TİHV, İmralı’da uygulanan mutlak iletişimsizlik halini ve cezaevinde yaşanan hak ihlallerine yönelik BM İşkence Komitesi’ne rapor sunacak
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Komite’ye Türkiye’nin 5’inci Dönemsel Raporuna karşı hazırladığı alternatif raporunu Taksim Beyoğlu’ndaki İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı.
Açıklama öncesi söz alan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, cezaevlerine ilişkin devletin dönemsel raporlarının genellikle gerçeği yansıtmayan bilgiler içerdiğini belirtti. Yoleri,“Bildiğiniz gibi devlet dönemsel raporlar sunuyor, ancak bu raporlarda zaman zaman gerçeği yansıtmayan pek çok bilgi yer alabiliyor. İşkence, bu coğrafyanın önemli bir gerçeği. İttifak yasakları ve çeşitli engeller nedeniyle gerçek tabloyu Birleşmiş Milletler’e sunmak, devletin tutumunu belirlemede ve tavsiyeler oluşturmada kritik bir öneme sahip. Hazırlayan arkadaşlarımızın emeğine sağlık, çalışma tamamlanmış durumda ve bu raporu sizlerle paylaşarak bilginizi sunuyoruz” dedi. Yolleri, alternatif raporun, işkenceye karşı daha etkili bir mücadele yürütülmesi için öneriler sunduğunu ve uluslararası alanda Türkiye’nin insan hakları sicilinin gözden geçirilmesine katkıda bulunmayı amaçladıklarını sözlerine ekledi.
‘Türkiye’de işkence suçu yeterince tanımlanmıyor’
TİHV Genel Başkanı Metin Bakkalcı, rapor sunumunda Türkiye yasalarında işkence suçunun yeterince tanımlanmadığını belirterek, “Yasalarımızda bu durum yeterince ele alınmamıştır. 2004 yılında çıkan kanunda işkence tanımı süreklilik gerektirmediği halde yanlış uygulanmaktadır. Bu da işkenceyi tanımlamada zorluk yaratmaktadır. Ceza Kanunu’nda işkence yerine kasten yaralama gibi maddeler kullanılmakta ve cezalar ertelenmektedir. 2016’dan beri 5 bin 553 işkence vakası rapor edilmiştir. On beş başlık altında görüşlerimizi özetledik. Gözaltı yerleri ve barışçıl gösteriler gibi konular da önemlidir” dedi.
‘Sokaktaki işkence yüzde 78’e çıktı’
Bakkalcı, 8 yıllık süreçte işkencelerin en çok cezaevlerinde, polis araçlarında ve sokakta yaşandığını belirterek, “Sokaklarda ve açık alanlarda yapılan işkenceler de yüzde 22-23’ten yüzde 78’e çıkmıştır. Resmi emniyet birimlerinde işkence oranı yüzde 55’ten yüzde 43’e inmiş olsa da, bu hala yüksek bir orandır. Uygulanan işkence yöntemleri arasında fiziksel şiddet ve pozisyona bağlı işkenceler artış göstermektedir. Fiziksel şiddet yüzde 58’den yüzde 66’ya, pozisyonel işkence yüzde 34’ten yüzde 55’e yükselmiştir. Ters kelepçe uygulaması da yüzde 19’dan yüzde 52’ye çıkmıştır ve bu yöntem işkenceye dönüşmüştür. Avukata ulaşma süresi 24 saate indirilmiş ve İstanbul Protokolü işkencenin soruşturulmasında ve belgelenmesinde etkin rol oynamamaktadır. İşkence görenlerin ikinci bir hekimden görüş alma hakkı vardır. OHAL sürecinde çıkarılan 32 KHK maddesiyle bu ihlaller daha da artmıştır” diye konuştu.
‘Mekanizmalar bağımsız olmalı’
Birleşmiş Milletler‘in seçmeli protokolü gereği Türkiye’nin ulusal önlem mekanizmalarının bağımsız olması gerektiğini hatırlatan Bakkalcı, “Ancak bu mekanizmalar cumhurbaşkanı tarafından atanmakta ve bu durum, işkence soruşturmalarının etkili bir şekilde yürütülmesini engellemektedir. İşkence gerçekleşmeden önce fonksiyonunu yerine getirmesi gereken bu mekanizmalar, işkence gerçekleştikten sonra çatışmalara yol açmaktadır” dedi.
Tutuklu sayısındaki arttış
Türkiye’de 2023 Eylül ayında cezaevlerindeki tutuklu sayısının 91 bin şeklinde bir artış yaşandığına dikkat çeken Bakkalcı, bu artışın Avrupa ülkeleri arasında en yüksek orana sahip olduğunu vurguladı. Bakkalcı, “Bu artış, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında en yüksek mahpus nüfusuna sahip olan ülke konumuna gelmemize yol açtı. Bu artışın istikrarlı bir trend olduğunu söylemek mümkün. Önceki yıllık veriler, yaklaşık üç yüz bin kişinin cezaevine girdiğini ve üç yüz bin kişinin cezaevinden çıktığını gösteriyor. Ancak bu sürekli döngü, cezaevlerinin kalabalıklaşmasına yol açıyor ve ‘kötü koşullarda cezaevleri’ olarak adlandırılan ve mahpusların insan haklarını ihlal eden koşullara neden oluyor” ifadelerini kullandı.
‘İmralı’da özel muamele’
Cezaevlerinde uygulanan izolasyon politikaları ve İmralı Cezaevi’nde uygulanan tecrit uygulamalarına dikkat çeken Bakkalcı, “Son yıllarda uygulanan cezaevi politikaları, izolasyon ve tecrit yöntemlerini yaygınlaştırdı. Cezaevlerinde hücre tipi izolasyon sistemleri uygulanıyor ve bu da mahpusların fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlıklarını olumsuz etkiliyor. Bilimsel çalışmalarda bu tür izolasyon yöntemlerinin insan sağlığına zarar verdiği uzun zamandır ortaya konmuş durumda. Bu nedenle, bu tür cezaevlerinin derhal kapatılması gerektiğini belirtiyoruz. İmralı Cezaevi, uzun süreli izolasyon uygulamalarıyla ilgili özel bir durum haline gelmiş durumda. 2011-2019 yılları arasında bu cezaevinde sadece 1 avukat ve 1 aile görüşmesi yapılabilmiştir ve bu durum dört yıldan fazla bir süre boyunca devam etmiştir. Bu tür uygulamalar hukuki açıdan kabul edilemez ve derhal son bulmalıdır” dedi.
‘Soruşturmalar yetersiz kalıyor’
2005 yılından bu yana yaklaşık 1.100 kamu görevlisi hakkında işkence iddialarıyla ilgili soruşturma başlatıldığını belirten Bakkalcı, bu süreçlerin genellikle yetersiz ve etkisiz kaldığını ifade etti. Bakkalcı, “Yargı süreçlerinde işkence mağdurları genellikle büyük zorluklarla karşılaşıyor. İddialar çoğu zaman yeterince araştırılmıyor ve işkence mağdurları hakkını aramakta güçlük çekiyor. Bu durum, kamu görevlilerinin yargı süreçlerinden etkisiz bir biçimde korunmasına yol açıyor” dedi.
‘8 yıl aradan sonra bir değerlendirme yapılacak’
Sekiz yıl aradan sonra BM İşkence Komitesine rapor sunacaklarını belirten Bakkalcı, “Sekiz yıl sonra bir değerlendirme yapılacak. Bunu komiteye de söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Bu sekiz yıl, insan yaşamı açısından oldukça önemli bir süreçtir. Kendi başına bu mekanizmaların olması gereken bağlayıcılığı ve dönüştürücülüğü konusunda büyük bir handikap oluşturuyor. Ayrıca mütemadiyen tekrar eden önceki sonuç gözlemleri, raporlarımızda yer alan ve web sitelerinde görülebilen önerilerin tekrarlandığını ve aynı önerilere dönüşen bir döngüye karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Acının merkezinde olan işkence meselesinde bu oyuna dönme durumunu kabul edemeyiz. Bu nedenle, bu mekanizmaların köklü bir şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini öneriyoruz” dedi.
‘2 bin 258 kişi yaşamını yitirdi’
Toplantının sonunda söz alan İHD Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Nuray Çevirmen, cezaevlerinde şeffaf bir soruşturmanın yürütülmediğini belirterek, “En önemli sorunlardan biri yaşam hakkı ihlalleridir. İnsan Hakları Derneği olarak bu konuda raporlarımızda gelişen ve yorumlanan konuları sizlerle paylaşıyoruz. CHP milletvekili bir soru önergesi vermişti. 2023 Temmuz ayında, Adalet Bakanlığı’ndan 2018-2023 yılları arasında hapishanelerde kaç kişinin yaşamını yitirdiğine dair bir veri talep etmişti. Adalet Bakanlığı, Temmuz ayında cevapladı ve 2023 yılı içerisinde 2.258 kişinin yaşamını yitirdiğinden bahsetti. Bu korkunç bir rakamdır ve adeta bir katliam gibi değerlendirilmelidir” dedi.
‘Mutlak tecrit sürüyor’
İmralı Cezaevi’nde mutlak tecrit ve iletişimsizliğin sürdüğünü vurgulayan Çevirmen, “İmralı Ada Hapishanesi’nde mutlak izolasyon ve iletişimsizlik hali devam ediyor. Adalet Bakanlığı bu uygulamaları inkâr etmekte ve bu konuda teşhis koymaktadır. Ülkemizde, özellikle kapatma mekanları çerçevesinde işkence ve kötü muamele gören bir sistem mevcuttur. Sürekli artan bir hapsetme sistemi, yaşam hakkı ihlallerini derinleştirmektedir” dedi.
ANKARA