25 yıldır İmralı adasında bulunan ve son 4 yıldır hiçbir şekilde kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan şahsında bu ittifaka ve kardeşliğe vurulmak istenen darbenin karşısında olduğumuzu yineliyor ve aramızdaki bu hançerin kaldırılması için mücadele içerisinde olduğumuzu aktarmak istiyoruz
Hüseyin Aykol
Elazığ 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulmakta olan Ayhan Akbingöl, gazetemizin merkezine gönderdiği mektubunda şöyle diyor: “Mezopotamya’nın kadim topraklarında neolitik devrimle başlayan demokratik uygarlık nehri günümüze kadar akmaya devam ediyor. Sümerlerle birlikte başlayan tekelci ve iktidar odaklı barbar uygarlığa karşı Hurrilerden başlayıp Medlere kadar devam eden direniş kültürü, Medlerin de yıkılmasıyla birlikte farklı mecralarda akmaya devam etti. Hz. İbrahim, Zerdeşt, Promete, İsa, Mani, Hz. Muhammet, Ali, Rabia, Adeviye, Mazdek-Hürrem, Babek ve ardılları Şex Ubeydullah ile birlikte akmaya devam eden bu gelenek günümüz demokratik direnişiyle sürüyor. Hz. İsa gibi çarmıha gerilsek, Hallac-ı Mansur gibi derimiz yüzülse, Yusuf gibi zindanlara da atılsak bu kadim-kutsal geleneğin takipçileriyiz.
Bin yıllardır farklı medeniyetlere, kültürlere, inançlara beşiklik eden ve savaşların hiç eksik olmadığı bu topraklarda 1. ve 2. Dünya savaşlarından sonra 3. Dünya Savaşı başlamış bulunmakta. Bir yandan uluslararası hegemon güçler, bir yandan bölgesel güçler ve bunlara karşı halklardan oluşan demokratik güçler yerlerini almıştır. Yani dünyayla birlikte en az iki yüzyıllık plan ve projeye dayalı olan ticaret yolunun açılması ve güvenliğinin sağlanmasıyla küresel kapitalizmin pazarı doruk noktasına çıkarılmaya çalışılmakta. Yeni teknik-teçhizatla donatılan orduların sebep olacağı yıkım ve felaketler düşünüldüğünde dünyanın kıyamete zorlandığı görülmekte. Zaten felaketler boyutunda olan günümüz dünyasının daha da büyük felaket ve acılara mazhar olmaması için demokratik mücadele ve barışın zorlanması gerekmektedir.
Kürtler açısından bakıldığında tarihsel olarak Türklerle derin bir stratejik ittifak halinde olduğumuz görülecektir. Malazgirt ve Çaldıran’da Kürtler tercihlerini Türklerden yana kullanarak Türk-Kürt kardeşliğinin sağlanmasında çok önemli adımlar atmışlardır. 1800’lerde II. Mahmut ile başlayan Kürt mirliklerinin tasfiyesine ve özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni rejime kadar Kürtler bu ittifaktaki samimiyetlerini sonuna kadar göstermişlerdir. Ancak Osmanlı’nın yıkılması ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine ikame edilmesiyle birlikte hiçbir halkın, kültürün ve ulusun kabul edemeyeceği dayatmalar karşısında Kürt-Türk derin stratejik ittifakı çok büyük yaralar almıştır. Özellikle ezilen tarafta yer alan Kürtler büyük bir hayal kırıklığına uğramanın yanında pek çok zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Bizler gerçekten samimi olarak demokrasinin, barışın ve Türk-Kürt ittifakının-kardeşliğinin kurulmasından yanayız. Bunun mücadelesi ve direnişi içindeyiz.
Bu vesileyle 25 yıldır İmralı adasında bulunan ve son 4 yıldır hiçbir şekilde kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan şahsında bu ittifaka ve kardeşliğe vurulmak istenen darbenin karşısında olduğumuzu yineliyor ve aramızdaki bu hançerin kaldırılması için mücadele içerisinde olduğumuzu aktarmak istiyoruz. Buna karşı başlattığımız Açlık Grevi eylemini 4 Nisan 2024 günü itibariyle telefon, aile görüşü ve mahkemelere çıkmama olarak sürdürüyoruz. Cezaevinde çıkan kronik sorunlara aşina olduğumuzu düşünerek dile getirmeyi bile gerek görmüyoruz artık.”
*
Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi’nde bulunan Kobanê kumpas davası mağdurlarından Günay Kubilay, 2 Haziran 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “16 Mayıs’ta açıklanan Kobanê kararına gelince, davayı başından beri izleyen ve içyüzünü bilenler için pek sürpriz bir sonuç çıkmadı ortaya. Çünkü Kobanê davası, belli bir tarihsel, siyasal dönemin rövanşını-intikamını almak amacıyla altı yıl aradan sonra açılmış sıra dışı bir siyasi kumpas davasıydı. Başından beri bu dava hukuksal bir seçenek değil, siyasal tercih olarak devreye sokulmuştu. HDP ile demokratik ve meşru siyaset zeminlerinde adil bir mücadeleyi göze alamayan iktidar sahipleri, sütre gerisine çekilerek sopayı yargının eline tutuşturdular. Özellikle siyasal koşullar değişip çözüm süreci sona erdikten sonra, Kürt sorununda yeniden askeri yöntemlere ve militarist politikalara dönüldükten sonra başlatılan “topyekûn savaş stratejisi”nin bir parçası olarak HDP’nin demokratik siyaset alanında varlığının sürdürülmesine izin verilemezdi! O nedenle de kapsamlı ve çok yönlü bir “çöktürme planı” doğrultusunda tasfiye süreci başlatıldı. Arkasından olup bitenleri hepimiz biliyoruz: Sistemli ve sürekli polis operasyonları, gözaltılar, tutuklamalar, kayyımlar, dokunulmazlıkların kaldırılması ve eş genel başkanların tutuklanması, Kobanê davası, kapatma davası vesaire…
Mahkemenin kararı ne olursa olsun, biz üç yıl boyunca kesintisiz süren ve adeta seri üretim yapılan bir yargılama süreci boyunca bütün bu süreci ve Kobanê davasını yaptığımız savunmalarla hukuksal bakımdan çürüttük, politik bakımdan mahkûm ettik. Önemli olan da buydu. Çünkü mahkeme bize “Kobanê olayları” denilen Yasin Börü dahil 37 kişinin öldürülmesi, yağma, talan vb. ile sonuçlanmış eylemlerden ceza veremedi. Anlaşılan o ki, mahkemeye öylesine siyasi baskı oluşturulmuş ki, çıplak bir siyasi karar vermek zorunda kaldı. İki AİHM kararıyla tescil edilmiş, siyasi ifade özgürlüğü kapsamındaki demokratik nitelikli çağrıyla devletin birliği ve bütünlüğünü bozma eylemine yardım etmekten cezalar verdi. Mahkemenin bu kararı bile tek başına bu davanın nasıl bir kumpas davası olduğunu göstermektedir. Kapatma davasının da siyasi baskılarla hızla sonuçlandırılması için gerekli iktidarın gücünü kullanmaktan kaçınmayacakları açıktır.”
*
Gazeteci arkadaşımız Diren Keser, geçen hafta elime geçen kısa mektubunda şöyle diyor: “İyiyim. Hapishanede ne kadar iyi olunursa, o kadar iyiyim. Hakkımda daha önce verilmiş olan hapis cezam, Yargıtay tarafından onaylandığı günün ertesinde beni evimden apar topar aldılar. Kalan 4-5 aylık ceza süremi tamamlayacağım. Bu kart, elinize ulaştığında iki aydan az bir zaman kalmış olacak. Yani Temmuz ayı sonuna doğru tahliye olacağım. Gazetecilerin olmaması gereken yerde olmasının ağırlığı var üstümde.
Günlerimi okuyarak geçiriyorum. Okumalarımı burada mevcut olanlar üzerinden yapabiliyorum. Kitapların dışarıdan gelmesi, kontrolden geçip verilmesi uzun bir zaman sürüyor maalesef. Bir de sadece tekli aylarda veriliyor bizlere. Böylece kitapların bize veriliş süreci iyice uzuyor. Sizin Sol Örgütler kitabınızı burada okuyabilsem iyi olacak!
Birlikte kaldığımız arkadaşların selamı var. Özel olarak selamı olanlardan biri de ağır hasta mahpuslardan Burhan Ötekıvılcım. Onunla aynı odada kalıyorum. Onun durumunu biraz daha fazla gündemleştirmekte fayda var. 80 yaşını devirmiş bir insanın böylesi yerlerde kalıyor olması, adalet olmasa gerek.”
*
Kandıra F Tipi Cezaevi’ndeyken, Kırşehir Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne sürgün edilen Sinan Adıgüzel’den üç yeni çizim geldi. Kendisinin çizimleri, ilk başladığı günlere göre oldukça kişilik kazanmaya başladı. Sahi, zarfın içinden kısa da olsa, bir mektup çıkmadı. Umarım cezaevi yönetimi mektuba el koymamış ya da zarfa koymayı unutmamıştır.
MEKTUBU GELENLER:
Ayhan Akbingöl – Elazığ 2 nolu Yüksek Güvenlikli CİK
Sinan Adıgüzel – Kırşehir Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Bülent Parmaksız – Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi
Günay Kubilay – Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi
Diren Keser – Tarsus 2 nolu T Tipi Cezaevi