Milliyetçilik egemenlerin geliştirdiği bir ideolojidir. Milliyetçilik ideolojisiyle toplum üzerinde egemenliğin yeniden kurulması amaçlanmıştır. Hem eski hem de modern dönemde bu rolü oynamıştır. Ne zamanki egemenlerin toplum üzerindeki otoritesi sarsılmaya başlanmış, milliyetçiliğe başvurulmuştur. Bununla sarsılan otoritenin yeniden tahkim edilmesi amaçlanmıştır. Şu anki milliyetçilik de aynı rolü görüyor. Ancak günümüzdeki milliyetçilik eski tarihlerdeki milliyetçiliklerden daha güçlü bir içeriğe sahiptir. Çünkü günümüzde milliyetçilik iktidarın temel aracı kılınmıştır. Çağımızda egemenlik, yani iktidar, milliyetçilik üzerinden kurulup geliştiriliyor.
Milliyetçilik ve ulus devlet
Bugün karşı karşıya olduğumuz milliyetçilik modern milliyetçilik olarak ifade edilir. Modern milliyetçilik modern dünyanın geliştirdiği milliyetçiliktir. İçeriği ve işlevi modern dünyanın ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştur. Sözü edilen modern dünya ise yakın tarihteki dünyadır. Tarih biliminde her dönemin bir dünyası vardır. İnsan yaşamı ve insan dünyası kendi içinde bir süreklilik arz etmekle birlikte tarihi çağlara göre farklılaşmış dünyalardan bahsetmek de mümkündür. Örneğin iki bin yıl önceki dünya ile bugünkü dünya farklıdır. Aralarında hem biçimsel hem de niteliksel farklar vardır. Adına modern dünya dediğimiz ve bugünümüzü de kapsayan zaman aralığı ise sadece günümüzden ibaret değildir. Birkaç yüzyıllık geçmişi vardır. Bütün tarihsel gelişmeler belli bir oluşum sürecinden geçtiğinden, tarihsel dönemleri kesin tarihlerle birbirinden ayırmak biraz zordur. Ama her dönemin sahip olduğu temel değerleri dikkate alarak yeni tarihsel gelişmeleri belirlemek mümkündür. Modern dünyayı da buna göre ele aldığımızda 16. ila 17. yüzyıldan başlatmak mümkündür. Fakat bu yüzyıllar modern dünyanın oluşum süreçleridir. Modern dünya esas olarak 18. yüzyılda biçimini almıştır. Bugünkü dünya işte bu süreçlerde oluşmuş ve biçimini almış dünyanın devamıdır. Bugünkü milliyetçilik de bu süreçte ortaya çıkmıştır. Bir de tarihsel süreçler devinimler halinde olurlar. Yani belli süreçlerle var olan sistemler dağılır, yenileri gelişir. Bu süreçler de genellikle uzun olur. Örneğin eskiden şehir devletleri vardı. Bu süreç binlerce yıl sürmüştür. Daha sonra şehir devletlerine dayalı sistem dağıldı, bunun yerine imparatorluklar gelişti. İmparatorluklar çağı da binlerce yıl sürmüştür. Ancak daha sonra imparatorluğa dayalı sistem de çöktü ve yerine günümüzde de varlığını sürdüren ulus-devletlere dayalı sistem gelişti.
Yeni egemenlikler
Milliyetçilik, egemenliğin yeniden tesis edilmesinde çok önemli bir rol oynadı. İmparatorluk sistemi çökünce, toplum üzerinde kurulu egemenlik de dağıldı. Fakat dönemin yeni egemen güçleri milliyetçilik ideolojisi üzerinden egemenliği yeniden tesis etmeyi başardılar. Böylece egemen zihniyet aşılıp toplumun özgürleşmesi sağlanamadı. Bu süreci meşhur Fransız İhtilali üzerinden ifade etmek kavrayıcı olabilir. Fransız ihtilaliyle krallık rejimi yıkıldı. Krallığın yıkılmasında toplumun ve demokratik güçlerin mücadelesi de önemli olmuştur. Krallığın yıkılması aynı zamanda toplum üzerindeki egemenliğin, iktidarın, tahakkümün kırılması anlamına geliyordu. Bununla artık toplumun özgürleşmesi, yaşamın eşit, özgür ve demokratik kılınması bekleniyordu. Fakat bu gerçekleşmedi. Egemenlikçi zihniyeti aşamayan, kendisini egemen kılma arzusunda olan toplumun orta sınıf unsurları yeni bir egemenlik sistemini geliştirdiler. Bunu da milliyetçilik ideolojisiyle yaptılar. Milliyetçilik ideolojisiyle adına ulus-devlet dediğimiz yeni bir devlet sistemini kurdular. Orta sınıf bütün dünyada egemen sınıf haline geldi ve onların geliştirdiği bu sistem yayılarak modern dünyanın sistemi haline geldi. Böylece modern dünya yeni bir egemenlik sisteminin geliştiği, yani insanlığın özgürleşmediği bir dünya olarak kaldı. Bizler de hala özgürlüğün olmadığı bu dünyanın toplumları ve insanlarıyız.
Türk milliyetçiliği
Birbirine yakın tarihlerde benzer süreçler dünyanın genelinde yaşandı. Türkiye’de de benzer bir süreç gelişti. Osmanlı imparatorluğu yıkılıp saltanat sona erince yeni bir yaşamın inşa edilmesi mümkün hale geldi. Ancak milliyetçiliğe dayalı yeni bir egemenlik sistemi kurularak böyle bir sürecin gelişmesi önlendi. Milliyetçilikle tekrardan toplum üzerinde egemenlerin hakimiyeti sağlandı. Öyle ki toplum hem zehirlendi hem de eskisinden daha güçlü bir egemenliğe boyun eğmesi sağlandı. Çünkü milliyetçilik zehirli bir ideolojidir. İnsanda sahte bir özgürlük duygusunu yaratıyor. İnsana güçlü ve doğru olduğu, kurtuluşa erdiği fikrini zerk ediyor. Zaten bu duygudan ötürü toplumun boyun eğmesi, sınırsız sömürüye razı olması sağlanıyor. Gerçekte ise bunun tam tersi doğrudur. En köle ve en zayıf insan milliyetçiliğin zehriyle düşünen ve yaşayan insandır. Bundan dolayıdır ki insanlık tarihinin en büyük kötülükleri milliyetçi ideolojinin hakim olduğu modern dünyada olmuştur. Günümüze ve yakın tarihimize bakalım. En büyük kötülükler milliyetçiliğin en güçlü olduğu yerlerde ortaya çıkmıştır. Örneğin en güçlü milliyetçiliklerden biri Hitlerin geliştirdiği Alman milliyetçiliğiydi. Alman milliyetçiliği Yahudi halkı soykırımını geliştirerek dünyanın başına en büyük felaketlerden birini getirdi. Şimdi ise en güçlü milliyetçiliklerden biri Yahudi milliyetçiliğidir ve Filistin halkı bu milliyetçilik altında soykırıma uğratılıyor. Saddam Hüseyin şahsında Arap milliyetçiliğinin yol açtığı trajediler örnek gösterilebilir. Saddam, Arap milliyetçiliğiyle Kürtlere karşı büyük katliamlar yaptı. Türk milliyetçiliğinin yol açtığı yıkım ise daha büyük olmuştur. Kürt soykırımı hala bu Türk milliyetçiliğiyle sürdürülmektedir. Zaten Türk milliyetçiliği Ortadoğu’da gelişen milliyetçiliklere öncülük etmiştir. Yahudi milliyetçiliği ayrı tutulursa, Arap, Fars ve diğer Ortadoğu milliyetçilikleri Türk milliyetçiliğinin etkisiyle gelişmişlerdir.
Bozkurt işareti
Türkiye’nin milliyetçi hezeyanlarını burada sıralamak mümkün değildir. Türkiye tarihi bir nevi milliyetçi hezeyanların tarihidir. Ancak son birkaç günde gelişen iki olayı örnek vermek işin özünü anlaşılır kılmaya yeterdir. Zira bu iki olay üzerinden milliyetçilik tahkim edilmek isteniyor. Çünkü başta da belirttiğim gibi milliyetçilik egemenler tarafından ve egemenliğin yeniden tesisi için geliştirilen bir ideolojidir. Bu iki olayda bu gerçeği görmek mümkündür. Birinci olay, 2024 Avrupa futbol müsabakalarında yapılan bozkurt işaretidir. UEFA bu davranışa disiplin cezası verince bunun üzerinden milliyetçi bir hezeyan geliştirildi. Bozkurt işareti Türklüğün ve Türklerin sembolü olarak lanse edildi ve insanlar bu işareti yapmaya teşvik edildi. Öyle ki Kırkpınar Güreş Yarışmasında yarışan güreşçiler bile hep birlikte bozkurt işareti yaptılar. Acaba bu güreşçilerin tümü MHP’li midir, yoksa dalgaya gelip mi öyle yaptılar, bilemiyorum. Çünkü bozkurt işareti milliyetçi, ırkçı bir parti olan MHP’nin sembolüdür. Bunun Türklerin veya Türklüğün sembolü olduğu hem doğru değil hem de bilinçli bir saptırmadır. Bu işareti geliştiren milliyetçi, ırkçı Nihal Atsız’dır. Nihal Atsız bütün Türk dünyasını birleştirip Türk dünyası olarak addedilen bu coğrafyada Türklüğü egemen kılan, yani bütün diğer halkları, kültürleri yok etmeyi ön gören bir ideolojiye sahiptir. Bu fikir ırkçı, faşist, soykırımcı bir tahayyüldür. Ne böyle bir coğrafya vardır ne de böyle bir anlayış doğrudur. Bütün ırkçılar bu tür sembollerle toplumu etkilemeye çalışmışlardır. Hitler de gamalı haç sembolünü kullanıyordu. Gittiği her yerde selamlama olarak da kolunu kaldırıp uzatıyordu. Kitlelerle de karşılık olarak kolunu uzatıp ona selam duruyorlardı. Hitler, kafasında Alman dünyası olarak tasarladığı yerlerde Alman ırkının mutlak egemenliğini savunuyordu. İşte gamalı haç neyse bozkurt işareti de odur. Devlet Bahçeli’nin yaptığı son grup konuşmasına bakalım, nasıl bir milliyetçi tahayyül içerisinde olduğunu açıkça görürüz. Ne diyor Devlet Bahçeli? Kerkük’ü, Musul’u, Halep’i, Akdeniz’i, Selanik’i alacağız diyor.
Fakat ne yazık ki bugüne kadar devlet bu ideolojiyle yönetilmiştir. Kürt soykırımı da bu zihniyetin eseridir. Bu zihniyete göre Kürtler asimile olmalı, soykırıma uğratılmalı, yok edilmeli. Çünkü dünyanın her yerinde milliyetçi ideolojiler tekçidir. Farklı ulusları, toplumları, kültürleri kabul etmez. Türkçülüğe dayalı milliyetçilik de öyledir. Günümüzde AKP-MHP iktidarı bu ideolojiyle devleti ve toplumu yönetiyor. Zaten MHP milliyetçi ideolojinin mirasçısıdır. Şimdi AKP-MHP iktidarı kurnazca bu tür şeylere sarılarak sarsılan otoritesini onarmaya çalışıyor. Milliyetçi hezeyanlarla gerçeklerin üstünü örtmeye, toplumun artık gına getirdiği sorunları ötelemeye ve özünde iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bunlarla toplumu ne kadar etkiler bilinmez, fakat milliyetçilik zehirli bir ideoloji olduğundan onunla mücadeleyi ciddiye almak ve toplumu gerçekler karşısında bilgilendirmek önemlidir.
İkincisi; Suriyeli mültecilere karşı Kayseri’de gelişen milliyetçi, ırkçı saldırılardır. Mülteci sorununa yol açan bizzat AKP iktidarı olmasına rağmen, şimdi Suriyeli mültecilere yönelik saldırılardan bile nemalanmaya çalışıyor. Böylece Suriyeli mültecileri iyice korkutarak ve sindirerek her dediğini yapar duruma getirmeye çalışıyor. Çünkü malum Tayyip Erdoğan Beşar Esat’la görüşme hazırlıkları yapıyor. Ve şimdi de mültecileri burada bir koz olarak kullanmayı planlıyor. Yıllarca Avrupa’ya karşı bir tehdit olarak kullandı. Bununla birçok isteğini Avrupalı devletlere kabul ettirdi. Büyük miktarda paralar aldığı da biliniyor. Fakat özellikle Kürtlere karşı savaşta Avrupalı devletlerin desteğini aldı. Rojava’ya yönelik işgalleri bu şekilde gerçekleştirdi. Zaten AKP iktidarının Suriye savaşına doğrudan dahil olmasının ve milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye çekmesinin nedeni Kürtlerin statü sahibi olmasını engellemek içindi. Tayyip Erdoğan kısa sürede Beşar Esat rejiminin yıkılacağını düşünerek Kürtlerin oluşacak boşluktan yararlanmasını ve statü elde etmesini önlemek için Suriye savaşına doğrudan dahil oldu. Bu amaçla Suriye savaşını derinleştirerek milyonlarca Suriyeli mülteciyi Türkiye’ye çekti. Suriyeli mültecilerle Rojava’nın demografik yapısını değiştirmeyi amaçladı. İşgal ettiği yerlerde bu amacı gerçekleştirdi de. Fakat Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, her yerde izlenen çatışmacı politika iflas etti. Türkiye toplumu yıkıma sürüklendi. Devlet de büsbütün tarikatların, mafya şebekelerinin birbirlerine üstünlük kurma ve pay kapma aracı haline geldi. Devlet, MHP gibi ırkçı, milliyetçi bir partinin yönetimine terk edildi. Şimdi Tayyip Erdoğan bu sefer kanlı bıçaklı duruma getirdiği Suriyeli mültecileri Beşar Esat’a karşı kullanmak istiyor. Yeter ki Beşar Esat’ı Suriye Kürtlerinin hak sahibi olmasını engellemeye razı etsin. Bunun ötesi Tayyip Erdoğan’ın umurunda bile değildir. Vaktiyle AKP’li bir Bakan mülteciler konusunda tepki gösterenlere ne demişti? Amacımız Suriye’de Kürtlerin hak sahibi olmasını engellemektir. Bundan dolayı mültecileri sorun yapmamak gerekir, demişti. İşte hikayenin özeti…