Türkiye, görünüşte ‘gri liste’den çıkarıldı ama rüşvet çukuru hâlâ çok derin. Uluslararası kuruluşlar özellikle inşaat ve savunma şirketlerinin yabancı ülkelerdeki rüşvet ağına dikkat çekiyor
Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force-FATF) 28 Haziran 2024 itibariyle Türkiye’nin gri listeden çıkarıldığını duyurdu. Dünya ekonomilerinin mali suçlarla mücadeleye uyumunu tespit eden FATF, kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadelede geride kaldığı için Türkiye’yi 2021 yılında gri listeye almıştı. FATF açıklamasında Türkiye’nin kara para aklama ve terörizmin finansmanı rejimi konusunda Ekim 2021’de FATF tarafından belirtilen stratejik eksikliklerin giderilmesi için etkinliğini güçlendirdiğini belirtti. “Terörizm” ve “terör örgütü” tanımları oldukça sübjektif olan FATF’ın, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki faaliyetlerini ve cihatçı grupları beslemesini dikkate almayan, bu grupları ‘terörist’ saymayan tutumu eleştirilirken, ‘gri liste’den çıkmanın her şey anlamına gelmediği belirtiliyor. Örneğin Türkiye’nin rüşvet konusundaki durumu hiç parlak değil.
Rüşvet cenneti
OECD bünyesindeki Rüşvetle Mücadele Grubu’nun (WGB) raporunda Türkiye’nin rüşvetle mücadele konusundaki tavsiye ve kriterlere uymadığı, taahhütleri yerine getirmediği vurgulandı. Yayınlanan raporda, Türkiye adeta bir rüşvet cenneti olarak nitelendirilirken, 2016’dan bu yana WGB tarafından ‘yakın izlemeye’ alınmasına rağmen rüşvet tablosunun daha da kötüleştiği vurgulandı. Türkiye’nin 1997’de imzalayıp Mart 2000’de yürürlüğe koyduğu Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi’ne rağmen bugüne kadar 27 tavsiye ve uyarıdan sadece üçünü uyguladığı, ciddi ölçüde eksikliklerin olduğu ve sözleşmede yer alan temel yükümlülüklerle taahhütlere uyulmadığı belirtiliyor.
Yılda 4 kez Paris’te yapılan WGB toplantılarında 21 kritik tavsiye ile ilgili hiçbir adım atmadığı vurgulanan Türkiye’nin 2018 ve 2022 yıllarında yabancı kaynaklara dayalı kara para aklama açısından ulusal risk değerlendirmesine alındığı dile getiriliyor.
Basın etkisizleştirildi
Medyanın yüzde 90’ının iktidar kontrolünde olması nedeniyle rüşvet-yolsuzluk haberlerinin sansürlenip engellendiği, erişim yasağı getirildiği, medyadaki rüşvet ve yolsuzluk iddialarının soruşturulmadığı, savcılıkların yabancı rüşvet iddialarını görev alanında saymadığı vurgulanıyor. Sıkça değiştirilen Kamu İhale Kanunu’nun (KİK) zimmete para geçirme, rüşvet ve yolsuzluk açısından müsait olduğu, Türkiye’nin OECD sözleşmesini imzalamasına rağmen, kamu ihalesi verilen şirketlerden ‘rüşvet ve her türlü yolsuzlukla mücadele edeceğine dair taahhüt’ alına dikkat çekiliyor.
Savunma ve inşaat
21 Haziran’daki OECD Rüşvet Çalışma Grubu raporu, Türkiye’nin yurt dışında rüşvete yönelik yaptırımlarının hâlâ zayıf olduğunu söylüyor. Raporda, “Hiçbir birey veya şirket yabancı yetkililere rüşvet vermekten sorumlu tutulmadı. Çoğu iddia hiç araştırılmadı. Yargı ve savcılık bağımsızlığı kötüleşti ve bu durum yabancı rüşvet uygulamasını etkileyebilir. Bu endişeler, Türk firmalarının savunma ve inşaat gibi yolsuzluk riski yüksek ülkelerde ve sektörlerde faaliyetlerini genişletmesiyle daha da artıyor” denildi. Rapora göre Türkiye, 2000 yılında OECD Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi’ne taraf olmasına rağmen, yurt dışından rüşvet suçundan tek bir mahkûmiyet kararı bile alamadı. Türk kişi veya şirketlerini ilgilendiren bilinen 23 iddianın neredeyse üçte ikisi soruşturulmadı ve geri kalan davaların hiçbiri kovuşturmaya yol açmadı. Raporda ayrıca son 15 yılda yurt içi veya yurt dışı rüşvetten hiçbir tüzel kişiliğin sorumlu tutulmadığı da ortaya çıkıyor.
Yargı çalışmıyor
“Türkiye, 17 yıldır muhbirleri korumak için bir öneriyi uygulamaktan aciz” denilen raporda, “Medya tarafından bildirilen yabancı rüşvet iddialarının neredeyse tamamını tespit edemedi. Basının ve araştırmacı gazeteciliğin sansürü, olası yabancı rüşvet suçlarının tespitini engelleyebilir. Kurumsal sorumluluk yasası, gerçek kişilerin kovuşturulması ve mahkûm edilmesinin gerekip gerekmediği konusunda belirsizliğini koruyor” ifadeleri kullanılıyor.
‘Savunma’ya dokunulamıyor
Türkiye özellikle bazıları Erdoğan ailesiyle doğrudan bağlantılı olan savunma şirketlerinin şeffaf olmaması üzerinden eleştiriliyor. Transparency International’in raporunda da “Türkiye, son derece şeffaf olmayan ve standart şeffaflık ve raporlama gerekliliklerinden büyük ölçüde muaf olan savunma sektöründe çok yüksek yolsuzluk riskiyle karşı karşıyadır. Dış denetim sınırlıdır ve mali yönetim ve tedarik süreçleri gizlidir, bu da harcamalarda hesap verebilirliği zayıflatır. Yolsuzluk riski, çok sınırlı yolsuzluk karşıtı güvenlik önlemleri nedeniyle operasyonlarda özellikle yüksektir” ifadeleri kullanılıyor.
Devletle ilgi sorunu
Raporda, ayrıca Rüşvete Karşı Sözleşme’nin Türkiye’de yürürlüğe girmesinden bu yana geçen 16 yılda tek bir yabancı rüşvet suçuna rastlanmadığı belirtiliyor. Ayrıca, “Buna ek olarak, Çalışma Grubu, yabancı rüşvet soruşturma ve kovuşturmalarının ulusal ekonomik çıkar değerlendirmelerinden, başka bir Devletle ilişkiler üzerindeki potansiyel etkisinden veya ilgili gerçek veya tüzel kişilerin kimliklerinden etkilenebileceğinden, Sözleşme’nin 5. Maddesine aykırı olarak ciddi kaygı duymaktadır” deniliyor.
Sorun yeni değil
Aslında ‘yabancı rüşvet’ sorunu epeydir OECD’nin merceğinde ve uyarılar yapılsa da aslında politik ilişkiler nedeniyle biraz da görmezlikten geliniyor. Örneğin 2008 raporunda da, Türkiye’nin 2005 yılında yabancı rüşvet suçuna ilişkin kurumsal cezai sorumluluğu kaldırdığı ve bunun yerine Sözleşmenin standartlarına uymayan ‘güvenlik önlemleri’ getirdiği anlatılırken, Bu süreçte, Türkiye’nin bir Türk holding şirketi ve başka bir ülkedeki Türk vatandaşlarını içerdiği iddia edilen bir yabancı rüşvet davasının soruşturmasını reddettiği, ayrıca, Birleşmiş Milletler Petrol-Gıda Programı kapsamında 139 Türk şirketinin Irak hükümetine yasadışı ödeme yaptığı iddialarına karşı harekete geçmek için iki yıl beklediği belirtiliyor.
Kara para bağlantısı
OECD Rüşvetle Mücadele Grubu’nun yayımladığı kapsamlı Türkiye raporunda kara para aklama suçu ile yabancılara rüşvet suçu arasındaki hukuksal bağ anlatılıyor. Raporda, “Baş denetçiler, Türkiye’nin rüşvetle ilgili kara para aklama yaptırımının yeterli olmadığından endişe duymaktadır. Rüşvetle bağlantılı kara para aklama soruşturmalarının sayısı, yurt içi rüşvetin yalnızca yüzde 0,26’sı, yurt dışı rüşvet için ise sıfırdır. Türkiye, tüm rüşvet vakalarının mutlaka kara para aklamayı içermediğini açıklıyor. Bu açıklamayı kabul etsek bile, kara para aklama soruşturmalarına yol açan rüşvet vakalarının oranı dikkat çekici derecede düşüktür. Bu nedenle baş denetçiler Türkiye’nin gerekli adımları atmasını tavsiye ediyor” vurguları yapılıyor.
Yabancı (dış) rüşvet nedir?
Yabancı rüşvet, şirketlerin uluslararası ticari işlemlerde avantaj elde etmek amacıyla yabancı kamu görevlilerine rüşvet teklif etmesini, vaat etmesini veya vermesini içerir. Bu avantajlar arasında inşaat sözleşmelerinin güvence altına alınması, petrol veya gaz imtiyazlarının alınması veya işletme lisanslarının alınması yer alabilir. Bu yasa dışı uygulama özellikle inşaat, madencilik, savunma ve askeri, doğal kaynaklar ve enerji, tıp ve ilaç, telekomünikasyon, ulaşım, altyapı projeleri ve gayrimenkul geliştirme gibi sektörlerde yaygındır.
Sonuçsuz birçok iddia var
WGB raporlarında uzun süredir Türk şirketlerinin yabancı ülkelerde dağıttı rüşvetlerle ilgili bilgiler yer alıyor. Ağustos 2012’de “Bir Türk inşaat şirketinin” sözleşmeye taraf olmayan bir ülkede üst düzey bir kamu görevlisine kamu ihalesini kazanmak için 1,3 milyon ABD doları değerinde hediye verdiği, Aralık 2007’de bir devletteki büyük ölçekli bir altyapı projesinde kamu görevlilerine rüşvet verildiği, yine bir elektrik dağıtım şirketinin bir devlette elektrik sağlanmasına ilişkin rüşvetle iş aldığı ve bu dosyaların ‘delil yetersizliği’ ile sonuçlandığı belirtiliyor.
Öte yandan, yabancı bir otomotiv firmasının Türk iştirakinin araç ihracatıyla bağlantılı olarak üçüncü şahıslara yaklaşık 6 milyon Euro tutarında ödeme yaptığı, bunun 3,88 milyon Euro’luk kısmının “hediyelerden oluştuğu”, yabancı bir devlette Türk inşaat firmalarından oluşan bir konsorsiyumun üst düzey kamu görevlilerine 1,8 ile 3 milyon dolar arasında ‘yardım’ yaptığı ifade edilirken, bu olaylarda hiç soruşturma açılmadığı vurgulanıyor.
2013’e gönderme yapıldı
Türkiye’nin yargı bağımsızlığı konusundaki gerilemesi, Türkiye’nin dönemin başbakanı ve şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinin dahil olduğu iki yolsuzluk soruşturmasıyla sarsıldığı 2013 sonlarında başladı. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti daha sonra AKP’nin parlamento çoğunluğu sayesinde tek yargıçlı özel ceza mahkemeleri oluşturarak yargıyı kontrol altına almayı başararak yolsuzluk skandalını bastırdı. Bu hakimler daha sonra 2013’teki yolsuzluk soruşturmalarını yürüten tüm polis ve savcıları hapse atarken, adı geçen Erdoğan ve ailesi hiçbir zaman mahkemeye çıkmadı.
EKONOMİ SERVİSİ