğine aşabilir. Hakeza bir süreliğine başkaları için risk olmaktan çıkabilir. İran’ın nasıl bir yol izleyeceğini yakın zamanda göreceğiz.
Kapitalizmin içsel krizlerini büyük savaşlarla atlatma stratejisi her zaman başvurulacak bilindik yollardan biri. Askeri projelerle sermaye yapılarının iç içe geçmeye başlamasına paralel küresel çapta yükselen bir “savaş rejimi” uzun süreden beri konuşuluyor ve aslında bir yönüyle bu savaş çoktan başlamış durumda. İkiz Kuleler bir başlangıç olarak kabul edilebilir. Ve sonrasında süregelen savaşlar, olaylar, hastalıklar, ekolojik yıkım ve kırım bu savaşın teknikleri olarak düşünülebilir. İktidarların askeri-sınai-bilişim kompleksleri ve savaş araçlarının ticaret ve sermaye birikim süreci içindeki yerinin yükselmesi ise üçüncü dünya savaşının kapsamı ve karakteri hakkında bir fikir veriyor. Yeni siyasi ve iktisadi güç merkezleri kuruluyor. Tüm gelişmeleri (sağın yükselişi, savaş rejimi, ekonomik ve ekolojik krizler) dünya sistemi içinde bütünlüklü okuyabilmek önemli.
Arap Baharı’nın sonrası ne?
Arap Baharı Ortadoğu siyasetinin sürdürülemez olduğunu bize göstermişti. Halk ayaklanmalarıyla başlayan alt üst oluş, sadece Araplarla ve baharla sınırlı kalmadan, bölgesel ve küresel ölçekte jeopolitik-jeostratejik kırılmalara neden olmuştu. Bölgesel monarşiler dağılmış, yerel iktidarlar zayıflamış, halk devrimleri ise kontrol altına alınarak dengelenmişti. Özellikle Arap baharında ortaya çıkan halkların özgürlük arzusu sistemi fena ürkütmüştü. Düzene batırılan devrimci çomak bölgesel ve küresel dengeleri bozmuş fakat sonrasında halklar ve devrimci dinamiklerle kurulan ilişki ağı devrimci perspektifi budamayı esas almıştı.
Ortadoğu’nun normalleşmesinden bahsetmenin neredeyse imkansız olduğunu biliyoruz; ancak burada uygulanmak istenen yeni düzen hakkında sorular sormak ve politik anlam dünyalarını zenginleştirmek önemli bir ihtiyaca cevap olabilir. Arap Baharı’nın sonrası ne? Yeni ve eski güç merkezleri arasında ilişkiler nasıl olacak? Enerji fay hatlarının savaş rejimi içindeki yeri nedir? Ve en önemlisi halkların sessizliği ne kadar sürecek? Bu soruların cevaplarını henüz bilmiyoruz.
Savaşlar, hastalıklar, göçler, mülteci sorunu, gıda, su, iklim gibi ekolojik krizler, yoksulluk ve işsizlik, güvenlik sorunu, sınırlarda örülen koca duvarlar, ulus devlet yerine çıplak devletin geri dönüşü, devasa gözetim, denetim ve kontrol teknikleri hem yaşamı fazlasıyla zorlaştırıyor, hem de bölgemizin-dünyamızın yaşanılabilir bir yer olmaktan uzaklaştığını, güvensiz bir yer haline geldiğini gösteriyor. Yeni bir düzen mi, düzensizlik mi? Doksanların başında tarihin sonu ilan edilmişti. Şimdi ne ilan edilecek? Hakeza medeniyet çatışmalarıyla yeni bir dönem başlamıştı. Şimdi ne başlayacak? Olacak olanı analiz etmeden önce olanı doğru anlayıp önlem almak şart.
Bu durumda ne yapabiliriz, olanları seyredip kaderimize razı mı olmalıyız, yoksa kaderimizi çizebileceğimiz yeni siyasi alternatifler mi üretmeliyiz? Sol siyaset başta olmak üzere, emek, ekoloji, kadın ve barış hareketleri gibi toplumsal hareketler ne yapmalı, nasıl yapmalı? Ortak hareket etme konusunda zaman zaman kafa karışıklığı yaşasak da kafamızın her zaman net olması gereken şeyler de olmalı.