Yaşanan olay ve olgular, tarihsel-toplumsal gerçeklikten, yaşanan somut güncellikten bağımsız ele alınıp değerlendirilemez. Tarihsel ve toplumsal gelişme diyalektik bir bağ ile bütünlük içinde değerlendirilirse bir anlam ifade eder. Yaşam geçmiş, güncel ve gelecek diyalektiği üzerinde kuruludur. Bu hakikat “ezel ve ebet anda birleşir” şeklinde dile getirilmiştir. Bu bakış açısı mevcut sorunların nedenleri ve çözüm yollarını bilme konusunda delil görevi görmektedir.
Olay ve olguları, yaşananları, sorunları sadece güncel boyutu ile izah etmek insanı yanılgılı sonuçlara götürür. Mevcut sorunlar ya da güncel olan geçmişin temelleri üzerinde var olmuştur. An geçmişin yükünü omuzlarında taşır ve geleceğe yön verir. Geçmiş ile güncel geleceği belirler. Geleceğe dönük planlama yapılırken, geçmişten güncele yol alan yetmezlikler, yanlışlıklar, anlayışlar doğru tespit edilmezse toplum sürekli kaos halinde olur, zamanla kriz derinleşir. Bu krizin önüne geçmek için geçmiş zamanın uygulamaları tüm detayları ile bilince çıkarılmalıdır. Bu da tek başına yetmez. Doğru bir yöntem olmadan geçmiş bilince çıkarılmaz.
“Aslolan yoldur, yol cümleden uludur” kelamı, amaca ulaşmanın yöntemini dile getirmektedir. “Kılı kırk pare ederler / birini yol tutup giderler” sözü yolun hedefe götürmesinde ki önemi, hassasiyeti, doğruluğunu dile getirir. Hakikate varmak için gidilecek yol, belirlenen ilkelere, amaçlara uygun olmalıdır. “Yola ikrar vermek” toplumsal hakikati esas almaktır. Aslolan en kestirme, en sağlam ve doğru yolu bulmaktır. Yol sırat-ı müstakim ise, hedefe götürür. Hedef özgür yaşam ise bütün baskılara rağmen arayış devam eder.
Hakikate aşk düzeyinde ikrarlı olan canlarla ikrarlı toplum oluşur. “öl ikrar verme, öl ikrarında dönme” düsturu; hakikat ve özgürlük arayışına aşk düzeyinde bağlı olmayı anlatır. “Zalimin talim ettiği yola mihnet etmemek” hakikat arayışında mazluma ikrar vermek anlamına gelir. Zulme karşı ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak ikrarlaşmaktır. Özgürlüğe, özgür yaşama ruhuyla, bedeniyle, yüreğiyle sevdalanmaktır. Mansur, bedeni parçalanırken, Nesimi derisi yüzülürken, Pir sultan dara giderken, Pir Seyid Rıza dar ağacını Hakkın Miracı olarak kabul ederken ve günümüzde kültürel direniş damarını devriye edenlerin son sözlerini “hakikate aşk düzeyinde bağlıyız” şeklinde tanımlamak yerinde olur. İnsanın serpiyan olup sesi söze dönüştürdüğü, Çar anasıra nazar ettiği günden beri bu arayış devriye halindedir. Bu arayış, yaşamı anlamlandırma arayışıdır. Kendine, doğaya ve topluma anlam verme kainat ile yar olmadır, bağ kurmadır. Cümle can ile bağ kurmayan her arayış anlamsızdır. Bu arayışta “niçin” yerine “nasıl” sorusu esas alınır. Zerdüşt peygamber “doğru düşün, doğru söyle, doğru yap” şeklindeki üçlemesi ile hakikate ulaşmanın yöntemini dile getirmiştir. Bu kadim üçleme aynı zamanda bir tür sorgulama ve yoğunlaşmayı beraberinde getirir. Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözü de hakikat arayışında kabul ve red ölçüleri belirlemektedir. Yaşanan hayatı sorgulamak, red ve kabul ölçülerini belirlemek, doğru rahı esas almak, anlamlar üretmek manasına gelir. Hakikat ve özgürlük arayışında aslolan “anlamlı yaşamın sahibi olmaktır.” Belleksiz, köksüz, tarihsiz ve temelsiz yaşam anlamlı yaşam olamaz. Kapitalist modernitenin egemen güçleri, rıza toplumu süreklerine ait toplumları, halkları köksüz, temelsiz, tarihsiz, belleksiz bırakarak bağımlı hale getirmeye, sömürmeye çalışmaktadır. Köksüz kalmak, herkesin müdahale edeceği nesne haline gelmektir. Bu durum hakikat yitimi anlamına gelir.
Kapitalist modernitenin uygulamaları ile doruğa ulaşan hakikat yitimi ile toplumsallığa ait tüm değerler çarpıtılmış, değersizleşmiş adeta çarmıhta can çekişiyor duruma gelmiştir. En fazla da kadının kemaletine ait değerler yok edilmiştir. Hakikat yerine bireycilik, dincilik, milliyetçilik, endüstriyalizmin laboratuvarlarında üretilmiş yapay değerler ikame edilmiştir. Bu değerler toplumu iktidarın belirlediği ölçülere göre şekillendirmede günümüzde belirleyicidir. Tarihsel yaşanmışlıklar göstermiştir ki “bir yerde ve zamanda baskı, istismar, eritme ve çıkmaz derinse; yaşam tam ölümden beter bir onursuzluk içinde geçiyorsa, köklü paradigmatik yaklaşım dan başka çaremiz yok gibidir.”
Hakikat aynı zamanda Alevi-Bektaşi geleneğinde insan-i Kamil olma yolunda son kapı. Bu kapıdan geçen her can, Kamil insan mertebesine ulaşır. Artık hakikat insan gerçekliğinde somutlaşır, ete kemiğe bürünür, evrenin nihai amacı haline gelir. Hakikat ile ilgili şöyle bir saptamada bulunmak yerinde olur: hakikatin sırrına ulaşmış her can aynı zamanda demokratik siyasette, özgür yaşamda irade olmuş, özneleşmiş durumdadır.
Günümüzde Alevi dernek hattı, kendi hakikatlerini esas alarak siyasetin demokratikleştirilmesi ve kadın özgürlükçü bir anlayışı ne kadar yaşamsal kılmıştır? Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl yaşamalılar? Cumhuriyetin birinci yüzyılında kendileri için katliam ve soykırımlarla özdeş olan bir yaşamla nasıl hesaplaşılmalıdır? Tekçi zihniyetin kendilerine dayattığı anlamsız yaşamı anlamlı kılmanın arayışları nelerdir? Mevcut cem evlerindeki erkanlar ve uygulamalar Aleviliğin direnen anlamlı yaşamına uyuyor mu? “Cem evi post dedeliği” makamı Pirlik kurumunu ne kadar temsil eder? Bir toplumsal hafızayı, direnen bir damarı, tarihsel belleği “posta” indirgemek hakikate ne kadar uymaktadır? Post zulme karşı hakikat ve özgürlük arayışında serden geçenleri temsil ederken, nahak anlayışı iktidar sevdalılarını posta oturtmanın ölçüsü nedir? Alevi geleneğinde hakikatli yaşamın ölçüleri nelerdir? Rıza toplumunun öznesi, yaratıcısı, koruyanı, kollayanı, var edeni kadındır. Buna rağmen Cemevlerinde “dede postu”nun icadı bu hakikate uygun mudur?
Alevi tarihinde, hakikat ve özgürlük arayışını devriye eden, bu uğurda serden geçen yol ulularının arayışı; anlamsız yaşama karşı anlamlı yaşam arayışıdır. Son günlerde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı tarafından basına servis edilen resmi belgede; aydınlanma desteği verilen Alevi kurumlarının isimleri ve sayıları verildi. Kültür bakanlığına bağlı olan bu kuruma bir taraftan en radikal bir dille “hayır” demek, bir taraftan da hizmet almak hangi anlamlı ölçüye uymaktadır. Yol ulularının “arsıza, hırsıza, nursuza, pirsize rıza gösterme” tarihi vasiyeti ayağa düşürülmedi mi? Dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, tekçi bir kurumla ilişki geliştirmenin anlamlı bir açıklaması var mıdır? Ya da yapılan açıklamalar ne kadar hakikati barındırıyor?
Aleviler yüzyıldır kendilerini dışlayan siyaset anlayışına nasıl dahil olacaklar? Ya da demokratik siyasete kimlerle, hangi ilkelerle dahil olacaklar? Alevi perspektifinde demokratik siyasetin ölçüleri nelerdir? Aleviler nasıl bir Cumhuriyette yaşamak isterler? Alevi zihin dünyasında “eşit ve özgür yurttaş” ne anlama geliyor?
İster resmi muhalefet partileri olsun isterse iktidar partileri, devlet eksenli politika; arsızlık, hırsızlık, nursuzluktur. Zalimin talim ettiği yoldur. Alevilerin kendi hakikatlerinden taviz vermeden, demokratik siyasetin mücadelesini veren yapılarla, eşit ve özgür yurttaş temelinde yaşama ilkesini esas almaları gerekiyor.