Ülke kamuoyunu son günlerde meşgul etmekte olan ‘bidon kafa’ münakaşası, CHP dışına bakan yönüyle algılanıyor. Parti başkanı Özgür Özel’in yakın zamanda yaptığı hatırlatma, sözün sahibini rahatsız ediyor; çünkü devran dönmüş, toplumun genel kabullerinde değişim gerçekleşmiş. O devirle birlikte o sözün de zamanaşımına uğrayan bütün suçlar gibi tarihe mal olması, hatırlanmak yerine unutulması tercih ediliyor. Muharrir bey de değişimin farkında olmalı ki bu hatırlatma asabını bozuyor.
Meselenin ülke tarihi kadar CHP içine bakan bir yönü de var. Parti felsefesinde Deniz Baykal sonrası gerçekleşmekte olan eksen kaydırma sürecinin tamamlanmakta olduğunun göstergesi. Böyle dönüşümler, açığa düşen kesimleri de beraberinde getirir. ‘Bidon kafa’ muharririnin durumu, ‘ortodoks Kemalist’, ‘katı laikçi’, ‘beton ulusalcı’ gibi terimlerle ifade edilecek bir doktriner ve siyasi eğilimin de artık parti tarihine mal olmuş olmasının neticesi olarak anlaşılmalı.
Bazı önemli tarihsel olayların, onlara neden olan koşullar ve sorunlar ortadan kalkmadığı sürece tekrarı kaçınılmazdır. Onlarla birlikte bazı tarihsel şahsiyetler de adeta yeniden dünyaya gelerek aynı rolleri tekrar etmek durumunda olacaktır. Yılmaz Özdil’in bir ego-ideal anlamında Recep Peker’in reenkarnasyonu olamasa da buna heveslendiği anlaşılabilir. O halde, CHP resmi yayın organı Hakimiyeti Milliye gazetesinin ve Halkevleri bülteni Ülkü dergisinin başmuharriri Recep beyin hayat hikayesine bakmak, zamanımızın muharririni bekleyen trajediyi tahmin etmek açısından yararlı olabilir.
Recep Peker, uzun süre genel sekreteri olduğu CHP’nin olduğu kadar bir parti devleti olarak tasarladığı cumhuriyet rejiminin de başlıca mimarlarından biridir. Altı ok amblemi ve onunla temsil edilen ilkeler, Milli Şef-Ebedi Şef, tek partili rejim vb. Kemalist doktrine ve siyasete özgü hemen her unsura ilk dokunuş Recep beye aittir. Bunlara eşlik eden siyasi pratikler için de benzer bir durum söz konusudur. Recep bey, ideolog olduğu kadar yer yer İçişleri Bakanı, Milli İskan ve Mübadele Bakanı, Başbakan gibi önemli görevlerde bulunmuştur. 1925 Kürt isyanının bastırılması sürecinde ülke genelinde sıkıyönetim anlamına gelen Takrir-i Sükun kanununun kabulü ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması için büyük çaba göstermiştir. Verilen idam kararlarının Meclis onayı olmaksızın valilikler ve garnizon komutanlıkları tarafından infaz edilmesi için canla başla mücadele etmiştir. Büyük kentlerde yerel yönetimlerin seçimle değil merkezden atamayla oluşturulması gerektiğini savunmuştur. O halde, İkinci Recep çağında yaşamakta olduğumuz ‘kayyum’ uygulamalarının felsefi ve pratik kökeni, 1920’li ve 30’lu yıllarda hüküm sürmüş olan Birinci Recep’te bulunabilir.
Recep Peker, İtalya ve Almanya’da yükselmekte olan faşist rejimleri coşkuyla takip etmiş, bu ülkelere yaptığı ziyaretler ışığında parti programını yeniden yazma teşebbüsünde bulunmuştur. Ama bu ihtirası, parti sekreterliğinden azline neden olmuş, Recep beyin, 1930’lu yılların ikinci yarısını İnkılap Tarihi profesörü olarak yaşaması uygun görülmüştür. Peker, o görevi de canla başla üstlenmiş, Kemalist rejimin ilk İnkılap Tarihi kitabını yazarak kendinden sonraki kuşaklar için de yeni bir meslek dalı, istihdam ve geçim kapısı yaratmıştır.
Milli Şef İsmet paşa, yıllar sonra 1946’da Recep beyi yeniden göreve çağırarak başbakan yapmıştır. Recep bey, çok partili sisteme karşı bir başbakan olarak siyasi rakiplerine ağzına geleni söylemesiyle yeniden ün kazanmıştır. Vefatı, CHP’nin kaybedeceği ve tek parti rejiminin sonunu getirecek 1950 Mayıs seçimlerinden bir ay önce gerçekleşmiştir. Birçok yorum, Recep beyin kahrından öldüğü şeklindedir.
Yılmaz Özdil’in hayatı, sanatı ve eserleri, kahrından ölmüş Recep Peker’in trajedisiyle birlikte okunduğunda, anakronik bir özdeşleşme arzusu, bir reenkarnasyon teşebbüsü hissine kapılmamak elde değil. Partide ve mecliste makam sahibi olmasa da muharrirlik, otoriter rejim muhipliği, faşizan doktrinerlik, inkılap tarihçiliği ve benzeri marifetler ziyadesiyle benzeşmektedir. En çok da siyasi rakipleri ötesine geçerek kendine benzemeyen insan topluluklarına ağzına gelen hakareti edebilme cüreti. ‘Bidon kafa’ söylemi, o zihniyetin ürünüdür.
Özdil, 1990’lı yıllardan beri medya ve siyasette tanınan bir şahsiyettir. 21. Yüzyıl’ın ortamında, 1930’ların rejimini yeniden kurma anlamında bir ‘Kemalist restorasyon’ peşinde olduğu izlenimi vermektedir. Restorasyon arzusu boş bir hayal olsa da geçimini Kemalizm kültünün yeniden imalat ve pazarlamasından sağlamak alanında başarılı olduğu görülecektir. Prototipini Recep beyin ders notlarının oluşturduğu ortaokul İnkılap Tarihi kitaplarından özet çıkararak bienal Atatürk kitapları yazıp satmakta mahirdir. Köşe yazılarında çift ara esastır. Tek kelimelik cümleler, tek cümlelik paragraflar, tembellik ve cehalet semptomları olsa da kendisine bir şair ya da ‘aforizmacı’ pozu kattığını düşünen kesimler de mevcuttur.
‘Bidon kafa’ lafı da bu aforizmalardan biridir. Şimdi bununla ilgili hafıza kayıtlarının imha edilmemiş olduğunu görmek, muharririn asabını bozuyor. Öyle ya, devran helalleşme, normalleşme, yumuşama diye dönmektedir artık. Özgür Özel’in hatırlatmasının muharriri ziyadesiyle rahatsız etme nedeni, zamanın değişen ruhu olsa gerekir.
‘Bidon kafa’ münakaşası tatlıya bağlanabilir ama Roboski katliamının ardından işlediği nefret suçu yerinde durmaktadır. 6 Ocak 2012 tarihinde Hürriyet gazetesindeki köşesinde ‘Sayın Kaçakçı’ başlığı altında işlenmiş bir insanlık suçudur. Demokratik bir ülkede, ağır ceza mahkumiyetini gerektiren bir suçtur. Şimdi mazeret imalatı ya da merhamet niyazı için henüz vaktin erken olduğunu tartıyor olsa gerek. Sırtını yaslayabileceği ırkçı zevat-ı muhterem koltuklarını muhafaza ettiği müddetçe de öyle kalacak.
Ama devran durmaz, döner. Hatırlayalım: Recep Peker birçok yoruma göre kahrından vefat etmişti. O trajedinin son perdesi, CHP sekreteri ya da başvekil sıfatıyla ötekileştirip nefret kusma cüreti gösterdiği siyasi rakiplerinin iktidarını görme endişesi içinde kapanmıştı…