Her 25 Kasım’da olduğu gibi, bu yılda, Kadına Yönelik Şiddet gerçeğini tartışacağız.
Paneller, basın açıklamaları, yürüyüşler…
Biz bunları yaparken, her an yine kadınlar şiddet görmeye devam edecekler.
Şiddettin bu denli içselleştirildiği ve meşrulaştırıldığı bir coğrafyada, kadına yönelik şiddetin siyasi şiddet olduğunu ve her kadın cinayetinin siyasi bir cinayet olduğunu anlatmaya artık gerek yok!
Ben bugün yazımda, bir kez daha kadına yönelik siyasi şiddetin bedeninde biçimlendiği bir kadını anlatacağım.
Daha doğrusu bir kez daha hatırlatacağım.
Adı Fatma Tokmak!
1996 yılının Aralık ayında henüz 2,5 yaşında olan oğlu Azat ile birlikte İstanbul Terörle Mücadele Şubesinde gözaltına alındı.
Suçu mu, misafir olarak kaldığı bir evde, siyasi nedenlerle bir cinayet işlendiğiydi. Fatma’nın olaydan haberi dahi yoktu.
O yıllarda Fatma hiç Türkçe bilmiyordu. Ev sakinleri ile birlikte toplu olarak gözaltına alındılar.
Fatma’ya suçu kabul ettirmek için küçük oğlu Azat’a insanlık dışı işkence yaptılar. Azat çırılçıplak soyuldu, ellinde ve sırtında sigara söndürüldü. Gözünün önünde çocuğuna yapılan işkence, Fatma için kendi yaşadığı işkencenin yanında çok daha ağırdı.
Fatma hiç anlamadığı ve okuyamadığı bir ifadeye parmak basmak zorunda bırakılarak tutuklandı.
Azat ise, sadece anneye işkence olsun diye Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderildi. 1,5 ay uğraştan sonra Azat’ı alabildik. Azat yaşadığı fiziki işkencenin ardından, devlet eliyle annesinin elinden kopartılmış ve kendisini dünyaya kapatmıştı.
Onu almaya Bakırköy Çocuk Esirgeme Kurumu’na gittiğimde, hiç konuşmuyordu. “Azat seni annenin yanına götürmeye geldim” dediğimde, küçük bir kedi yavrusu gibi kucağıma atlayıp boynuma sarıldığını hiç unutmuyorum. Ve cezaevine annesinin yanına Azat’ı götürdüğümde, hepimizin ağlayarak sarılışını bugün gibi hatırlıyorum.
Azat’ın yaşadığı işkence için bir mücadele başlattık. İnsan Hakları Vakfı ve İstanbul Tabip Odası, Azat’ın yaşadığı fiziksel ve psikolojik işkenceyi belgeledi. Ancak, yargının yardımına her zaman olduğu gibi Adli Tıp yetişti ve ‘çocuğun elinde ve sırtındaki sigara söndürme izlerinin ne zaman gerçekleştiği tespit edilemez’ şeklinde verdiği raporla, suçluların cezasızlığını kolaylaştırdı.
Fatma, cezaevinde kalp hastalığına yakalandı. Hastalığı Adli Tıp raporu ile saptanınca, yargılama devam ederken 2006 yılında tahliye edildi.
5 yıl boyunca Fatma ile Azat çok mutlu bir aile oldular. Fatma sigortalı bir işte çalışmaya başladı, Azat ise çok iyi bir öğrenci oldu. Ancak bu mutluluk uzun sürmedi; 2011 yılında, Fatma’nın cezası kesinleşti ve tekrar cezaevine girdi.
22 yıldır bu şiddet devam ediyor.
Fatma işlemediği bir suçun cezasını çekerken, kendisinin ve oğlunun hayatı devlet şiddetinin esiri oluyor.
Fatma bugün cezaevinde birçok hasta mahpus gibi, Adli Tıp eliyle rehin olarak cezaevinde tutuluyor.
Tahliye olmaları Adli Tıp’ın vereceği raporlara bağlı.
Ve Adli Tıp ne yazık ki Hipokrat yeminini değil, siyasi iradenin talimatlarını esas alıyor.
Şimdi söyleyin, kadına yönelik şiddet, siyasi şiddet değil midir?