Devlet, insanlık tarihi kadar eski değildir. Toplum giderek zıt çıkarlar sahibi gruplara bölündüğünde, bir grubun yaşamını diğer grubun emeğine el koyarak sürdürmeye başladığı noktada sömürülenlerin direncini sistematik olarak bastıracak bir araca ihtiyaç duyulduğu anda ortaya çıktı. Böylece devletin asli niteliği de tarihsel olarak ezilenler üzerinde bir basınç aygıtı olmasıyla belirlendi. Yine hukuk da söylenildiği gibi ‘nerede toplum olmuşsa, orada hukuk olmuştur’ gibi bir çarpıtmayla açıklanabilir değildir. İlkel komünal üretimin geçerli olduğu, mal-mülk kaygılarının ve sınıf kavgalarının olmadığı lidersiz topluluklarda ne devlete ne de hukuka katlanılırdı; sadece herkesin dışarıdan herhangi bir zorlama olmaksızın, kendiliğinden uyduğu, konsensüse dayanan dayanışma kuralları vardı.
Ancak özel mülkiyet ve sömürücü sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte uzlaşmaz çelişkilerin görünürlüğünün üstüne bir perde çekebilmek için ‘hukuk’ peydah edildi. Yani, devlet de hukuk da ekonomi de baskın olan sınıf tarafından tercih edilen ve onun çıkarlarını sağlayan bir araçtır. Bir zor aygıtıdır. Ancak devlet; yalnızca burjuvazinin, ezilenlere doğrulttuğu bir silah olması mahiyetiyle kendi varlığını sürdüremez. İşte tam bu noktada burjuvazi, ‘hukuk’ denilen Truva Atı’nı saflarımıza göndererek ezilenler cephesini bölmeye ve rıza üretimine girdi. Devlet ve hukuk, ezilenler için Lenin’in deyimiyle cellat ve rahibe oldular. Bir tarafta itirazlarımızı ve öfkemizi bastırmak için cellat, diğer tarafta kitleleri düzene tabi kılma, bağlama, boyun eğdirme rızasını oluşturma, kendini kitlelerden yana gösterme, teselli, sahte umutlar, uzlaşı ve manipülasyon için rahibe.
Burjuvazinin devletinin ve hukukunun bu çelişkili varoluşu, egemenler ve ezilenlerin daimi kavgasının bazı anlarında karşı karşıya gelirler. Ordu, polis, mahkeme, hapishane vb. gibi yasal zorbalıkların gelişen olayları burjuvazi lehine düzen içerisinde tutamadığı anlarda devlet canavarını perdeleyen hukuk, canavarın karşısına dikilir. Burjuva devlet kendi yasallığına ve uluslararası yasalara, yükümlülüklere sığdıramadığı saldırı ve politikaları kontrgerilla, mafya vb. güçlerle yaptırır. Özellikle ezilen ulusların veya işçi sınıfının mücadelesinin yükseldiği anlarda, burjuva devlet, yasadışılık ve gizlilik ihtiyacı duyar. Bu yasa(!)dışı güçler; sermaye birikimi ve yüksek kârlar için kullanıldıkları gibi ezenlerin kırbacı olarak şiddet, zor, tehdit, şantaj, rüşvet gibi yöntemleri kullanırlar. Yine uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, kadın ticareti, kumar, şans oyunları, eğlence sektörü, göçmen kaçakçılığı, organ kaçakçılığı gibi faaliyetler gösterir ve konumuzla ilgisi açısından sömürgeci savaşlarda özel askeri güçler olarak yer alırlar. Kapitalist devletler bu yasadışı yapıları tasfiye etmek istemezler.
Bu nedenle burjuva devletin asli niteliğinin bir görünümü olan yasadışılık ihtiyacını görmezden gelerek ‘mafya devleti’, ‘çete devleti’ gibi tanımlamalar devleti açıklamaz, bu özellikler burjuva devlete içkindir. Bütün burjuva devletler için geçerli olan bu tanımlamalar ışığında Suruç Katliamı’na giden sürecin ve adaletsizliğin incelenmesi, söz konusu tanımlamaların doğruluğunu ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Rejimin kolonlarının sarsılışı: Suruç Katliamı’na giden süreç
Katliam öncesindeki gelişen mücadeleyi ve siyasi krizi anımsamak gerekiyor. 2011’de HDK kurulmuş, 2013’te HDP meydana gelmişti. Kürt halkı örgütlü gücünü geliştiriyor, Türkiye’nin batısında da ezilen sınıf ve kimlikleri etrafında topluyordu. Türkiye işçi sınıfını bölen şovenizm dalgası bizzat Kürt halkının örgütlü mücadelesi ile kırılıyor, Türkiyeli emekçiler yoksulluklarına odaklanıyor ve bu gelişmelerden sonra Gezi ayaklanması doğuyordu. Halklar arasında birlik, beraberlik ve dayanışma örülüyordu. Milyonlar Türkiye’nin 80 kentinde sokaklarda direniyordu. Yeşertilmeye çalışılan IŞİD terörü yeniliyor, Kobanî direnişi tüm dünyadan yankı buluyor, Rojava Devrimi ışıldamaya başlıyordu. HDP’nin 7 Haziran seçim zaferiyle birlikte rejim alt üst oluyordu. İşte bu koşullar altında Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu, yıkılmış bir kenti, Kobanî’yi, yeniden kurmak, oradaki çocuklara oyuncak götürebilmek için bir kampanya başlattı. Kampanya ilgi uyandırdı, yüzlerce insan, onlarca kentten, Kobanîli çocuklarla dayanışmak için yollara düştüler. Rejimin varlığını tehlikeye düşüren birleşik mücadele gelişiyordu.
Yasadışılık: Suruş Katliamı ve adalet mücadelesi
20 Temmuz 2015’te de bir dönemin kapanışının, yeni bir dönemin açılmasının hamlesi yapıldı. Katliam gerçekleştirilmeden önce Suruç’ta sosyalist gençliğin toplanacağı Amara Kültür Merkezi’ne yönelik, birkaç ay önce gözaltına alınıp serbest bırakılan IŞİD’li Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün bombalı bir eylem gerçekleştirilebileceği ve gerekli tedbirlerin alınması gerektiği bölge emniyetine iletildi. Aranan bir IŞİD’li olan Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün katliamın hemen öncesinde kimlik bilgileri emniyet yetkilileri tarafından sorgulanmasına rağmen elini kolunu sallayarak üzerinde bomba ile Amara Kültür Merkezi’ne geldi, 33 düş yolcusu ölümsüzleşti, yüzlerce insan yaralandı. Katliamdan hemen sonra yaralıların hastaneye gidebilmesi engellendi, polis katliamın yaşandığı alana gaz bombası attı ve böylece erken müdahale imkanı kalmadı. Katliamın yaşandığı bölgede motosikletli şüpheli bir şahıs, halk tarafından yakalandı ve çantasında IŞİD bayrağı bulundu. Halk tarafından polise teslim edilen şüpheli hakkında takipsizlik kararı verildi.
Katliam soruşturmasına gizlilik getirildi. 3,5 yıl sonra dava açıldığında 5 saatlik kamera görüntüsünün eksik olduğu tespit edildi. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, Suruç Katliamı ile ilgili ‘Konuşursam yer yerinden oynar’ demesine rağmen mahkeme tarafından tanık olarak dinlenilmedi. Devlet Bahçeli katliamdan sonra SGDF’yi hedef alarak terör yaftası yapıştırmaya çalıştı. Katliam davasında tutuklu olan tek sanık Yakup Şahin tek bir sefer dahi duruşmaya getirilmedi. Katliam davasının firari sanığı İlhami Bali’nin aranırken Konya’da bir devlet hastanesinde tedavi gördüğü ortaya çıktı. Suruç Katliamı’nı gerçekleştiren Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi Yunus Emre Alagöz, 2 ay sonra Ankara Gar Katliamı’nı gerçekleştirdi. Etkin bir soruşturma veya kovuşturma yürütülmemesinin yanı sıra Suruç yaralıları, tanıkları, katliamda hayatını yitirmiş insanların aileleri, katliam davasının avukatları hakkında onlarca soruşturma açıldı, tutuklama kararları verildi. Suruç Katliamı’nın yıl dönümlerinde yapılmak istenen anmalarda yüzlerce insan gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. 8. yıldönümünde gözaltında alınan 155 kişiden 33’ü savcılığa çıkarıldı. 33 sayısının tesadüf olmadığı belli idi.
Ancak bütün bunlara rağmen 9 yıldır adalet mücadelesi devam ediyor. 107 aydır Kadıköy’de Halitağa Caddesi’nde ‘Suruç İçin Adalet Herkes İçin Adalet’ çığlığı yükseliyor. Yanlış anlaşılmasın, devletin adalet getireceğinden değil, adaletsizliğin bu düzenin bizzat kendisi oluşundan.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi, avukat