Ataerki ve ırk ayrımcılığa karşı, gelenek ve modern kültürün olanakları ile mücadele eden kadınınların hikayesini ‘Bar Bahar’ ile anlatan Maysaloun Hamoud, filmin evrensel sorunlara değindiğini vurguluyor
1 FİLM 1 YÖNETMEN Çeviri: Tolga Er
Yönetmen Maysaloun Hamoud, şu sözlerle anlatıyor “Bar Bahar” isimli filmini: “Burada gördüğümüz, genç Filistinli kuşağı olarak yaşadığımız bir tür görünmez yaşamın hakiki resmi”. Film, Tel Aviv’de yaşayan İsrail vatandaşı üç Filistinli kadının hikayesini anlatıyor. Kadınlar bir taraftan kendilerini ‘ikinci sınıf’ olarak tanımlayan İsrail toplumuyla uğraşırken, diğer taraftan Arap toplumunun ısrarlı talep ve baskılarının takibi altında yaşıyor. “Bar Bahar”, kadınların ‘aradalığına’ ışık tutarken, toplum ve geleneklerin dikte ettiklerinin aksine, kadınların özlerine sadık kalma çabalarını ekrana taşıyor. İhtilaf, önyargı ve gelenekler kadınlara ket vurmaya çalışırken, onlar buna birbirlerine cesaret vererek ve özgürlük için mücadele etmeye davet ederek karşı koyuyor. Filminde hedef aldığı tabular nedeniyle ölüm tehditleri alan yönetmen Hamoud, bu filmiyle Filistin ve İsrail toplumuna eleştirel bir perspektiften bakma fırsatı sunuyor, buradaki sorunların evrenselliğine işaret ediyor. Aşağıdaki söyleşide ise yönetmen Hamoud, filmin konusunu ve verdiği mesajı değerlendiriyor.
İlk olarak şunu soracaktım; ‘Bar Bahar’ için başlangıç noktanız neydi?
Başlangıç noktası, şans eseri yazmaya başladığım zamandı. Aslına bakarsınız, etrafımızda ‘Arap Baharı’ başlamıştı. Filistin-İsrail vatandaşları olarak bile Arap dünyasının bütün başkentlerine gerçekten bağlanamıyoruz, ancak ruhlarımızda orada birlikteydik. O yüzden, bu ruh bizi ve tabii ki beni gerçekten etkilediyse, bizim dediğimiz şekilde değişim rüzgarları, yazmanın ve filmin başlangıcıydı.
Sizce film insanlarda neden bu kadar güçlü tepkilere neden oldu?
Çünkü bana göre insanların henüz görmediği bir şeyi gösteriyor. Arap ve Filistinli karakterleri, özellikle kadınları görmek için kullandığımız tüm kalıpları yıkıyor. Böylece ortaya çıktı ve sorunları ortaya koydu. Şu ana kadar bunları bir örtünün altında saklıyorduk. İnsanlara sorular sordurtuyor ve film bence gücünü bundan alıyor.
Film iyi bir çizgide ilerliyor, çünkü din ve dindar insanlar arasında bir ayrım yapıyor…
Gerçekten dine veya dindar insanlara odaklandığımı düşünmüyorum. Sadece dünyanın her yerindeki muhafazakar insanlar hakkında konuştuğumu düşünüyorum. Bu hikaye, elbette, özellikle Filistinli bir kadın olarak özeldir, ama aynı zamanda bu (hikayeler) evrenseldir. Bence dünyadaki filmlerde gördüğünüz tüm kadınlar ve yalnızca kadınlar değil; erkekler de etrafımızda, dünyanın dört bir tarafında. Görebildiğim kadarıyla sadece yüzler ve isimler farklı, fakat bu ikilemleri ve ihtilafları her yerde bulabilirsiniz. Londra’da, Britanya’da, Avrupa’daki her yerde, Birleşik Devletler’deki her yerde, Latin Amerika’daki her yerde ve Uzak Doğu’da; dilediğiniz her yerde. Çünkü insanlık dünya genelinde böyle davranır ve kadınlara karşı ayrımcılık her yerde. Yani, ben bunun sadece dinler hakkında olduğunu düşünmüyorum.
Filme tepkiler geldi. Özellikle Umm el-Fahm’ın tepkisi sert oldu…
Evet, tepkiler çoğunlukla bu yerdendi. Bir araya gelen faktörler var, ancak bunlar tamamı değil tabii ki. Oradan gelen ve köktendinci olmayan çok kişi var, ancak en sert eleştirilerde bulunanlar hakkında konuşuyoruz. Ve tabii ki bu filmi görmeden oldu. Filmi görmek zorunda değiller. Belediye başkanı bir konuşma yaptı ki konuşması şu cümleyle başladı: “Filmi görmedim ama…” Filmin haram olduğunu iddia ediyorlar; film yasak, özellikle kızlar için… Ancak aslında anlatmak istediğimi resmetmiş oldular. Gerçekten daha fazlasını isteyemezdim ve filmde neler olup olmadığını görmek için insanlar sinemaya gitti.
İzleyicilerin filmden ne elde etmesini istersiniz?
Sanırım, filmin sinemaya getirdiği aktivizmi. Kadın dayanışması sesini. İçinde olmaktan nefret ettiğimiz ihtilaflı yaşama şeklini değiştirme sesini. Ve dünyayı daha iyi yapmayı, bilirsiniz, daha iyi bir yer yapmayı.