Hafiz amcanın kırmızı mendili, Sürme ananın bastonu… Her ikisi de kayyımlara verilen direnişin sembolleri oldu. Kırmızı mendil özgürlük iken bastonda direnişti
Selman Çiçek
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) yönetimindeki Colemêrg Belediyesi’ne 3 Haziran’da kayyım atanmasına karşı başlatılan “İradeye Saygı Yürüyüşü” varış noktasına yarın varacak. Yürüyüşçüler, dokuz günün sonunda, yarın, Colemêrg’in Depin bölgesinden kent merkezine geçerek yürüyüşlerini tamamlayacak. Kent merkezine vardıktan sonra yürüyüşçüler burada açıklama yaparak kentte çeşitli temaslarda bulunacak.
196 km yol. Yazın en sıcak döneminde böylesi bir yolu yürüyerek gitmek büyük bir iradenin de göstergesi. Zaten yürüyüşün adı da bu yüzden “İradeye Saygı Yürüyüşü”. Halklar, bu yürüyüşle sadece iradelerine sahip çıkmakla yetinmeyerek halkların birleşik ortak mücadelesinde de önemli bir aşama kaydettiler.
Kürde direnmek kaldı
Yürümek… Sivil itaatsizlik eylemlerin en akla gelen eylemlerinden biridir. Bazen tek kişi, bazen binlerce kişi ile yapılan yürüyüşler, her zaman tarihe not düşen yürüyüşler olmuştur. Colêmerg’e doğru yapılan bu yürüyüşte şimdiden tarihe not düşen bir eylemsellik oldu. Bu yürüyüşü takip ederken kısa bir dejavu yaşıyorum. “Ben bu yolları daha önce yine yürümüştüm” diyorum kendi kendime. Mevsim, kıştı, hava oldukça soğuktu. Yürüyüşün adı ise, “Özgürlük Yürüyüşü” idi. Şimdi mevsim yaz, aynı yollardan bu sefer iradeye saygı yürüyüşü yapılıyordu. Ne güzel söylemiş Kürt bir aydın, “Kürde direnmek kaldı.” Mevsimler ne olursa olsun Kürtler, direnmeyi asla bırakmıyordu. Dünyanın belki de hiçbir yerinde böyle bir direngen halk yoktur. Hiç bıkmadan, ne mevsimin ağır şartlarına ne de üzerindeki yoğun baskıya rağmen direnmekten asla vazgeçmeyen bir halk vardı.
Özgürlük yürüyüşün devamı
Bu nedenle bu yürüyüşü, Özgürlük Yürüyüşü’nden ayrı ele almamak gerekir. Bu yürüyüş bir nevi özgürlük yürüyüşün bir devamıydı. Kürt halkının özgürlüğü, halkların özgürlüğü… Ki, yürüyüş boyunca sohbet ettiğim bir çok insan da böyle düşünüyordu. Özgürlük Yürüyüşü, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için yapılan bir eylemdi. Bu eylem, her ne kadar kayyımlara dönük bir eylem olsa da kayyımlar, tecrit politikasının en somut yansıması idi. Bu yüzden kayyımları tecritten bağımsız ele almak eksik olacak. Bu nedenle bu yürüyüş, onlar için özgürlük yürüyüşün devamıydı.
Mücadele deneyimlerini paylaşmak
Yürüyüşün rutini ile başlarsak eğer; yürüyüşçüler güne sabahın ilk ışığı ile merhaba der. Yedi otuz gibi kahvaltı yapıldıktan sonra saat sekizde günün ilk basın açıklaması yapılarak yürüyüş startı verilir. 8 ile 12 arasında kısa molalar verilerek yürüyüşün ilk etabı tamamlanır. Bu ilk etap, yürüyüşçülerin en dinç olduğu bölümdür. Yüksek enerjilerini yürüyüşün ilk dakikalarında harcamaya başlarlar. Yol slogan ve söylenen şarkılarla bir bir aşılır. Saat on ikiye doğru güneşin tepe noktaya gelmesi ile birlikte sıcaklık kendini daha iyi hissettirmeye başlar, bu nedenle yorgunluklar belirmeye başlar. 12 ile 15 arasında uzun bir dinleme arası olsa da yürüyüşçüler, yemeğin ardından ya söyledikleri şarkılarla halaya dururlar ya da grup sohbetleri ile mücadele deneyimlerini paylaşırlar.
Ortak mücadeleye su taşımak
Yürüyüşe katılanların büyük çoğunluğu farklı illerden ve farklı mücadeleden gelen insanlardan oluşuyor. Bu nedenle bu sohbetlerde en çok öne çıkan durum ise; mücadele deneyimlerin paylaşımı oldu. Bu paylaşımlar beraberinde kolektif bir birlikteliği oluşturdu. Bu birliktelikte ortak mücadele ruhuna su taşıyordu. Bundan ötürü yürüyüşü en önemli kılan özellik, uzun süredir hayal edilen, son dönemde trol hesaplar üzerinden ortak mücadeleye karşı başlatılan saldırılara inat güçlü bir ortak mücadele ve yeni yaşamın güçlü bağlarını örüyordu. Ben, sen yoktu. Benim düşüncem, senin düşüncen yoktu. Biz vardı, ortak mücadele ile “faşizmi nasıl yeneriz” düşüncesi hakimdi.
Yürüyüşün ikinci etabı ise öğleden sonra üçte başlar akşam yediye kadar sürer. Gün doğumu ile başlayan yürüyüş gün batımı ile biterdi. Yol boyunca yürüyüşçülerin misafirleri de vardı. Bu misafirlerin sıcak yaklaşımı yürüyüşçüleri büyük motive ediyordu. Yürünen yol, bir karayolu olduğu için yol boyunca tek tük köylere rast gelinirdi. Burada yurttaşlar, yürüyüşçüleri yol kenarında karşılar, yanlarında olduklarını dile getirerek köylerine davet ederdi. Yürüyüşçülerin bir diğer misafirleri ise çobanlardı. Yürüyüş alanından yaklaşık bir km uzaklıkta yüksek bir rakımda hayvanlarını otlatan çobanlar, avazları çıktıkları kadar bağırırlardı. “Her biji” diyerek seslerini duyurmaya çalışırlardı. Çobanların bu selamlamasına yürüyüşçüler ise zafer işaretleri ile karşılık verirlerdi. Tarlalarını biçen çiftçiler, karayollarını tamir eden işçiler, elektrik tellerini tamir eden emekçiler diğer misafirlerdi. Hepsi de gözlerindeki ışıltıyla ve ellerindeki zafer işaretleri yürüyüşçüler için bir moral kaynağı idi.
Yoldaşlarımla beraber yürüyeceğim
Günde ortalama yaklaşık 20 km yürünürdü. Yürüyüşün dört ve beşinci gününde birçok kişinin ayağında şişkinlikler ve su toplamaları görüldü. Bu yürüyüşçüleri zorlayan en büyük durumdu. Gönüllü gelen sağlık ekipleri, yürüyüşçülere ilk müdahaleleri yaparak yürüyüşçüleri kısa sürede iyileştirme derdindeydiler. Başta da dediğim gibi; yürüyüşte büyük bir irade vardı. Hiç unutamadığım bir ana denk gelmiştim. Ankara’dan gelen bir kadın, ayağında ciddi sorunlar oluşmaya başlamıştı. Ayağındaki su topları tek tek alındıktan sonra ayağı bandaja alındı. Yürüyüşe ara verilmesi önerildi. Kadının cevabı şu olmuştu: “En arkada da olsa yoldaşlarımla beraber yürüyeceğim” demişti.
Hafiz amcanın kırmızı mendili
Sadece bu değildi tabi, her insan bir irade idi. Bu iradelerden biri de 83 yaşındaki Abdulhafiz Çiftçi idi. Colemêrg’ten gelerek yürüyüşçülere katılan Abdulhafiz amca, elinde kırmızı mendili ile yürüyüşün simgesi olmuştu. O mendil, belli ki onun için iradeydi, özgürlüktü. Yürüyüş boyuna o mendili elinden hiçbir zaman bırakmadı. Grubun en güler yüzlü insanı idi. Bir an olsun yüzünde yorgunluk görmedim. Onu gördükçe, yüzümüz gülüyor, yorgunluğumuzu unutuyorduk. Herkese güç veriyordu. Bir mola yerinde sohbete dalıyoruz Abdulhafiz amca ile. “Neden bu yürüyüştesin” diye soruyorum. “İradem için, bize ait olanı geri almak için buradayım” diyor. Tıpkı, Colemêrg’te kayyıma karşı bastonu ile dimdik duran Sürme anne gibi.
Birçok defasında yürüyüşçüler, Hafiz amcaya; “Sen sembolik yürü, biz senin yerine yürüyoruz. Sen git, dinlenme yerine dinlen” dese de, Hafiz amca, “Olmaz, ben yürüyeceğim. Yürürken 20 yaşındayım, halay çekerken ise 18 yaşındayım” diye cevap verir. Ve bu cevabının hakkını da yürüyüşte verir. Asla bir yürüyüşü etabını yarıda kestiğini görmedim, ayakları ne su topladı ne de “yoruldum” kelimesini duyduk Hafiz amca’dan. Bu yürüyüşün sadece simgesi olmadı Hafiz amca, Kürdün iradesinin ne kadar güçlü olduğunun canlı tanığı da oldu.
Sözün özü, Hafiz amcanın kırmızı mendili, Sürme ananın bastonu… Her ikisi de kayyımlara verilen direnişin sembolleri oldu. Kırmızı mendili özgürlük iken bastonda direnişti.