7 buçuk yıl sonra tahliye olan Kürt kadın siyasetçi Sebahat Tuncel ile siyaseti konuştuk: CHP’nin şu anda kayyımlara karşı tutumu olumlu. Ancak bu yetmez. CHP’nin ve diğer demokratik güçlerin Kürt sorununun çözümü konusunda net tutum almaları gerekir. Muhalefet parçalı ve dağınık olduğu için iktidar ömrünü uzatabiliyor
Hüseyin Kalkan
‘Sebahat Başkan’ı, Kürtler dik duruşu ile bilir. Duruş deyip geçmemek gerek, bazı krizler sadece bu duruşlarla aşılır. Tuncel, öyle duruşların sahibi bir kadın. Ayağının tozu ile toplantıdan toplantıya koşuyor. Kendisi ile yapacağımız söyleşiye Kobanê Davası ile başlamayı planlarken, Colemêrg’e kayyım atandı. Söyleşi ister istemez, Colemêrg’de sahnelenmek istenen kumpasa kaydı. Tuncel, kayyım sorunun bir savaş politikası olduğunu, tecritten ve savaş politikalarından ayrı ele alınamayacağını söylüyor. Tuncel, AKP-MHP iktidarını yeni hamlesini şöyle değerlendiriyor: “Hakkari’ye kayyım atanması devletin kayyım rejimini sürdürmeye niyetli olduğunun göstergesi. Devletin kayyım rejimini stratejik bir politika olarak ele aldığını gösteriyor. Bu bir sömürge hukuku. Kürt halkının hak ve özgürlüklerini yok sayması kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Kürt halkı seçimde sandığa gidiyor, iradesini belirliyor ve üç dönemdir kayyım atanması ile halkın iradesi yok sayılıyor. Bu normal demokrasilerde mümkün değil. Demokratik hukuk düzeninde olacak bir şey değil. Kabul etmemiz mümkün değil. Halkın tepki göstermesini engellemek için gösteri ve yürüyüş yasağı getiriliyor. Bu da başka bir absürtlük. Halkın tepki göstereceğini, bunu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Bunun için de sokağa çıkma yasağı getiriliyor. Orda demokratik eylemleri engellemek istiyor. ‘Yasaklı bir mitinge katıldı’ diye insanlara korku salıyor. Bu Türkiye’nin savaş politikasının bir parçası. Kayyım rejimi, İmralı işkence rejimi, demokratik siyaset alanına müdahale, Kobanê Kumpas Davası olarak kamuoyuna yansıyor ama demokratik kurumlara saldırıdır, esasta özünü Kürt meselesinden alıyor. Kürt meselesinin çözülmemiş olmasından kaynaklanıyor.”
Şark Islahat Planı güncellendi
Tuncel, kayyım uygulamalarını tarihsel arka plana oturtuyor. Şart Islahat Planı ile başlayan süreç çeşitli aşamalardan geçtikten sonra kayyım uygulamaları ile devam eder. Tuncel, bu sürece dair şunları anlatıyor: “Tarihsel gelişmelere baktığımızda da, cumhuriyeti Kürtlerle Türkler birlikte kurmuş, ardından 1925’te Şark Islahat Planı devreye konuluyor, asimilasyon ve yok etmek politikası devlet eli ile yürütülüyor. Bugün bir benzerini yaşıyoruz. İktidarlar değişiyor, hükümetler değişiyor ama devletin Kürtlere yaklaşımı değişmiyor. 2014 yılında hazırlanan ‘Çöktürme Planı’, çözüm sürecinin bozulması, masanın devrilmesi, Islahat Planı’nın güncellenmiş halidir. Çözüm sürecinin bozulması, masanın devrilmesi, arkasından KHK’larla yasaların askıya alınması, 2016’da kayyım rejiminin devreye sokulması sistematik uygulanan bir politika. Aslında bu Şark Islahat Planı’nın güncellemiş hali olan Çöktürme Planı’nın devamı olarak okumak gerekir. Bu herhangi bir politika değil. Mecliste arkadaşlarımız buna tepki gösterirken AKP’lilerin ortaya koyduğu saldırgan tutum bunu gösteriyor. MHP’den daha milliyetçi-faşist bir çizgide durduklarını gösteriyor. Belediyeler Birliği toplantısında Ahmet Türk’ün kayyımı kınanmasına AKP’lilerin gösterdiği tepki bunun bir plan dahilinde olduğunu gösteriyor. İçişleri Bakanı ‘Hakkında herhangi bir ceza yok ama biz bunu taktir ettik’ diyor. Bu yasa-masa dinlemediklerini gösteriyor. Arkadaşımıza 19 yıl ceza verilmesi de çalınan minareye hazırlanan kılıftır. Türkiye’de şöyle yanlış bir tartışma var. ‘Davası olmayanı aday göstersinler’ deniliyor. Bu iyi niyetli bir yaklaşımdır ama Türkiye’de hukuk düzeni ortada kaldırılmış, hakkında dava olmayan kimse yok. Kim ağzını açsa hakkında soruşturma başlatılıyor. Kürtlere karşı ikili bir hukuk uygulanıyor. Mesela ne yapmış Kürt siyasetçiler; bir twit paylaşmış, bir konuşma yapmış, protesto hakkını kullanmış. Bunlar temel insan hakları. Temel insan haklarını kullandığı için ağır ceza tehdidi ile karşı karşıya. Çünkü Kürtlere karşı uygulanan temel yasa, anayasa yerine geçen ‘Terörle Mücadele Yasası’. Bütün hak ve özgürlük mücadelesi gidip oraya çarpıyor. Bu açıdan baktığımızdan bu siyasi bir imhadır. Kültürel soykırımıdır. AKP hem içerde hem dışarda Kürtlere karşı saldırgan politikasın devam ettiriyor. Ve bunu bir strateji dahilinde sürdürüyor. 21. yüzyılda Kürtlerin bir statü elde etmesini, kendi kendini yönetmesini engellemeyi temel politika olarak görüyor. Aslında yüzyıllık rejimin yaşadığı temel krizlerden birisi de bu. Birinci yüzyılda yaşanan temel kriz iktidar tarafından 2. yüzyıla taşınmak isteniyor. Biz bu sorunu çözmek için demokratik cumhuriyeti öneriyoruz. AKP tek adam rejimini öneriyor. Bu ideolojik bir mücadele aynı zamanda. Şimdi ‘normalleşme’, ‘yeni anayasa’ dediği şey faşizmin anayasasını yapmaktır. Türkiye kamuoyunun bunu görmesi gerek, biz Kürtler zaten bunu görüyoruz.”
Muhalefet dikkatli olmalı
Sebahat Tuncel, kayyım meselesini Kürt sorunundan ayrı ele almayı doğru bulmuyor. CHP’nin kayyıma karşı son dönem politikalarını geçmişe göre daha olumlu bulurken, kayyıma karşı daha net politikalar izlemesi gerektiğin belirtiyor: “CHP’nin son dönemde kayyımlara karşı tutumu tabi ki olumlu. Ancak bu yetmez. Ortada kayyım atanmasına yol açan bir yasa var. Bu yasayı ortada kaldırmak gerekir. Bunun için bir çalışma başlatma gerekir. CHP’nin ve diğer demokratik güçlerin Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda daha net tutum almaları gerekir. Kayyıma karşılar evet. Bunu olumlu buluyoruz. Ama bu sorunu nasıl çözeceğiz. Kayyım rejiminin altında yatan da Kürt sorunu. Biz Kürt sorununa çözüm bulmadan bu işlerden de kurtulamayız. Muhalefetin dikkatli olması gerekir. Normalleşmenin Kürdün hak gaspına dönüşmemesi gerekir. Bu normalleşme Kürt halkına yönelik savaş politikası mıdır? İşçinin, emekçinin hak gaspı mıdır? Kadınlara yönelik şiddet midir? Yumuşama ya da normalleşme kimin için. AKP bu normalleşme siyaseti ile kendi iktidarını yeniden dizayn etme, yerel seçimlerde aldığı hasarları gidermek için kullanmak istiyor.”
Yumuşamanın faydaları!
Erdoğan, son zamanlarda izlediği politikalarla yerel seçilerin iktidarına verdiği hasarı gidermeye çalışıyor. Hatta eğer mümkünse 7 Haziran 2015’te izlediği politikayı yenide hayata geçirerek iktidarını sağlamlaştırmak istiyor. Tuncel’e göre ‘yumuşama’ söylemi bunun için. Tuncel, yerel seçimlerle ilgili şöyle bir analiz yapıyor: “Bence AKP’nin seçim yenilgisi 14 Mayıs’ta başladı. Türkiye’nin değişim talebi güçlüydü. Ama CHP’nin yanlış politikaları, Kemal Kılıçdaroğlu’nun attığı yanlış adımlar seçimin kaybedilmesine yol açtı. Türkiye’de sol, sosyalist, demokrat bir ittifakın kurulması gerek. Zaten sağ-faşist bir ittifak var. Kılıçdaroğlu, ona benzer muhafazakar bir ittifak kurmak istedi, bu da tutmadı. Bu Türkiye’ye kaybettirdi. Ama ortaya çıkan oy oranı güçlü bir değişim talebi olduğunu gösterdi. Bu değişim talebi yerel seçimlerde daha güçlü bir biçimde ortaya çıktı. Önemli olan bu değişim talebini kim örgütleyecek/nasıl örgütleyecek? Erdoğan, Tansu Çiller’in eşinin cenazesine gidiyor, Meral Akşener ile, Abdullah Gül ile görüşüyor. Muhafazakar cepheyi yeniden konsolide etmek istiyor. Oysa halk başka bir yaşam istiyor. Eşit, adil, özgür, demokratik bir yaşam istiyor. Herkesin bunu görmesi gerekir. CHP’nin ortaya çıkan sol söylemi toplumda da karşılık buldu. Ama henüz rengi belli değil. Pragmatik bir söylem mi, yoksa gerçekten demokrasiden yana mı? Eğer öyle ise Kürt meselesine nasıl bakıyor, anadilde eğitim sorununa nasıl bakıyor? Biz bunlarını yanıtını bilmiyoruz. İlkeler nedir, nasıl çözeceksiniz? Bunun açık olması gerek.
Sosyalist sol açısından seçimleri değerlendirirsek. DEM Parti’nin içinde bulunduğu ve üçüncü yol dediğimiz seçenek çok daha kıymetli. Gerçekten yeni bir yaşamı inşa edecek demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma söz konusu. Kürt sorununa dair söylemleri, kadın sorunu, hayvan hakları sorunu, temel insan haklarına dair söylemleri net. Ama bunun da toplumsallaşmasına ihtiyaç var. Toplumda değişim isteyen daha geniş bir ittifaka ihtiyaç var. Değişim isteyen halkla buluşmaya ihtiyaç var. Orda bir zayıflık olduğu görülüyor. Bunda devletin uyguladığı şiddetin rolu var. Devlet özel olarak tam da bu üçüncü yol çizgisine yönelik sistematik bir saldırı düzenliyor. Kürt siyasi hareketi büyük bir baskı altında. Buna rağmen büyük bir direnişte var. Son olarak Hakkari’ye atanan kayyıma karşı direnişten bunu görüyoruz. Bu önemli bir dönem. Bunu daha güçlü örgütlemek, toplumsallaştırmak ve toplumun değişim talebine cevap vermek gerek. Tabi ki burda sosyal demokratlarla, demokratik ve özgürlük güçleri ile ittifak kurulabilinir ve kurulmalıdır da. Kritik bir aşamadan geçiyoruz. AKP faşizme kırdı direksiyonu. Burda çıkışın yolu daha sol, daha demokratik, özgürlükçü bir yön. Değişim talebini kim doğru örgütlerse, kazanacak olan da o. Bunun için de örgütlerin kendini güçlendirmesi, politikasını netleştirmesi, siyasetin toplumsallaşmasına ihtiyaç var. Dönemsel olarak da ittifaklar kurulabilinir. O bakımdan CHP’nin son dönemde durduğu çizgi önemli. Bu yetmez. CHP’nin de şunu görmesi lazım, bu kayyım rejimini ortada kaldırmasak yarın CHP belediyelerine de kayyım atanabilir. Hukuk yok ortada. Hukuksuzluk hukuk haline getirilmiş.”
İktidarın en zayıf dönemini
Sebahat Tuncel, AKP-MHP ve Ergenekon ittifakının hala iktidarını sürdürebilmesinin nedeni olarak, demokrat, sol ve sosyalist güçlerin dağınık olmasını görüyor. Tuncel, bu konuda şunları söylüyor: “Durum şöyle: Yerel seçimlerde AKP büyük bir yenilgi aldı. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı en zayıf dönemini yaşıyor aslında. Öyle güçlü değil. İktidarını sürdürebilmesinin nedeni, sol, sosyalist güçlerini dağınık olmasıdır. İktidar güçlü olduğu için değil. Sol muhalefet güçsüz, parçalı ve dağınık olduğu için iktidar kendisini yenileyebiliyor. Aldığı hasarı tamir edebiliyor. Ya da kendi ömrünü uzatabiliyor. Arkadaşlar bazen AKP baş aşağı gidiyor diyorlar. Gerçekten gidiyor da, toplumda karşılığı yok. Toplum ekonomik olarak çok derin bir yoksulluk yaşıyor. Sınıfsal çelişkiler çok daha derinleşiyor. Orta sınıf diye bir şey kalmadı. Toplumun yarısı açlık sınırında yaşıyor. İnsanlar mutsuz. Ama örgütsüzlük ve dağınıklık iktidarını sürdürmesini sağlıyor.”
Gasp edilen tahliyeler
Sebahat Tuncel’e, cezaevi sürecini soruyorum. Tuncel’in yanıtı yine çoğul oluyor. Tahliye zamanı geldiği halde tahliye edilmeyen arkadaşlarından, tahliyeleri engelleyen İdari Gözlem Kurulu’ndan söz ediyor: “Türkiye’deki cezaevi gerçeği tam kavranamıyor. Yasaların askıya alınmasının en çıplak halini siz cezaevinde yaşıyorsunuz. Tahliyesi gelen arkadaşlarımızın tahliyesi gasp ediliyor. İdari Gözlem Kurulu diye bir kurul oluşturmuşlar. Bu kurul çeşitli bahanelerle arkadaşlarımızın tahliyesini engelliyor. Bu kurul cezaevi idarecilerinden oluşuyor. Heyet kendini mahkeme yerine koyuyor, yeniden yargılama yapıyor. Korkunç bir şey. Oysa cezasını yatmış, bunu 5375 sayılı kanunda ifade ediyor. ‘Cezasının dörte üçünü yatan tahliye edilir’ diyor. Bu hak gasp ediliyor. Özellikle son dönemde Türkiye’de Y tipi, T tipi cezaevleri ile tecrit yaygınlaştırıldı. Aslında İmralı tipi işkence cezaevleri adım adım bütün cezaevlerine yayıldı. Biliyorsunuz şimdi arkadaşlarımız ‘İmralı koşullarında yaşıyoruz’ diye eylemde. Gerçekten İmralı koşullarında yaşıyorlar. Siyasi mahpuslar cezaevlerinde de örgütlü bir siyasi yaşam içerisinde. Düzenli olarak okuyorsun, yazıyorsun. Bir yoğunlaşma süreci oluyor aynı şekildi. Ordaki süreci en iyi ne şekilde geçirebilirim diye planlama yapıyorsun. Biz son 7.5 yıl Özgür Basın aracılığı ile yazarak görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmaya çalıştık. Mahkeme salonlarında siyasetimizi yürütmeye devam ettik. Ama sürekli bir gerilim hali yaşatıyorlar. Düşünün Sincan’da her hafta arama yapıyorlar. Bütün eşyaları döküyorlar. Bu bir rutine dönüşüyor. İlk başlarda karşı çıkıyorsun garipsiyorsun, sonra da gelip yapsınlar da ben artık kendi işime bakayım diyorsun. Her an bir direniş, her an bir mücedele hali yaşıyorsun. Her an tetikte olmanız gereken bir ruh halini yaşıyorsunuz. Ayrıca bizim son üç yılımız mahkeme salonunda geçti. Böyle bir yargılama süreci görülmemiştir. Ben bunu erkek devlet yargı şiddeti olarak tanımladım. Kadın olmaktan dolayı yaşadığımız başka sorun alanları da oluyor. Cezaevlerinde sağlık hakkından yararlanamıyorsunuz, kültürel, sosyal alanlarınız sınırlı, sürekli tecrit hali var. Birlikte yargılandığınız arkadaşları göremiyorsunuz. Ama siyasi tutsaklar olarak bunları dert etmiyorsunuz. Daha büyük bir amaç var.”