Sosyal bir varlık olarak kendi anadilimiz olan Kürtçe ile söylediğimiz türküler zorlama yorumlarla ceza konusu yapılarak ailelerimizle tek iletişim kanalımız da elimizden alınıyor
Şakran 3 nolu T Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Murat Aydın, Özkan Yaşar, Rasim Gülçin, Abdurrahman, Ömer Akyol, Abdullah Aksu, Ali Özmen, Hayati Engin, Çeçan Topçu, Hüseyin Çığ, Mehmet Suat Gürbüz, İbrahim Halil Budak, Ömer Yayla, Bilen Aytimur ve Hasip Gün, gazetemize gönderdikleri mektupta şöyle diyorlar:
“Covid 19 Pandemisiyle birlikte cezaevlerinin dış dünya ile koparılan bağlarının yarattığı ağır tecrit durumu bilginizdedir. Sekiz kişilik odalara 21 kişi konulduğumuz gibi hiçbir ortak alan (spor, sohbet, atölye, kurs vb.) imkânımız yok. Haftanın yedi günü, günün yirmidört saati küçücük bir odanın içinde tutulmaktayız. Tek tuvalet ve tek banyosu olan bu odada hijyen, temiz hava ve güneş ışığına bile ulaşma şansımız yoktur.
Daha da detaylandırılabilinecek olan bu ağır koşullarda ailemiz ile iletişim kurabileceğimiz tek imkân olan telefon hakkı ve ayda bir kere verilen ve bir-iki kişiyle sınırlanan yarım saatlik ziyaret hakkı da keyfi uygulama ve zorlama yorumlarla verilen ziyaret cezası, telefon cezası ve hücre cezalarıyla ortadan kaldırılarak insan yaşamının ve sağlığının derinleştirilmiş tecrit altında bozulmasına neden oluyor. Bu keyfi cezalara son örnek olması ve idare yaklaşımının boyutunu göstermesi açısından çarpıcı olduğu için sizinle özellikle paylaşmak istiyoruz.
İnsan yaşamının bu kadar daraltılması ve tüm haklarından yoksun bırakılması sosyal bir varlık olan insanın doğasına aykırı bir olgudur. Evrendeki her varlık kendi varlığının temeli olan rengi, dili, yaşam biçimi ile kendi toplum ve topluluğunun manevi bütünlüğü içinde yaşamını sürdürebilir.
Bizler bu ülkenin Kürt vatandaşlarıyız. Anadilimiz Kürtçedir. Bu dil ile söylenen türkülerin zorlama yorumlarla disiplin cezalarına konu edilmesi ciddi oranda kaygı verici bir husustur. Cezaevinin bu ağır tecrit ortamında ve hiçbir etkinlik imkânı bulunmayan koşullarında Mart 2020’den beri tutulmaktayız.
Sosyal bir varlık olarak kendi anadilimiz olan Kürtçe ile söylediğimiz türküler zorlama yorumlarla ceza konusu yapılarak ailelerimizle tek iletişim kanalımız da elimizden alınıyor. Ama esas olarak karşı çıkılan Kürtçe dili ve kültürü oluyor. Milyonlarca mensubu olan bir halkın dili ve kültürü zorlama yorumlarla kriminalize edilerek ceza konusu yapılmasının bundan başka anlamı olamaz. Bir halkın dili, kültürü ve kimliğine yönelik bu derece kriminalize eden yaklaşımlar kaygı vericidir.”
* * *
Düzce T Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Resul Baltacı, 22 Haziran 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Yerel seçimler üzerinden bunca zaman geçti. Şu ana kadar yargı aleminde olumlu bir hava esmiyor. Hz. Ali “Devletin dini adalettir” demiş. Ne kadar doğru bir tespit. Bir de şöyle bir özdeyiş var: Geciken adalet, adalet değildir! Ben hak, hukuk ve adaleti bir güneşe benzetiyorum. Ama bu güneş bir türlü parlamıyor. Oysa bir parlasa herkes faydasını görecek.
Son iki yıldır somut mahkeme kararları ve belgeler ile birlikte birçok devlet kurumuna başvurdum. Bu konuda bana verilen cevapların hiçbirinde ‘sen yanlışsın’ denilmedi. Hepsi bana savcı ve infaz hakimliğini başvuru adresi olarak gösterdi. Onlar ise ezberlemişler: Üç hücre cezası alan kişinin infazı yakılır. Oysa defalarca ispat ettim ki, söz konusu hücre cezaları sonradan iptal edildi.
Yine kimi bakanlara ve milletvekillerine, onların partilerine elimdeki belgelerle başvurdum. Onlar da zahmet edip, cevap vermediler. Defalarca Adalet Bakanlığı’na ve TBMM’ye yazdım. Türkiye Barolar Birliği’ne ve dahası Anayasa Mahkemesi’ne yazarak başvurdum.
AYM, başvurumu -sizin dava açıldığında; bireysel başvuru hakkı yoktu- diyerek reddetti. Tamam bizim davanın açılma tarihi eski ama başvurumuz üzerine 2022 yılında yeniden yargılama kararı verildi. Yani yeni bir durum için AYM’ye başvurmuşum. Bu arada, davamın açıldığı Diyarbakır’daki ağır ceza mahkemesi, yeniden yargılanma talebimi reddetti. Kısaca hukuk ve adalet alanındaki tüm kapılar yüzüme kapanıyor.
Bir başka konu ise, yaptığım bunca sevk talebimin reddedilmesidir. Beni ne tahliye ediyorlar, ne sevk ve hatta ne de sürgün ediyorlar. Sekiz yıldan fazla bir süredir burada tutuluyorum. Küçücük bir odada 7 kişi kalıyoruz. Bu yüzden sağlığım her geçen gün biraz daha kötüleşiyor. Bu işin sonu ne olacak?”
* * *
Erzurum Yakutiye’de bulunan Dumlu 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulmakta olan gazeteci arkadaşlarımızdan Ziya Ataman, 24 Haziran 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Size yazmayalı neredeyse altı ay olmuş. Umarım iyisinizdir. Ben de uzun bir zaman sonra üçlü odalara geçmiş bulunuyorum. Yaşadığım son derece ağır baskıyı burada atlatma gayretindeyim. Sağlığım aynı şekilde devam etmekte. Pek değişim olmadı. Yalnızca yanı başımda birilerinin var olduğunu bilmek, nefes alışlarını hissetmek, onlarla sohbet edebilmek bana iyi geldi diyebilirim.
Gazeteci arkadaşlarımızın kimisi tahliye olurken, bir başkaları gözaltına alınıp-tutuklanıyor. En son durumun ne olduğunu takip edemedim. Gönderdiğim kimi mektuplar galiba yerine ulaşmadı. Bir süredir telefon da edemiyorum. O nedenle gelecek mektuplar, dışarıda olup bitenler hakkında bilgilenmem için çok önemli hale geldi. Dilerim gözaltına alınan arkadaşlarımız serbest bırakılmıştır.
Değerli gazeteci ağabeyimiz Celal Başlangıç hakka yürüdü. Ailesine ve siz dostlarına başsağlığı dileklerimi gönderiyorum. Çok üzüldüm. Bu haberi de çok sonra alabildim maalesef. Arayı çok açtığım için hem sizin sağlık durumunuzu merak ettim; hem de benim sağlık sorunlarımın aynı olduğunu belirtmek için bu mektubu yazdım. Sizlere de sağlıklı günler dilerim.”
MEKTUBU GELENLER:
Ziya Ataman – Dumlu 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Resul Baltacı – Düzce T Tipi Kapalı Cezaevi
Bülent Parmaksız – Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi
Bilen Aytimur – Şakran 3 nolu T Tipi Cezaevi