İktidarın Kürdistan illerinde kayyum politikasına dair çokça şey yazıldı. Halkın oylarıyla seçilmiş belediyelere kayyum atanmasının anti demokratikliğinden, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine; yerel yönetim olanaklarının iktidar yandaşlarına peşkeş çekilmesine ve hırsızlığa kadar pek çok mesele üzerinde duruldu. Ki, durulması da gerekir. Çünkü kayyum politikasında ısrar, göstermelik de olsa var olan seçme ve seçilme hakkının fiilen ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
En küçük demokratik hakkın bile direnilerek kazanıldığı coğrafyamızda, iktidarın kayyum politikasının esas nedeni, Kürt ulusu üzerindeki ulusal baskınının sürdürülmesi, ezilen bağımlı ulus statüsünün korunmasıdır. Güncel olarak ise bölge kaynaklarının yağmalanmasının devam ettirilmesi hedeflenmektedir. Dolayısıyla kayyum politikası faşizmin Kürt ulusuna ve onun iradesine yönelik çok yönlü ve kapsamlı bir saldırısıdır.
İktidarın Kürdistan’da kayyum politikasını sürdüreceğinin işaretleri vardır. Yerel seçim sonrasında Van’da yapılan gasp girişimi direnişle püskürtülmüşse de, Hakkari’de kayyum atanmıştır. Başta Amed olmak üzere diğer Kürt belediyelerine yönelik kayyum atama hazırlığı yapıldığı anlaşılmaktadır. Faşizmin Kürde “senin seçtiğin değil benim memurum yönetir” diyen kayyum saldırısına karşı başta Kürt halkı olmak üzere, devrimci demokratik muhalefetin mücadelesi sürmektedir.
Kabul etmek gerekir ki, faşizmin kayyum saldırısı sadece irade gaspı olarak gerçekleştirilmemektedir. Bunun yanında AKP, diğer pek çok konuda olduğu gibi gayet yaratıcı adımlar atmış görünmektedir. AKP kayyum saldırısıyla sadece yandaşlarını kayırmamakta, çok maaşlı bürokratlarla soygun yapmamakta aynı zamanda “hediye alımı” adı altında hırsızlıktan, ihale yolsuzluklarına, belediyeyi kendi kurduğu sendikaya üye yapıp sendika aracılığıyla soymaya kadar bir dizi “başarılı” pratiğe imza atmış durumdadır.
Coğrafyamız işçi sınıfının mücadele tarihinde “gangster sendikacılığı” denilen bir sendika türü bulunmaktadır. Günümüzde “mafya sendikacılığı” olarak da tanımlanan ve sendika örgütlenmesi diye pratikleştirilen yöntemle, sarı sendikacılığın kimi biçimsel yönlerinin bile önemi bulunmamaktadır. “İşçiye sendika lazımsa bir kurarız” denilerek doğrudan patron tarafından kurulan bu sendikanın sarı sendikadan farkı patronun kendi yandaşına sendika işini havale etmeyip doğrudan sendikayı kendisi kurmasıdır. Bir de patronların kendi aralarında kurdukları “işveren sendikaları” bulunmaktadır. Bu örgütlenmelerin amacının patronların çıkarlarını korumak olduğu açık olmakla birlikte AKP döneminde ve kayyum saldırısında bu tür sendikaların halkı soymanın bir aracı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Kayyumlar döneminde “gangster sendikacılığı”nın benzeri olarak “kayyum sendikacılığı” devreye sokulmuş görünmektedir. Örneğin 10 Haziran 2020-12 Mayıs 2022 tarihleri arasında Diyarbakır Valiliği yapan ve aynı zamanda Amed Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Münir Karaloğlu’nun (ki kendisi usulsüz ihaleler, işçi düşmanlığı, ithal müdürler ve en çok da kaftanlı selamıyla bilinir) aynı zamanda Yerel Yönetimler Kamu İşverenleri Sendikası (YERELSEN) kurduğu ve Mayıs 2009 ayına kadar bu örgütlenmenin genel başkanlığını yaptığı biliniyor. Bu kişi halen İçişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapmakta ve adı geçen sendikanın geçici yönetim kurulunda bulunmaktadır. Bu zatın, kayyum olarak atandığı Amed Belediyesi’ni kendi kurduğu YERELSEN adlı sendikaya üye yaptığı ve belediyenin de dört yıl boyunca bu sendikaya 2.904.846.91 lira ödettiği ortaya çıkmıştır.
Görüleceği üzere kayyum sadece Kürt halkının iradesini gasp etmemekte aynı zamanda halkın parasını gasp etmek için hemen her yol kullanılarak geniş çaplı bir soygun gerçekleştirmektedir. Kayyum kendi kurduğu ve yöneticisi olduğu sendikaya kayyum olarak atandığı belediyeyi üye yapmış ve yaklaşık 3 milyon liralık aidat vurgunu gerçekleştirmiştir. Tersten bir “gangster sendikacılığı” işletilmiştir.
Kayyumlar döneminde Galip Ensarioğlu gibi en az 86 akrabasını işe aldırarak belediyelerin birer arpalık olarak kullanılması örneğinde olduğu gayet “başarılı” pratikler hayata geçirilmişse de, kabul etmek gerekir ki bir işveren sendikası kurup bu sendika aracılığıyla halkı soymak gayet yaratıcı bir dolandırıcılık yöntemidir!