Fotoğraf tarihlerinde ve kuramlarında, fotoğrafları çekilen milyonlardan kayda değer bir şekilde söz edilmez. Daha ilk aşamalardan itibaren, bu geniş çaplı fotoğraflama girişimi için gereken kaynakların ve ucuz ya da bedava emeğin, fotoğrafa bakanlar değil de fotoğraflanan insanlar tarafından sağlanacağı varsayılmıştır. Fotoğrafçılığa dahil olan yığınla insan, figüran, yardımcı oyuncu veya ham madde muamelesi görürken, kimi fotoğrafçıların çalışmaları fotoğraf tarihinin belkemiğini oluşturan eserler mertebesine çıkarılmıştır.
Fotoğrafçılar, büyük emperyal girişimciler veya kâr toplayıcılar olmasalar da, onlara “diledikleri hemen hemen her yere gitme” izni veren emperyal haklardan yararlanıyorlardı. Magnum’un resmî tarihinde kaydedildiği gibi:
O günlerde fotoğrafçılar önemli bir avantaja sahipti: dünyada fotoğrafçı yüzü görmemiş sayısız bölge vardı. Diledikleri hemen hemen her yeri seçebilirlerdi; (George) Rodger’ın dediği gibi o tarihlerde “hemen hemen her şeyin fotoğrafını çekebilirdiniz, dergiler ne çekseniz üstüne atlıyordu.”
Magnum’un ilk hamlesi dünyayı esnek biçimde fotoğrafçılar arasında paylaştırmak oldu: Chim’e (David Seymour) Avrupa, Cartier-Bresson’a Hindistan ve Uzakdoğu, Rodger’a Afrika düştü; (Robert) Capa ise serbest dolaşıyordu ve ABD’de (Magnum’un kurulmasına katkıda bulunup sonradan ayrılan) Bill Vandivert’in yerini almıştı.(1)
Ucuz veya bedava emeğin başkalarından devşirildiği göz önüne alındığında, fotoğrafçılar, fotoğrafı çekilenler ile diğer emperyal failler arasında aracılık etmiştir. Fotoğraf piyasalarının emperyal hâkimiyetinden bu sayede yararlanabilmiş, çok sayıda başka insanın dahlini gerektirmesine rağmen fotoğraflarının yegâne müellifinin kendileri olduğunu bu sayede iddia edebilmişlerdir.
Fotoğrafçılar, diğer katılımcıları fotoğraftaki paylarından mahrum bırakmaktan her zaman maddi kazanç elde etmiş olmasalar da, büyük şirketlerin, koleksiyonerlerin ve kurumların, endüstriyi besleyen sayısız fotoğraflanmış kişinin bedava emeğinden ve mevcudiyetinden faydalanmasını sağlamışlardır. Herhangi bir topluluğa tescil edilmemiş bu tür hakların, kolayca bahşedilmiş olmaları gibi hiçbir rahatsızlık duyulmadan geri alınmalarına da şaşmamak gerek; fotoğrafçılar da, kendilerine ihtiyaç kalmadığı takdirde, derhal ekarte edilebilirler – “onların” eserlerinin tek ve yegâne sahibi olduğunu iddia eden stok fotoğraf ajanslarının devasa el koyma hamlesine maruz kalan fotoğrafçıların başına geldiği gibi.
Fotoğrafçılardan, sahip oldukları ayrıcalıklar ve sembolik sermaye karşılığında, fotoğrafik karşılaşmanın altındaki istismarı gizlemeleri beklenmiştir: Kendi topluluklarında haklarından mahrum bırakılanların, büyüyen piyasalar, vasıflı sanatçı ve zanaatkârlar, bilgi alanları ve disiplinler için bedava kaynak haline gelmek zorunda kaldıkları bir karşılaşmadır bu. Ancak, hâkim insan hakları söylemi fotoğraf söz konusu olduğunda bu hakları göz ardı eder; fotoğraf söylemi çoğunlukla, insan hakkı ihlallerinin fotoğrafla kayda nasıl alındığını ve hakların fotoğraf üzerinden nasıl savunulabileceğini tarif etmekle, veya “nihai ürün”le (yani fotoğrafla) ilgili telif ve mülkiyet, koruma ve yayma vs. haklarını tartışmakla sınırlıdır. Bu yaklaşım, fotoğraf olayına dahil olan farklı tarafları daha en baştan yok sayar. Fotoğraf çekme hakkı, daha en baştan, çoğunlukla başkalarının iradesi hilafına kullanılan sınırsız ve vazgeçilemez bir hak olarak dayatılmıştır.
Fotoğrafçılar, sanatçılar gibi, mesleki habitus’larının parçası olarak başkalarının dünyasıyla ham madde olarak, veya günümüz terminolojisiyle “kaynak” olarak ilişki kurma hakkını elde etmişlerdir; başkalarının dünyasını incelenecek, takdir edilecek veya temellük edilecek malzemeler olarak görebilirler. Bu nedenle de, mesleklerini icra etme yetkilerinin devlet güçlerince kısıtlanmasına sık sık direnerek, özgür hareket ve ifade haklarını korumaya çalışır, misyonlarını yerine getirmelerini önlemeye çalışan otoritelerin engellerini aşar ve “özgürlük savaşçısı” konumunu benimserler. Gelgelelim bunu çoğunlukla, fotoğrafçının konumunu mümkün kılan miras alınmış emperyal ayrıcalıkları bırakın sorunsallaştırmayı, kabul dahi etmeden yaparlar.
*Derya Yılmaz tarafından çevrilen bu yazı www.e-skop.com’dan alınmıştır.