Ağalar köylerin, köylülerin padişahlarıydı. Her şey onlardan sorulur, hikmetlerine sual olunmazdı.
Arazileri ucuca ekletir, ucu bucağı görünmez tarlalara dönüştürür, sahiplenirlerdi.
Gasp ettikleri araziler köylülerin ortak mallarıydı, ama ne gam!
Evvel zaman içinde devlet-ağa el ele, türlü kulplar bulup, kağıtların böğrüne böğrüne mühürleri vurur; köylülerin ortak varlıkları olan toprakları ağaların mülkleri yaparlardı.
Ağalar mülklendikçe köylüler mülksüzleşirdi. Çiftçiler, çareyi şehre göçmekte bulur; köylerinde üretici iken şehirlerde ameleliğe “terfi ederlerdi (!)”
Şehir ağaları
Köylerde ağalar büyümeye devam ededursun, ağaların en büyükleri şehir “beylerinin” arasına katıldı. Şehirlerde şirketlerine şirketler katarak holdingleştiler.
Devlet eliyle köylülerin elindeki avucundaki her şey, ama her şey; bu şehir “beylerine” aktarıldı, ama beceriksizliklerinden midir, nedir, neredeyse hiçbiri burjuva ol(a)madı.
Köylülükten çıkarılan, şehirlerde amele olan çiftçiler sendikalı oldu. Omuzlarına işçi rütbesi, göğüslerine ve şapkalarına sendika logoları takıp, hak aramaya koyuldular.
Dünya ağaları
Çok eski dönemlerde şirketler, yakın zamana kadar çokuluslu şirketler vardı dünyada. Onların bir kısmı ulusaşırı, iyice palazlananları ulusüstü şirketlere dönüştü. Şimdi dünyanın ağaları onlar artık.
İşte dünyanın ağaları istedi diye; kartlar yeniden karıldı. Onlar için dünya sil baştan dizayn edildi. Herkes biliyordu kartların hileli olduğunu, ama ne çare?
Şehirlerdeki işçilerin iş güvencesi, güvenliği ve sosyal güvenceleri bu dizayndan sonra buharlaştı(rıldı). Sendikacıların çoğu forma giydi. Ağa takımının yanında, yedek kulubesine geçti, oturdu.
Köy(lü)ler de nasibini aldı!
Çiftçilerin tohumlukları ellerinden alınarak çiftçilikten çıkarıldı. Çiftçilikten çıkarılan köylüler, tarlaları ile birlikte işçi haline geldi/getirildi. Onlar da ellerinden tohumları alınarak dünya ağalarına bağımlı kılındı.
“Ya demokrasi?”
Eee şirketler ulusüstü olunca, eski bildik yasama, yürütme ve yargıya dayalı “demokratik” yapıyla ulusüstü şirket düzeni arasında kan uyuşmazlığı baş gösterdi.
Kan uyuşmazlığını gidermek için yürütme görevi seçilmişlerden alındı, sırtında yumurta küfesi olmayan atanmışlara devredildi. Atanan bakanlar şirket dilini iyi derecede bilen şirket sahipleriydi. Ulusüstü şirketlerle tercümansız kolaycacık anlaştılar.
Yasama, Meclis’te kaldı kalmasına da, varlığı yokluğunu, yokluğu varlığını aratır oldu. Meclis’in denetleme görevi elinden alındığı için tüyü yolunmuş kuşa döndü.
Yargı, “iki dudak arası anayasası”na bağlandı. Bütün ülkeler bu yeni sisteme göre işledi. Aynı zamanda “iki dudak arası anayasa” kerameti ile muhalifler de hizaya sokuldu. Her şey tekleşti(rildi).
Azdan çok anlar mısınız, bilmem, ama eskiler: “Gökte Allah, yerde ağa var” der.
Ağaların olduğu yerlerde de İnce Mehmetler!