“Yangınlar kahpe fakları korku çığlıkları
Ve irin selleri aç yırtıcılar…”
Ahmed Arif’in bu iki mısrası 2024 Türkiye’sinin özeti gibi: Yangınlar, kadın ve iş cinayetleri, mafya uyuşturucu çeteleri, bunların ortağı polisler, insan kaçakçılığı yapan askerler, zindanlarda ayyuka çıkan hak ihlalleri, yaşamını yitiren hasta mahpuslar, göçmen mahallelerine yönelik linç girişimleri ve bu saldırganların dilinde bir slogan: “Ne Mutlu Türküm Diyene!”
Mardin ve Diyarbakır’da artık elektrik kaçağından çıktığı kamera kayıtlarıyla da doğrulanan yangın 15 insan ve yüzlerce hayvanın, börtü böceğin yaşamını yitirmesiyle yüreklerimizi dağladı. İlk günün kayıpları yangına müdahaleye koşan 17-20 yaşındaki 5 gençti. Daha sonraki kayıplarla sayı 15’e çıktı. Yetkililerin daha ortada hiçbir bulgu yokken “anız yangını” diyerek yerel halka sorumluluğu yıkmaya çalışmaları bile, gerçeğin bundan farklı olduğuna işaret ediyordu. Daha geçen yaz çıkardıkları yangınların görüntüleri önünde kameralara poz veren askerlerin sırıtan yüzleri aklımızdaydı çünkü. Ardından İzmir ve Kuşadası’nda çıkan yangınlar geldi, yüzlerce hektar orman kül oldu. Bu yazı yazıldığı sıralarda İzmir Bornova’da başlayan yangın ise sürüyor, yaban hayatının kaybı ise ölçülmüyor bile…
Yanık yarası kötüdür. Sıcak çaydanlığa dokunduğunuzda bile günlerce sürer sızısı. Buna, yakınlarını kaybetmenin acısı da eklenince yaralı yurttaşların durumunu bir nebze anlamak mümkün. Ancak anlayamayacağımız, tanımlamakta zorlanacağımız daha vahim şeyler var. Sosyal medyada yaşamını yitirenlerin Kürt oluşuna sevinen paylaşımlar, Torbalı’da patlayan sanayi tüpünün aldığı canların da milliyetini sorgulayan ırkçılığı, şairin ikinci mısrasıyla adlandırmak mümkün. İktidarın her fırsatta körüklediği düşmanlaştırıcı tutum, toplumdaki çürümenin ve zalimliğin ana kaynağı. Futbol karşılaşmalarında rakip takımın milli marşını ıslıklayan vandallık, insanların acılarına da aynı “düşmanlıkla” yaklaşıyor. Rakip takımın sporcuları da taraftarları da, saygı duydukları değerler de aşağılanmaya çalışılıyor. Bu yüzden Amedspor’un sporcuları her maçlarında can güvenliği sorunu yaşıyor.
Bütün bunları yapanları “bir avuç faşist fanatik” olarak nitelendirebilirsiniz elbet. Sivas’ta ozanları yakan da, Suruç’ta, Ankara’da DAEŞ’e yardım edenler de, yaralılara gaz sıkıp ambulansları engelleyenler de bunlardır denebilir. Ancak bu, toplumu çürüten asıl bataklığı görmemek olur. Kayseri’de linç için toplanan güruha valinin yaptığı açıklama kaynağın nerede olduğunu göstermesi açısından önemli ve olayın kendisinden de daha vahimdir. Suriyeli göçmenlere yönelik linç için toplanmış güruhu “anladığını” ve “mesajı aldığını” söyleyen vali, istismar edilen çocuğun da Türk değil Suriyeli olduğu “rahatlatıcı” bilgisini veriyor!
Devletin valisinin dili, çürümenin kaynağını görünür kılıyor. Çocuk, sadece çocuk değil; “Suriyeli Çocuk” oluveriyor! Bu dil tecavüzcü erkek Suriyeli olunca başka, Kuran kursu öğretmeni ve Türk olunca başka tepkileri haklı görmenin de dilidir. Yurdunu terk etmek zorunda kalan göçmenler de öyle; evrensel haklarıyla birlikte sadece “insan” değil, Suriyelidir, Afgandır, Araptır! Topluma yansıyan ve göstereceği refleksleri belirleyen bu dil, validen, cumhurbaşkanından başlayan, iktidarı ve muhalefetiyle siyasi liderlere hakim olan dildir. Bu dilin ötekileştirilmeye çalışılan diğer kesimlere de yansıması ise daha iç acıtan bir olgu. Kendine bu toplum içinde “Suriyeli olmamakla” bir yer bulacağı umudu taşıyor insanlar. Ya da bunun tam tersi bir umutsuzlukla karşıtına dönüşen tepkiler, düşmanlıklar sergileyebiliyor. Göçmenlere yönelen linç girişimleri, tehlikenin boyutlarını ve yaşanacak yeni pogromların habercisidir.
Yangınlar sürecek, hatta eskiden 8-10 yılda bir yaşanan büyük yangınlar iklim değişikliği gerçeğini kafalara kazıtırcasına yaz mevsiminin rutini haline gelecek ekolojik bir sorun. Eskiden kırsal bölgelerde doğanın ağustos ayında ulaştığı kuruluk, daha haziran ayında çıralar döşemiş oluyor yerlere. Öyle ki, tarlada köylünün çapası bir taşa denk geldiğinde çıkan kıvılcımla infilak edecek kadar kurumuş durumda bitkiler. Toplumdaki kuruluk ise bundan vahim. Faşizmin körüklediği, ırkçı nefretle, öfkeyle beslenen ve içten içe toplumu çürüten bu ortam kötülüğün bereketli toprağını oluşturuyor.
Ama yangın yerinde küllerin arasından öyle bir çiçek filizleniyor ki umutları da yeşertiyor. Mardin ve Çınar yöresindeki çobanların birer koyununu zarar gören hemşerilerine getirip vermesi, her konuda tutunacak dalın, halkın bu duyarlılığı ve dayanışması olduğunu öğretiyor. Ve sanki “Ferhat’ın dağları düz eden gürzünü” tutuşturuyor ellerimize…
“Atıp bir kıyıya zamanı
Yarının çocukları gülleri için
Her birinin ayva tüyü çilleri için…”