Ahmet Tulgar
Tuğrul Eryılmaz ‘68’li ve Gazeteci’ altbaşlıklı kitap yayımlandı. Türkiye medyasının en özgün kişiliklerinden biri olan Eryılmaz’ın Türkiye toplumundaki en önemli sarsıntı ve değişimlerin gerçekleştiği döneme denk düşen yaşam öyküsünü, hayatını belirleyen bu iki kavram, 68’lilik ve ‘gazetecilik’ üzerinden bütün renkleriyle ortaya koyan bu kitap, Türkiye kültürel hayatına önemli etkisi olmuş bir insanı daha iyi tanımak için de okunabilir, bir medya ve ülke sosyolojisi kaynağı olarak da. Toplumcu ideolojisinden, sosyalist ideallerinden, insan hakları perspektifinden vazgeçmeden, medyayı bir mücadele alanı olarak tanıyıp, her ürünüyle bu alana etik gazeteciliği yerleştirmeye, hem de bunu uzunca bir süre ana akım medyanın fildişi kulelerinde yapmaya çalışan ve başaran Tuğrul Eryılmaz’ın tasarlayıp yönettiği her yayın bugün hâlâ ‘zor zamanlarda konuşmanın’ aşılmamış örnekleri olarak arşivlerde. Yeni Gündem, Nokta, Sokak, Radikal İki, Milliyet Sanat bu rengarenk arşivden birkaç önemli ürünün adıdır. Ama asıl bir de rengarenk bir adam var. Adı Tuğrul Eryılmaz. Onu tanıyın, başarabilirseniz dostu olun.
(Bu arada bu nehir söyleşiyi titizlikle yapan, kitabı hazırlayan Asu Maro’ya da bir selam buradan.)
Kitaplarla ilgili spoiler vermeyi sevmiyorum. Alıp okusunlar. Sizi tanıyanlar zaten neyle karşılaşacaklarını tahmin edip heyecanlandılar. Şöyle sorayım: ‘68’li ve gazeteci.’ Bu ikisi yan yana geldiğinde genel bir durumu mu tanımlar, yoksa sadece size özgü bir gazeteci tutumunu mu? 68 sizin için ne ifade eder?
Genellemeler yapmaktan hep nefret ettim ama benim kuşağımdan çok sayıda gazeteci var. Ama ben her şeyi genelleme yapmadan özelimden anlatmaya çalıştım, başkalarını bağlamaz. 68 benim için, aslında 69, her alanda özgürleşme eylemleri dönemiydi. Kimi arkadaşlarım belki itiraz edecekler fakat özgürlük çıkışlı 68 hareketleri Türkiye’de çok çabuk siyasi örgütlenmelere dönüşmüştü, üstelik de gençler tam olarak yan yana gelmeden siyasi ayrışmalar başlamıştı. Her türlü otoriteye başkaldırmak için yola çıkılıp, işin aslına bakmadan, kendimizin tabi olacağı otoriteler yaratmaya başlamıştık; bir komünist partili ya da işçi sınıfı örgütlü olmadığımızı anlayamadık. Ve de devletin ne kadar acımasız olacağını bilemeyecek kadar masumduk.
Ben hep Batı 68’i ile Türkiye’dekini birbirinden ayırırım. Siz de böyle bir ayrım yapar mısınız? Hangisine yakınsınız? Hangisini kast edersiniz kendinizi tanımlarken?
Maalesef yaparım. Tabii ki birçok ortak noktamız vardı, antiamerikandık, Vietnam savaşı karşıtı bol bol yürüyüşler yapıyorduk, bir bölümümüz hafif çekinerek de olsa rock müzik dinleyip dans bile ediyorduk. Özgürce kendimizi ifade etme, ‘savaş yapma seviş’i hiç diyememek, kadınlar konusunda neredeyse Atatürkçü babalarımız gibi düşünmek ilk ağızda aklıma gelen ağır noksanlarımız. Onun için çok ısrar edersen şöyle tarif edebilirim: Yüzde 75 Ortadoğulu, yüzde 25 Batılıydık.
Size ‘marka’ diyemem. Kızarsınız. Ekol doğru tanım. Tuğrul Eryılmaz ekolününün oluşturucu öğeleri ve ilkeleri nedir?
Aslında ekol olacağıma marka olmayı tercih ederdim ama olmadı! Düşünsene ben, Hasan Cemal, Mehmet Y. Yılmaz, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin… gibi marka olsaydım fena mı olurdu; o renkli hayatlar, o gösterilen saygılar… Neyse fazla uzatmayayım. Benim gazetecilik mottom, hep söylediğim, gazetecinin temel görevi, sesini duyuramayan güçsüzler için bir platform oluşturmaktır. Herkese kendini ifade hakkı vererek çatışmayı, tartışma platformuna çekmektir ve tabii ki, babadan başlayıp devlete kadar uzanan çizgide otoriteye karşı hep kuşkucu olmaktır.
Çok kültürlülük, çoğulculuk, özerklik, ekoloji siyaseti gibi kavramlar henüz dünyada da yaygın değilken, siz bu perspektifler üzerinden yayın organları kurup yönettiniz. Toplumsal tasavvurrunuz çoğulculuk mudur? Bir umudunuz var mı bu yönde?
Toplumsal tasavvurum tabii ki çoğulculuk. Benim şansım, en sıkı siyasi dönemde -örneğin 12 Eylül- her türlü siyasal eleştirel yakalaşım yasaklanmışken kendimi, toplumsal, ekolojist, çok kültürlülüğü vurgulayan yayınlar yapmak zorunda hissetmemdi. Duygu bu olunca da istediğini yapmanın bir yolunu mutlaka buluyorsun. Aslında iyi gazetecilik de böyle bir şey.
Sizde hep bir sol sarkazm, politik bir alaycılık vardır. Size bu yüzden ‘sivri dilli’ derler, ‘kibirli’ derler. Bu sarkazm sizin için 68’den beri sol ve özgürlükçü hareketlerin ağır yenilgileri ile bir mücadele yolu mudur?
Çok şükür beni anlayan biri çıktı! Ben de bilirdim “ağır abi” olmayı ama o zaman işte gerçekten çıldırırdım. Gepegenç yoldaşları öldürülmüş, yenilgiden yenilgiye uğramış bir insan ancak hayatı ti’ye alarak, yarı deli olarak da olsa ayakta kalır, acılaşmaz, gençlik ilkelerini 40 yaşına gelmeden inkar etmez.
Yayımladığınız dergilerden Sokak, yayımlandığı dönemde darbe sonrası çeşitlenen toplumsal yaşama ve gündelik hayata denk düşen bir yayın, yeni dönemin habercisiydi. Bir yayın tasarlarken gündelik hayattaki siyasi trendlere mi bakarsınız, yoksa sadece kendi ilkelerinizi mi gözetirsiniz?
Ana akım medyada patronaj ile ne üzerinden uzlaşı sağlardınız? Aslında bu sorunun içinde cevabı da var. Gündelik hayatın etkisini öne alıp, onu kendi ilkelerim ışığında yansıtmaya çalışmak belki de benim en büyük marifetim. Patronunuza günlük hayatın her alanını kapsayan bir yayın çıkarır ve ona prestij sağlarsanız, size tahammül eder. Zaten vahşi olmayan kapitalizmde de hayat böyle geçer. Şimdi sen meraktan ölürsün, bir iki de isim vereyim sana: Ercan Arıklı,İletişim Yayınları ve hatta Aydın Doğan…
Size ana akım medya, okur getirdiğiniz için tahammül mü eder, yoksa sizinle çalışmayı ‘radikal şıklık’ olarak mı görür?
Ben hayatım boyunca hep egzantrik bir deli olarak görüldüm. Ama şunu da söyleyeyim; ben bu ünvanı kazanmak için çok çalıştım! Daha 74’te TRT Haber Merkezi’ne sabolarla ve aynalı hippi tshirtlerle gidip koridorlarda küçük heyecanlar yaratmışımdır. Aslında senin buralarda radikal şıklık dediğin, Türkiye’de evrensel gazetecilik kuralları içinde kalarak, gazetecilik yapmaya çalışan 40-50 kişiydi. Kişisel olarak hiçbir katkım olmadı okur getirmek için ama çalıştığım yayınlar hep başarılı oldu. Bunun tek istisnası Sokak dergisidir, tek bir ilan almadan sekiz ay çıktık ve battık. Üstelik Sokak’ı Ortodoks solcular da sevmedi.
Ana akım medya neden dünyada da Türkiye’de de sosyalistler olmadan edemiyor, neden sosyalistler toplumdaki güçlerine oranla çok daha büyük etkiye sahip medyada? Ya da en azından birkaç yıl öncesine kadar durum buydu, her genel yayın yönetmeni neden kendisini eski Marksist olarak lanse eder?
Bu söyleyeceklerim siyaseten doğru olarak biraz yersiz kaçabilir ama söyleyeceğim. Özellikle Allah uzun ömürler versin, bizim sağcılar farklı bir şey okumak ve dinlemek konusunda acayip dirençlidirler. Radarları her tarafa açık olmayan bir adam ya da kadın asla iyi gazeteci olamaz. Bir örnek vereyim,İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesinde İşçi Partisi’ni zorlayacak haberler çıktığı gibi, muhafazakârları destekleyen Daily Telegraph gazetesinde sağın aleyhine haberler görmek hiç alışılmadık bir durum değildir, hatta bol bol rastlanır. Hele söz konusu olan köşe yazısı değil, şimdilerde toptan unutturulmaya çalışılan haberse. Herhangi bir Batı ülkesinde çıkan beş gazetenin aynı gün, aynı manşetle çıkması hükümet bile düşürür. Türkiye’de Marksist rahleden geçmiş insanlar istedikleri kadar “artık değiliz” desinler, içlerinde bir gram vicdan kalmıştır diye düşünmek istiyorum; galiba “iyi patronlar” da öyle düşünüyordu: Bize hizmet etsinler ama vicdanlarını da tamamen unutmasınlar. Ama artık medya çalışanlarının da sahiplerinin de büyük bölümü birbirinin aynısı.
Siz ana akım medyada bir yandan da özgür medyayı temsil ettiniz ve özgür medya ile hep dayanışma içinde oldunuz. Kürt özgür medya geleneği Türkiye medyası için ne ifade ediyor?
Kürt medyası benim içimde inanılmaz bir yaradır. Kendilerine benzeyen Türk meslektaşlarından bile on kat fazla eza cefa görüyorlar. İstediğimiz kadar gözümüzü kapatmaya çalışalım, çatışmanın olduğu bir yerde hiçbir meslek gereği gibi icra edilemez, hele gazetecilik. 90’lardan bu yana açılıp kapatılan, saldırıya uğrayan Kürt gazete ve gazetecilerin sayısını bırakın gazeteci olarak, bir iletişim hocası olarak bile tam bilmiyorum. Sol yayın organlarından bile çok daha zor durumdalar.
Siz çok genç bir gazetecisiniz, çok uzun bir kariyeriniz olmasına rağmen. Ama bir nehir söyleşi verdiniz. O yüzden soruyorum: Medyada daha gerçekleştirmek istediğiniz işler var mı?
Çalışanlarının yüzde 80’i kadınlar, yüzde 20’si cinsel, dinsel ve etnik farklı gruplardan oluşan bir gazete ya dergi çıkarmayı çok isterdim. Artık bunu da sizler yaparsınız. Nehir söyleşinizde çeşitli sebeplerle sustuğunuz oldu mu? Senin sandığından daha fazla oldu; kimisi korkumdan, kimisi şefkatimden, kimisi de utanmamdan dolayı. Şunu söylemek istiyorum, 68’li ve Gazeteci, benden beklendiği gibi bir intikam, hesaplaşma ya da hainlik kitabı değil, hatırladıklarımı, hissettiklerimi 260 sayfaya sığdığı kadarıyla anlattım. Ama Asu Maro’nun hazırlama zahmetine katlandığı bu kitap çok satarsa ikincisi sırada: Anlatamadıklarım! Poşete girerse devlet utansın…