Yeniden, özden, hakikatten yana birey ve toplumlar olarak esas hedefimiz nedir? Bu soruya verilecek iki yanıt var. Yeni toplumsallığın kapitalizmden uzaklaşan tanrıları mı olacağız yoksa kendimizi toplum yaratıcıları olarak mı göreceğiz?
Berat Birtek
Toplumsallığın inşasında misyon yüklenen, bunun için emek veren, düşünsel yoğunlaşma içerisine giren, fikir yürüten, pratik sahibi olan insanların sayısı sanıldığı kadar az değil. Kapitalizmin “ideolojiler çağı sona erdi” söylemi kendi ideolojisini baki kılmak üzerine ayyuka çıkardığı safsatadan ibaret. Aksine güçlü olan, kendini örgütleyebilen ideolojinin dünyanın geleceğine yön vereceği bir dönemi yaşıyoruz. Verilen mücadele de bu ideolojinin toplumsallığı, ahlaki politik değerlerini esas alan bir yaratım içerisinde olmasıdır. Bu yüzden sayıları az olmayan, alternatif bir yaşam arayışında olan birey, toplumların daha kolektif bir ruh ile hareket etmesi gerekiyor.
Fikirde ortaklaşan, farklılıkları benimseyip onlarla büyüyen, Yeni yaşamı inşa eden, kirleri temizleyen, fikir ve inşayı aynı anda başarabilen bir komün haline gelmemiz belki de tarihin kirli tarafından akan nehrine vurduğumuz en büyük darbe olacak. Elbette bunu yaparken kullandığımız yöntemler de en ‘eskiye atıfta bulunan yeni’ olmalı. Burada ‘eski’ tanımımız ilkel tanımından değil, öz kavramından besleniyor. Yeniyi mevcut yöntemlerle yaratamayız. Nitekim ‘eski patikalar daima üzerine kurulu şehirlere çıkar.’
Yeni dediğimiz, tanımlara büründürdüğümüz durum şekli olarak algılanmamalı. Salt kabukta yenilik değil, özün yeniden yakalanmasıdır esas olan. Duruma bu şekilde yaklaştığımız zaman karşımıza çıkacak olan bazı ciddi sorunlara değinmek gerekir. Yeniden, özden, hakikatten yana birey ve toplumlar olarak esas hedefimiz nedir? Bu soruya verilecek iki yanıt var. Yeni toplumsallığın kapitalizmden uzaklaşan tanrıları mı olacağız yoksa kendimizi toplum yaratıcıları olarak mı göreceğiz?
Bu sorunun çözümü için tarihin kendisinden faydalanacağız. Doğal toplumun ahlaki politik yaklaşımı, üzerine düşünülüp, tartışılıp, fikir oluşturulup yaratılan bir durumu mu ifade ediyor? Yoksa doğalında fikir, pratik sentezi olarak ortaya çıkan bir sosyoloji miydi? Kuşkusuz çok daha kapsamlı değerlendirilip yorumlanacak bir konu ancak veriler ikinci cevabın gerçeğe çok daha yakın olduğunu gösteriyor. Topluma müdahale eden bir iç-dış akıl olmadan, -tabi düşünceden bağımsız olarak değerlendirilemez- doğalında şekillenen bir güzellik vardı. Bizim açımızdan maya biraz da odur. Binlerce yıldır bir toplum dışı akıl tarafından yönlendirilen insanlığın önüne en eskiye atıfta bulunarak yeni bir yaşam öneriyoruz, koyuyoruz. Ancak kendimizi bu yaşamın tanrıları, yani yaratıcıları olarak görüyorsak ortada çok ciddi bir sıkıntı var demektir. Çünkü tanrının, yaratımın olduğu yerde iktidardan da söz edilir. Yani tanrı ya da yaratan varsa iktidar vardır. Ve biz ana hatlarıyla iktidarı, hakikatin inkârını başlatan temel faktörlerden biri olarak ele alıyoruz.
Bu yüzden “devrim ne değildir” sorusuna verilecek en temel yanıt “iktidarın el değiştirmesi değildir” olur. Devrim, iktidarın, devletin eritilmesi, toplumun büyümesidir. Toplumu yaratmayacaksak değişimi, yeniyi arayan bireyler olarak görevimiz ne olacak sorusu bu durumda belirginlik kazanıyor. Bir devrimcilikten -daha da genelleştirip insanlık da diyebiliriz- bahsedilecekse yeni toplumun özellikle işçileri, inşa gücü, ölenleri olmamız gerekir. Bu şekilde bakmak daha doğru sonuçlar doğuracaktır. “Onlar iyi yönetemiyor, biz daha iyi yönetiriz” demiyoruz. Yönetim algısını hakikate uygun hale getirip toplumun özyönetimine kavuşması için mücadele edeceğimizi belirtiyoruz.