Özgürlük Hareketi Kurdistan’ın sömürge durumuna sosyalist bir itirazıdır. İşte Amed Zindanı’ndaki direniş bu itirazın nasıl olacağına dair en net sözü yoldaşlarına ve düşmanlarına söylüyordu: Direnmek dışında başka çare yok
Rüstem Barin
İnsan tanımlanmamış canlıdır der Nietzsche. Bu söz insanın kendinde iyiliğe ve kötülüğe dair ne kadar potansiyel varsa barındırdığı anlamına gelir. Bu nedenle insan bir varoluştur. Kendini inşa eder. Şimdiye kadar insanlık barındırdığı bu potansiyellerin birçoğu ile insan için yeni tanımlar getirmiştir. “insan politik hayvandır” diyen Aristoteles’ten “insanoğlu nankördür” diyen halk bilgeliğine kadar insana dair sayısız tanımlamalar… Tabi insanın neliği yani ne olduğu daha çok yaşama verdiği anlamda belirir. Yaşama dair yüklediği anlam kişinin potansiyelini belirginleştiren aktif eden, özcesi ne olduğuna dair cevabı içerir. Yaşam yani pratiklerimiz kimliğimiz olur.
İşte bu bağlamda 14 Temmuz Amed Zindanı Direnişi yaşamı uğruna ölecek kadar sevenlerin “yaşam nedir ?” sorusuna verdiği cevaptır. Bu cevabın kuşkusuz en net ifadesi Mazlum Doğan’ın soğuk zindan duvarlarına nakşettiği “Berxwedan Jiyan e” sözüdür. Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yaşamlarını bu sözün anlamı üzerine kurdu. Onların pratiği, yaşam tanımına bir de insan tanımı ekledi.
Evet; insan onurlu bir varlıktır diyorlardı. Sadece demiyorlardı elbette; filmini izlemenizi öneririm, bakın orada göreceksiniz Türk sömürgeciliğinin insanlık onuruna karşı başlattığı savaşa karşı ellerinde tek silahları olan nefes alış verişleriyle, bedenleriyle, yaşamlarıyla insanlık onurunu koruyorlardı. Devrim tarihinde Dörtler diye de bilinen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner, Mahmut Zengin Amed Zindanı’nda 17 Mayıs günü bedenlerini ateşe verdiklerinde yine faşizm koşullarında sonuna kadar direnmenin zafere götüreceği inancını taşıyorlardı. Biyolojik yaşamlarını, onurlu yaşamları için siper diyorlardı. Faşizmin kalesini İnsanlık Onuru Anıtı’na çeviriyorlardı. Bu durum insanın anlam arayışının zirvesidir. Daha sonraları Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisinin İngilizce baskısına önsöz de yazan John Hollaway şöyle diyordu: “ Sanırım bizi arılar ve karıncalardan ayıran ilk şey haysiyet. Haysiyetimiz ayaklar altına alındığında ayaklanırız, isyan ederiz.”
Auschwitz’de de böyleydi, daha sonraları Guantanamo’da benzer şeyler yaşandı. İnsanlık onuruna, haysiyetine iktidarlar tarafından hep saldırı oldu. Hatta Amed Zindan Direnişinden tam 193 yıl önce yani 1789 yılının 14 Temmuz’unda direnişçilerin ele geçirdiği Bastille Zindanı bile tiranlığın, o dönemin diktatörlerinin sembolüydü. Ama Foucault’nun dediği gibi nerede bir iktidar varsa orada direnişte vardı.
Özgürlük Hareketi Kurdistan’ın sömürge durumuna sosyalist bir itirazıdır. İşte Amed Zindanı’ndaki direniş bu itirazın nasıl olacağına dair en net sözü yoldaşlarına ve düşmanlarına söylüyordu: Direnmek dışında başka çare yok. Bu aynı zamanda partiye ve hatta insanlığa dair yaşam perspektifiydi. Zaten Özgürlük Hareketi’nin Önderi Öcalan’ın değerlendirmelerinde partinin nasıl şekilleneceğinin Amed Zindan Direnişi ile belirlendiği değerlendirmesi yapılır. Özgürlük Hareketi’nin direniş tarzının kaynakları aslında Amed Zindan direnişi ile şekillendi. Ve bu nihayet zamanla ahlaka, ideolojiye dönüştü. Bu direniş ahlakı Agitler’den Beritanlara Zilanlar’dan Arinlere Çiyagerler’den Rubarlara bir geleneğe dönüştü. Son söz olarak bu direniş geleneği bu günde başta İmralı Ada Hapishanesi’nde Öcalan şahsında Kürt Halkında ve Kurdistan dağlarından zindanlara, metropollerde yaşayan yurtsever halktan sürgünlerde direnenlere, Rojava’da Demokratik Ulus’u inşa eden devrimcilerden, ihanete karşı sesinin yükseltenlere her yer de ve her daim devam ediyor ve edecektir.