Özgürlük, barış ve ekmek talebini görmek ve çözüm yoluna girmek tek gerçekçi çözümdür. Ve iktidar yapısal açmazları nedeniyle ters yönde ilerlemektedir. Sistemik krizlerin güncel girdiler ile genişleyerek yönetme krizine yol açtığı bu tablonun işaret ettiği şey çözümsüzlüktür. Ve çözümsüzlüğü aşarak durumu devrimci yönde derinleştirecek tek şey halkın seçim-sandık düzleminden çıkarak doğrudan devreye girmesidir
Deniz Altun
Türkiye’nin siyasal sistemi, kurulduğu ilk andan itibaren toplumsal mühendislik mantığı üzerine inşa edilmiştir. Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Rumların ve diğer ulusların inkarı ve asimilasyonu üzerine kurulmuştur. Bu tekçi anlayış devletin kurucu kodlarında işlenmiş ve zaman içinde genetik olarak aktarılarak kendini yeniden ve yeniden üretmiştir. Bu kod daha çok ulusal ve inançsal kesimlere dönük görünür olsa da bunlarla sınırlı değildir. Devleti kuran akıl ekonomik inşa sürecini de bu bakış açısı ile şekillendirmiştir. İzmir İktisat Kongresi’nde temelleri atılan ve “sınıfsız, zümresiz kaynaşmış kitle” mottosuyla özetlenen ekonomik düzen, kapitalizmin geri, vahşi ve korporatist bir türüdür. Bu anlayış, faşist toplum mühendisliğinin ilk biçimlerinden biri olarak Mussolini ve Hitler dönemlerinde de görülmüştür. Türk kapitalizmi Ermeni ve Rumlar başta gelmek üzere halkları ortadan kaldırmakla kalmamış ilk sermaye birikimini bu halkaların birikimini iç ederek kanla karmıştır. Yine Kürdistan ve Kürt’ün reddedilmesi konusu inkâr, imha ve asimilasyon pratiklerinin Kürdistan’ın yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmalanmasına bağlanan sömürge ekonomisi ile birleşmektedir. Yani tekçilik sadece kültürel ve ideolojik kodları tanımlayan bir kavramlaştırma olmanın ötesinde bir içeriğe sahiptir. Toplumun tüm katlarıyla ve tekçi anlayışla atomize edilmesi ve yeniden kalıba dökülmesi demektir. Bu sistem, yıllar içinde değişiklikler geçirse de “Ata” mirası bir kod olarak egemenler içinde aktarılmıştır. MGK uzun yıllar boyunca siyasi sistemin merkezi ve taşıyıcısı olmuştur.
Doku uyuşmazlığı
Tekçi devlet ve toplum mühendisliği anlayışı, Türkiye’nin toplumsal gerçekliğine hiçbir zaman uymamış ve bu uyumsuzluk darbeler, iç savaşlar ve büyük toplumsal itirazlarla dışa vurmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki Kürt isyanları, 60’lı yıllardan sonra sol yükseliş ve sosyo-ekonomik değişimlerin sınıf mücadelelerine dönüşmesi ve en nihayetinde modern Kürt hareketi ve Gezi isyanları, bu tekçi ısrara tarihsel itirazlardır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, muhtıralar, sıkıyönetim ve OHAL süreçleri ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi ile devamındaki sistem değişikliği, tekçi rejimin kendini koruma refleksleridir. Devletin tekçi genetiği toplumun çoğul dokusuna uymamakta ve bu halkalar ile devlet arasındaki yapısal ve onulmaz krizin kaynağı olarak hükmünü sürmektedir. Ve açık ki yapısal nitelikli bir sorunun tadilat, restorasyon ya da reform gibi başlıklar altında ele alınması ve çözüm yoluna konulması mümkün değildir. Toplumun orasından burasından yontularak, devlete göre toplum haline getirilmesi mümkün değildir. Toplum mühendislik çalışmaları ile yaratılan bir şey değil kendi dinamikleri içinde gelişip dönüşen diyalektik bir organizmadır.
Tek Adam Rejimine Giden Yol
Türk tipi başkanlık veya “tek adam” rejimi, bu tarihsel arka plan çerçevesinde değerlendirilmelidir. Devlet ile halk arasında genetik bir uyumsuzluk vardır ve bu tekçi kod, halkların çoğul gerçekliğine dar gelmektedir. “Milli Şef”lik olarak ortaya çıkan korporatist anlayış, sistemin ve kapitalist dünyanın güncel krizleri ile birleşerek “tek adam” rejimi olarak tekrar üretilmiştir. Aradan geçen 100 yılın ardından aynı noktaya dönmek ironiktir ve tarihten ders çıkarılmadığını göstermektedir. Halkların özgür, demokratik ve insanca yaşam talebi, iç savaş rejimlerine özgü reflekslerle karşılanmaktadır.
2010’dan ve özellikle 2015’ten bu yana Türkiye, tarihinin kısa ve yoğun bir özetini yaşamaktadır: darbe, kitle katliamları, OHAL, kayyımlar, savaş, zorla servet değişimleri ve hukukun askıya alınması… Tüm bunlara rağmen halklar, devrimciler ve demokrasi güçleri bu genetiğe uydurulamamaktadır. Son yerel seçimler bu gerçeği bir kez daha göstermiştir. Kürt halkı, kolonyalist kayyım rejimini reddetmiş ve Batı’daki itirazlar saray blokajını delmiştir. Ancak yine de demokratik talepler sistem refleksleriyle karşılanmakta, toplumsal mühendislik çabası sürmektedir.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve 6284 sayılı yasanın yontulması girişimleri, krizin yükünün emekçilere yükleneceği Orta Vadeli Program, eğitimde müfredat değişikliği, Etki Ajanlığı yasası, Savaş ve Seferberlik Yönetmeliği, rutin hale gelen operasyonlar, siyasi soykırım saldırıları ve en son Colemêrg (Hakkari) belediyesine atanan kayyım gibi adımlar, sistemin Kürt devrimini ve toplumsal muhalefeti bastırma hattında gösterdiği ısrarın örnekleridir. Devlet, bir yandan “yumuşama” tartışmaları ile toplumsal muhalefeti beklenti koridoruna çekip hareketsizleştirmeye çalışırken, diğer yandan anti-demokratik reflekslerle kendini güvence altına alma çabasındadır.
Dönüşemeyen devrilir
Geride bıraktığımız 10-15 yılda Türkiye tarihinin kısa özetini yaşadık. Toplumsal muhalefet ve halklarımız Türkiye tarihinin en geniş çaplı toplumsal itirazlardan biri olan Gezi isyanına, Rojava devrimine, Kobanê serhildanına, 7 Haziran siyasi zaferine, özyönetim sürecine ve kadın hareketlerine şahit olduk. Sonrasında geliştirilen faşist saldırganlık ile yara alsa da halklarımızın direniş damarları hala canlılığını korumaktadır. Son seçimler, Wan halkının demokratik tepkisi ve Colemêrg kayyımına karşı süregelen hareket halkların demokrasi ve direniş damarlarının canlılığını koruduğunu gösteren örneklerden birkaçı sadece. Ekonomik kriz ve anti-demokratik uygulamalardan bunalan halklar bu blokajı kabul etmeyeceğini göstermiş ve tarihsel belleğinde verili bulunan direnişçiliği güncelleme yoluna girmiştir. Halkı seçmen, demokrasiyi sandık, meşruluğu yasa olarak gören düzen siyasetinin -ve tabii ki düzen siyasetine bulaşık hale gelen içimizdeki yansımalarının- blokajının nasıl aşılabileceği sorusunun yanıtı burada aranmalıdır. İktidar, devlet bu tablodan demokratik sonuçlar çıkarmak yerine halkın üzerine geçirmeye çalıştığı tekçi deli gömleğini daha da daraltma yolunda ısrar etmektedir. Bu durum sürdürülebilir değildir; deli gömleğinin dikişleri öyle ya da böyle patlayacaktır.
Halkların taleplerinden ve itirazlarından korkarak, toplumsal mühendislik çalışmalarıyla bu genetik bozukluk ve doku uyumsuzluğu giderilemez. Özgürlük, barış ve ekmek talebini görmek ve çözüm yoluna girmek tek gerçekçi çözümdür. Ve iktidar yapısal açmazları nedeniyle ters yönde ilerlemektedir. Sistemik krizlerin güncel girdiler ile genişleyerek yönetme krizine yol açtığı bu tablonun işaret ettiği şey çözümsüzlüktür. Ve çözümsüzlüğü aşarak durumu devrimci yönde derinleştirecek tek şey halkın seçim-sandık düzleminden çıkarak doğrudan devreye girmesidir. Wan halkının iradesini sokak siyaseti ile güvenceye alması yön göstericidir.
Tarihin döne döne vurguladığı şey ortadadır. Ve bu uyarı yürümek isteyen herkes içindir: Dönüşemeyen ya çürür ya aşılır.