Devletlerin tarihi, planlı veya ihmali olduğu cinayetlerle doludur. Türkiye Cumhuriyeti devleti de neredeyse hiçbirinin ihmali olmadığı, tamamının planlı olduğu cinayet pratiklerini, çoğunluğu Kürtler olmak üzere sol sosyalist muhalif kesimlere karşı işlemiştir. Mustafa Suphi ve arkadaşları, Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Cavit Orhan, Musa Anter, Namık Tarancı, Mehmet Sincar, Vedat Aydın, Mecit Baskın, Savaş Buldan, Behçet Cantürk ve 90’lı yıllarda MGK tarafından “milli şuurla” alınan kararlarda katledilen Kürt iş insanların uzayan cinayet listeleri, devlet aklının ya direk planlayıcısı olduğu ya da ihmali şekilde içinde yer aldığı cinayetlerin bir kaçıdır sadece.
Devletin planlayıcısı olduğu veya ihmali bulunduğu cinayetlerden birisi de dönemin Amed Baro başkanı olan Tahir Elçi cinayetidir. Cinayeti planlayanların ilk planları davayı sürüncemede bırakmak ve zaman aşımına uğratmaya çalışmak olmuştur. Bunun için de 4,5 yıl direndiler. Ancak Diyarbakır Barosu ve davanın avukatları tümünü açık kaynaklardan elde ettikleri ve tümü savcılıkta da bulunan belgelerle Londra merkezli Adli Mimari (Forensic Architeture-FA) adlı bağımsız adli tıp kuruluşundan rapor alınca savcılık davayı açmak zorunda kaldı. Çünkü rapor çok detaylı ve açık bir şekilde Tahir Elçi’yi hedef alma ihtimali olan 3 polisi işaret ediyordu.
Bu cinayetin görüldüğü dava 12 Haziran’da görüldü. Dosyanın içeriği incelendiğinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı ilk iş, cinayet mahallindeki delilleri toplamak yerine delilleri karatmak olmuştur. Davanın avukatlarının ısrarlı taleplerine rağmen olayda etkisi olduğu bilinen istihbarat ve kolluk personellerinin telefon kayıtları alınmamış, telsiz kayıtları dosyaya alınmamış, ifadelerine başvurulmamıştır. Cinayet mahallini gören polis kameraları dahil olmak üzere üç kameranın kayıtları ya tamamen silinmiş ya da tam da olayın gerçekleştiği anı gören bölümleri kesilmişti.
Sonrasında ise bu cinayeti işleyenler, kendi işledikleri bu cinayeti, kendilerini temize çıkarmak için örgütün işlediğini söylemeye başlamış ve suçu örgüte atmaya çalışmışlardır. Ama gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Örneğin soruşturma aşamasında, “Tahir Elçi cinayetinin PKK tarafından planlandığı ve ölüme yol açan atışın, militanlar tarafından yapıldığına” dair beyanları olan tanıklar, mahkemede alınan ifadelerinde önceki beyanlarını kabul etmemişler, baskı ve zor ile ifade vermeye zorlandıklarını söylemişlerdir.
Mesela, tanıklardan biri ifadesinde, “Karakolda baskı altında olduğum için susma hakkımı kullandım. Tahir Elçi’nin vurulmasıyla ilgili benim ne böyle teşhisim ne de ifadem var. 48 gün boyunca işkence gördüm… Kesinlikle böyle bir ifadem yok ve teşhis yapmadım. Kabul etmiyorum.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Bu olayları PKK’ye yıkmamıza yardımcı ol.
Bir diğer tanık, “…Savcı ve polisler bana, ‘Elçi’nin öldürüldüğüne dair ifade ver seni bırakacağız. Yoksa seni infaz edeceğiz’ dediler. Ben de korktum. İnandım. Bana ‘İmzalayacaksın’ dediler. Ben de ifadeyi okumadan imzaladım. Tahir Elçi’nin kim olduğunu, nerede olduğunu bilmiyorum. Ben mahkemeye de gelip her şeyi anlatmak istiyorum…” demiştir.
Bir diğer tanık ise, daha sonra, 17 Ağustos 2021 tarihinde Diyarbakır Barosu Başkanlığı’na yazdığı mektupta, gözaltına alındığı 3 Mart 2016 tarihinde, ağır işkence ve kötü muamelelere maruz kaldığını, bulunduğu yere Diyarbakır Adliyesi’nde görev yapan mektupta verdiği isimde bir Cumhuriyet Savcısı’nın geldiğini ve “Tahir Elçi cinayetini militanlara mal etmem için ifade verme hususunda dayatmada bulunduğunu”, aynı savcı tarafından öldürülmekle tehdit edildiğini, istediği şekilde beyanda bulunulması durumunda serbest bırakılacağı vaadinde bulunulduğunu ifade edilmiştir. Aynı savcının, “Korkma, şerefim ve namusum üzerine seni bıraktıracağım. Bu olayları PKK’nin üzerine yıkmamıza yardımcı ol. Avukat gelirse bu konuşmalardan bahsetme senin de avukatın da başı ağrır, yoksa hiç kurtulamazsın.” dediğini belirtmiş. Mektubun sonunda tanık, Tahir Elçi olayına ilişkin görgü ve bilgisinin bulunmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Diyarbakır Barosu mektubu mahkemeye sunarak bahse konu savcı ve dosyanın soruşturma aşamasında etkin bir soruşturma yürütmeyen diğer bir savcı hakkında soruşturma açılması için Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) şikayette bulunulmasını ve re’sen Savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını talep etti. Ancak Mahkeme heyetince bu talep de reddedildi. Bu nedenle; ilgili savcılar hakkında ayrıca avukatlar tarafından HSYK’ya yapılan şikâyet ise geçtiğimiz hafta “soruşturma açılmasına yer olmadığı” kararıyla karşılanmıştır. Adı geçen savcılardan biri, şu an bir başka ilin başsavcı vekilliğine terfi ettirilmiş durumdadır.
Tahir Elçi cinayeti için cezasızlık pratiği demek çok naif kalır. Bu naiflik bizim gerçekleri görmemize set çeker. O nedenle Tahir Elçi cinayeti bir ihmaller zinciri veya cezasızlık pratiği değil direk devletin ilgili odalarında planlanan bir siyasi cinayettir. Bu tanımı bizlerle beraber dönemin başbakanı da yapmıştı.
Devlet organizasyonu insanlardan oluşmakta ve insanların pratikleriyle ruh bulmaktadır. Doğaldır ki insan hata da yapabilir, suç da işleyebilir. Ama eğer devlet suç işleyen personellerini soruşturmaz ve yargılamazsa o personelinin işlediği suçun ortağıdır, günahkarıdır. Devletin Kürtlere, aydınlara, gazetecilere, siyasilere karşı işlediği/işlettiği cinayetlerin motivasyonunu biliyoruz elbette.
Halk, devlet aklının bu yaklaşımını bildiğinden siyasi cinayetlerin hesabını sorarken “Katil devlet hesap verecek” diye isyanlarını dile getiriyorlardı. Gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçan devlet aklı; bu isyanı dile getirenleri “Devlet katil olur mu?” diyerek konuşanları kanun ve yargı sopasıyla susturmaya çalıştı. İnsanlar sussa da devletin yaşanan cinayetlerin ortağı ve günahkarı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Katil değilsen katilleri ve arkasındaki odakları, cinayetlerin motivasyonlarını ortaya çıkaracaksın.
Ancak devletler tarih boyunca işledikleri cinayetleri hep inkar ettiler. Türkiye’de ise son yıllarda topluma karşı suça bulaşan ve suç işleyen devlet görevlilerini “Ben askerimi, polisimi, valimi, savcımı, …” yedirtmem diyerek topluma karşı pervasızlaşmaya varmış artık.
Ama şunu da bilsinler ki halk da artık evlatlarının katledilmesine seyirci kalmayacaktır.