7 yıllık esaretinin ardından tahliye olan Kürt kadın siyasetçi Sebahat Tuncel, ‘dışarı’ya ilişkin ilk gözlemlerini anlattı: Türkiye’nin normali faşizm oldu. AKP herkesi bu faşizme mahkum etmek istiyor. Buna karşı güçlü bir duruş gerekiyor
HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasını Diyarbakır Adliyesi önünde protesto ederken gözaltına alınan Sebahat Tuncel, 6 Kasım 2016’da tutuklandı. 16 Mayıs’ta görülen Kobanê Davası’nda tahliye olan Sebahat, tahliye olur olmaz 7 yıllık hasreti gidermeye başladı. Özelde kadınlarla ve halkla buluşmalarda bir araya gelen Sebahat, 7 yıldır hasretini çektiği gazetelerle de buluştu. Röportaj almak için buluştuğumuz cafeye gelen Yeni Yaşam Gazetesi dağıtımcısı bir arkadaşımızın elinde gazete gören Sebahat, “Bizim gazetelerimiz mi bunlar” diye heyecanlı bir şekilde sordu. Karşısında “evet” cevabını alınca da hemen gazeteyi alıp sayfaları karıştırmaya başladı. “7 yıldır bizim gazeteleri hiç görmüyoruz, çıktığımdan beri de hiç alıp okuyacak fırsatı bulamadım” dedi. Aramızda geçen sohbetin ardından röportaja başlamak istesek de yağmurun yağmasıyla beklemek durumunda kaldık.
“Bereketimizi taşıyoruz her yere” diyen Sebahat, Kürt halkının bitmeyen ve büyüyen mücadelesini de bu berekete yorumluyor.
- Şuradan başlamak istiyoruz, gözaltına alındığınız ve tutuklandığınız süreç zaten Kurdistan’da kaos ve krizlerin olduğu bir süreçti, belki her an buna hazırlıklısınız ama diğer siyasetçiler için direnişteyken alındınız. O günü anlatır mısınız?
Tabi uzun bir süre geçti, onu yeniden hatırlamak, 7 buçuk yıl öncesine dönmek… Politik olarak o günden bugüne ne değişti? O gün belki bir başlangıç olarak değerlendirilebilir. Eşbaşkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız bir operasyonla 4 Kasım 2016 tarihinde gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Ondan 20 gün önce de Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlarımız gözaltına alındı ve tutuklandı. Dediğim gibi bu bir sürecin başlangıcıydı. 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan demokrasi ve barışa yönelik ilgi ve toplumun desteği iktidarı korkutmuş görünüyordu. Bir yandan çözüm süreci sürerken diğer yandan da AKP hükümetinin Kürt siyasetine tasfiye planları yaptığı ortaya çıktı. O günden bugüne AKP Sayın Abdullah Öcalan ile yürütülen müzakereyi sonlandırdı, masayı devirdi. Dolmabahçe mutabakatı ile yeni bir evreye geçilecekken masayı devirdi. Arkasından 4 Kasım’da HDP’ye bir siyasi operasyon yaptı ve kayyım rejimi devreye girdi. Bütün bunlar birbiriyle paralel ve bir konsept çerçevesinde devreye girdi. O günden bugüne de sürüyor.
2016 yılında ilk kayyımlar atandığında o günden bugüne her seçimden sonra bir kayyım atanma durumuyla karşı karşıyayız. Şimdi de benzer bir durum var; biz cezaevine girdiğimizde de kayyım atandı, şimdi çıktık yine kayyım politikaları devam ediyor. AKP’nin inkar, imha ve asimilasyon politikasını güncelleyerek MHP ve Ergenekon ile kurduğu ittifakla Kürtlere karşı geçmişten gelen ve günümüzde güncellenen Kürt siyasetini tasfiye etmenin bir planı olarak uygulamaya devam ediyor. Önemli olan bunu gerçekten halkın görmesi. Bu sadece bir belediyeye el koymak ya da hukuk meselesi değil. Gerçekten bu Kürtlerin siyaseten hak ve özgürlüklerini gasp eden ve bunu bile isteye yapan, hukuku bir araç olarak kullanan süreçteyiz. Yani içeriye girdiğimizde de çıktığımızda da kayyım rejimi var. Tabi yanlış anlaşılmasın bu süreçte büyük mücadeleler oldu, emekler oldu, bedeller ödendi. Fakat devletin politikası değişmedi.
- Aslında önce başka sebeplerle ve farklı bir dosya gerekçesiyle tutuklandınız ve ardından tüm siyasetçilerin dahil olduğu bir Kobanê dosyası süreci başladı. Böyle bir dosya bekliyor muydunuz?
Kürt siyasetini tasfiye etmeye yönelik bir programdı. Eşbaşkanlarımız gözaltına alınıp tutuklandığı için destek vermek amacıyla oradaydım ve dayanışmada olduğum için gözaltına alınıp tutuklandım. Hatta gözaltında iken bir emniyet mensubu dönüp, ‘sizin dosyanız tam hazır değildi’ dedi. Fakat dosyayı apar topar hazırladılar. Daha önce yargılandığım KCK dosyasıyla birleştirip Gültan başkanla dosyamızı birleştirdiler. Sonrasında güvenlik gerekçesiyle Malatya’da yargılandık. Daha sonra bu süreç bitti ve bir karar da çıkmıştı. 2020 yılında da Kobanê dosyası açıldı. Bu dosya açıldığında cezaevindeydik. Figen başkan ve Selahattin başkanı apar topar zorla SEGBİS ile bağlantıya götürdüler. O zaman bir durum olduğunu anladık. Çünkü iddia edilen 6-8 Ekim olaylarından yargılanıyordular, mükerrer yargılama oldu. Eşbaşkanlarla başlayan bu süreç için zemin oluşturuldu, ardından da biz dosyaya dahil edildik.
Ben, Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Gülser Yıldırım o zaman Kocaeli’de bulunan arkadaşlar olarak dahil edildik. Siyaseten öyle bir tweetten dolayı böylesi olayların çıktığı ve insanların ölümüne neden olduğu iddiası vardı. Gerçek olmadığını onlar da biliyordular ama siyaseten kendilerine bir zemin sunmalıydılar. Kaldı ki zaman içerisindeki tutuklama gerekçeleri çok absürttü. Zaten mahkeme sürecinde de bu ortaya çıktı. Mesela ilk mahkeme başkanı çete üyesi çıktı. Bu bile o dosyayı iade etmelerini gerektiren bir şeydi. Bu siyaseten verilen bir karar. Bütün bunlar demokratik siyaseti dizayn etmek, Kürt siyasetini, sosyalist siyaseti, Kürtlerle Türkiye halklarının demokratik güçlerinin yaptığı ittifakı ortadan kaldırmak ve barışa dönük toplumsal talebi de bastırmak üzerinden ortaya çıkan bir dava sürecidir. Zaman içerisinde Ankara Emniyeti’nin gizli bir dosyası olduğu ve bu dosyada 90’a yakın kişinin ismi olduğu ve bunların hepsinin gözaltına alındığı ya da hakkında işlem yapıldığı ortaya çıktı. Parti kapatmanın sağlayacağı notları düşüyor. Aslında emniyet siyasete ‘bunu yap’ demiş oluyor. Bu belge dosyanın içerisinde de olduğu için biz mahkemede defalarca söyledik. Kumpası en net gösteren belgelerden biri buydu ve bunun gereği yapıldı. Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını, güvenlikçi bir devlet olduğu gerçeğini de çok net ortaya koymuş oldu.
- Sizin tutuklanmanızdan öncesi ve sonrası diye bir Türkiye siyaseti söz konusu. Dokunulmazlığı kaldırılan, tutuklanan siyasetçiler oldu bu süreçte. Toplumsal olarak Kurdistan’da, Türkiye’de değişimler ya da değişmeyenler oldu. Siz çıktınız ilk gözlemleriniz nedir?
Çok şey değişmiş aslında. İnsanların yaşam biçimi… Konuşurken herkes söylüyor. Pandemiyle başlayan bir süreç, arkasından AKP-MHP Ergenekon faşist iktidarının yönettiği korku siyasetinin toplumda yarattığı bir durum ama şöyle bir şey gözlemliyorum; insanlar mevcut durumdan rahatsız. Değişim talep ediyor. 14 Mayıs seçimlerinde başlayan değişim talebi 31 Mart seçimlerinde çok daha somut bir hale döndü. Bu değişim talebini sokakta gezdiğiniz zaman herkeste görebiliyorsunuz ve gördüğüm en önemli taleplerden birisi bu ama insanlarda bir umutsuzluk hali var. Buna şaşırmadım. Çünkü cezaevinde de görebiliyorduk. AKP insanların başarabilme umudunu elinden almak istiyordu. 2015’ten beri uyguladığı baskı, zor, şiddet politikasıyla topluma bir korkuyu salmış görünüyor. Şimdi biz bu umudu yeniden diriltmek durumundayız. Asıl umut değişim talebi, insanların mevcut olandan rahatsız olması.
Diğer bir konu da… Tabi hala gözlemliyorum. Çok büyük laflar etmek istemiyorum. İnsanların değişim talebine bizim kendi örgütsel kurumlarımızın, siyasetimizin yeterince cevap olamaması gibi bazı eleştirilerle karşılaşıyorum. Bunun devletin de sürekli operasyon, gözaltı, tutuklama gibi nicelik olarak da nitelik olarak da zayıflama hali belki etkili. Şimdi bunu yeniden toparlama, yeni bir başarı hikayesi yazma zamanı… Değişmeyen şeyler muhtemelen vardır ama çok şey değişmiş. Bu değişen duruma göre bizim de siyaset yapmamız gerekiyor. Dediğim gibi benim için bir gözlem ve dinleme süreci ama bu dinlediklerimde hep bir “değiştirebiliriz” umudu da var aslında. Bunu kıymetli görüyorum. Çünkü mevcut durumdan rahatsız olmamak sorun olurdu. Rahatsız olmak, değişim talebinin güçlülüğünü ifade ediyor.
- Siz tutuklandığınızda kayyımlar vardı, çıktınız yine bir kayyımla karşılaştınız. Aslında son zamanların en sıcak gündemi Colemêrg’e atanan kayyımdı. Bir de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir “yumuşama süreci” açıklaması vardı ama bu yumuşama sürecinin hemen ardından Kürt belediyelere saldırı gündeme geldi yeniden. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Biz burada röportajı yapıyoruz ama savaş uçakları geçiyor burada (Röportaj sırasında savaş uçağı geçiyor). Aslında AKP’nin Kürt meselesine yaklaşımı, Diyarbakır’daki bir rutine dönüşmüş sanırım. İnsanlar açısından bu sesler alışılan sesler ne yazık ki. İktidarın Kürtlere karşı yürüttüğü savaş politikasının bir parçası. AKP’nin, seçimler sonrasında da öncesinde de yürüttüğü siyaset aynı, değişim yok. Yumuşama meselesini ben başka bir yerden okuyorum ama hem içeride hem de dışarıda Kürtlere karşı yürüttüğü konseptte bir değişiklik yok. Çünkü AKP, cumhuriyetin 2. yüzyılında kendi cumhuriyetini kurmak istiyor bana göre ve bunu da Kürtsüz kurmak istiyor, Anayasası’nı buna göre yapmak istiyor. AKP’nin anayasa tartışmalarında da normalleşme tartışmalarının altında yatan şey de kendi kurduğu faşist rejimi sorunsuz inşa etmek. Şu an Türkiye’de illegal bir yönetim var. Bir tek adam rejimi inşa ettiler ama bunun anayasası yok. 12 Eylül faşist Anayasası’na göre bu yasa çok değişti ama uyumsuz. Aslında bir illegalite, yasadışılık varsa, bu iktidarın kendisi yasadışı bir şekilde yönetiliyor.
CHP bu sürece normalleşme, AKP yumuşama diyor ama bence AKP gerçeği ifade ediyor. Çünkü uluslararası demokrasi standartlarına göre bir normalleşmeden ziyade, sertleşen ve AKP’yi eleştiren, AKP’nin politikalarından rahatsız olan kişilerin toplumsal talebini ortadan kaldırma, konuşulmasını engellemeye yönelik. İktidar bunu böyle kullandı. Çünkü toplum bu yaşanan durumdan rahatsız. Demokrasi, adalet, özgürlük, barış istiyor, AKP bunun farkında ama bunu yapmak istemiyor. CHP bilerek ya da bilmeyerek, can suyu oldu AKP’ye. AKP’nin durumu, MHP ile olan durumu tartışma gündeminden çıktı.
Bu “normalleşmede” Kürtlerin payına düşen yine aynı konsept. Stratejik olarak Kürtlere yönelik yaklaşım değişmedi. Çöktürme planı hala devrede. Kayyım rejimi, İmralı işkence rejimi devrede olduğu sürece, demokratik siyaset alanına yönelik saldırılar devam ettiği sürece Türkiye’de gerçek anlamda bir normalden söz edemeyiz. Türkiye’nin normali faşizm oldu. AKP’nin normali bu ve herkesi faşizme mahkum etmek istiyor. Buna karşı daha güçlü bir duruş gerekiyor. Özellikle kadınların. AKP’nin cinsiyetçi, milliyetçi, dinci, militarist politikaları en çok kadınların hayatlarını etkiledi. Cezaevine girdiğimde bu kadar kadın katliamı yoktu. Şimdi her gün kadınlar katlediliyor, şiddet toplumsallaştı, kadınlara, çocuklara yönelik cinsel şiddet, istismar, taciz, tecavüz vakaları çok fazla yaşanıyor, toplumsal yozlaşma çok fazla. Bütün bunlar AKP’nin bu politikalarının bir sonucu olarak devrede. Her gün İçişleri Bakanı operasyon yapıyor, uyuşturucu çetelerine, şuna buna… İyi bir şey gibi değerlendiriliyor. Peki bu ülkeyi kim bu hale getirdi? Bu uyuşturucu, fuhuş çeteleri, kara para Türkiye’de nasıl bu kadar rahat gezebilen bir noktaya geldi? Bütün bunları sorgulamak gerekiyor. Normal denilen şey, hukuksuzluk olmuş. O açıdan “normal” kavramı da tartışmalı. Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin yok sayıldığı, kültürel soykırımın dayatıldığı bir ortamda dayatılan bu normalizasyona evet mi diyeceğiz? Tabi ki hayır.
- Siz içerideyken İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Bunlara rağmen her gün daha fazla yükselen ve tüm dünyaya yayılan bir kadın mücadelesi, Kürt kadın mücadelesi var. Birleşik kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz
Kadın özgürlük mücadelemizin faşist iktidarı rahatsız ettiği ortada. Aslında bütün bu saldırılar, aynı zamanda kadın özgürlük çizgimizedir. Dikkat ederseniz, kayyım atamalarının gerekçelerinden birisi eşbaşkanlık sistemimiz.
Kadınların her alanda eşit olması, eşitliği güvenceye alacak bir politik hat iktidarı rahatsız ediyor. Önce eşbaşkanlık sistemimize saldırdılar, sonra İstanbul Sözleşmesi’ne saldırmalarının altında yatan şey de o. İstanbul Sözleşmesi de kadın-erkek eşitliğini güvence altına alıyor ve yaşamın her alanında bu eşitliğin sağlanması, şiddete maruz kalmasını engellemesi, hayatta erkeklerle eşit olarak var olması meselesini kabul etmiyor. 6284 Sayılı Yasa’ya saldırıyor, çünkü yasa İstanbul Sözleşmesi imzalandığı için konuldu. İktidar için İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak yetmiyor, bunun yasasını da kaldırmayı hedefliyor. Zaten otoriter rejimlerde ilk hedef olanlardan birisi kadınlardır. Tecrit ve izolasyon sadece siyaseten İmralı ile sınırlı bir mesele değil. Yaşamın her alanına yönelik. Kadınlar da evlere hapsediliyor, tecrit ediliyor, çalışma yaşamından tecrit ediliyor. Kadını ailenin parçası olarak görme (yeniden savaş uçakları geçiyor), sadece bunu dayatmak, dinci, cinsiyetçi, milliyetçi politikalar birleşince kadınlar açısından korkunç bir durum ortaya çıkıyor.
Gerçekten kadın örgütleri buna karşı direniyor, mücadele ediyor. Bu yüzden de hedef haline geliyor. Özellikle Kürt kadın hareketi. Kobanê Kumpas Davası’nda yargılama konularından biri DÖKH (Demokratik Özgür Kadın Hareketi), KJA’daki (Kongreya Jinên Azad) çalışmalarımızdı. Devlet bizim kadın özgürlük çizgimizi de kabul etmiyor. Çünkü bu çizgi toplumsal değişim, dönüşümde çok önemli. Mesela siyaseti değiştirdi, toplumsal bakış açısını değiştirdi, kadınların yaşama katılımını değiştirdi. Bu siyaset bütün dünyada kabul gördü, AKP bundan ürktüğü için, kendi ideolojik politik yaklaşımına bunu tehdit olarak gördüğü için kadın özgürlük çizgimize saldırıyor. Bunun karşısında tabi ki güçlü işler yapmamız gerekiyor.
İki gün önce Amed’de feminist kadınlarla, İstanbul’da da sosyalist kadınlarla buluştuk. Orada da ifade ettik, kadın dayanışması evet çok kıymetli ama şimdi artık dayanışmayı aşıp faşizme karşı, cinsiyetçi, militarist, savaş politikalarına karşı gerekli mücadeleyi etmenin zamanı gelmiştir. İnsanlar “Êdî bes e” diyor. Barış da özgürlük de iktidarın bize vereceği bir şey değil, mücadele ederek, direnerek kazanacağız. Siz kendi sisteminizi, siyasetinizi toplumsallaştırdıkça, toplumda karşılığı güçlü oldukça bu iktidarı da adım atmaya zorlayacaktır. Bizim yapmamız gereken kadın özgürlükçü paradigmamızı toplumla güçlü buluşturmak ve bunun etrafında örgütlemek. AKP tam da buna saldırıyor, dayanışmayı engelliyor. Kürtlerle Türklerin yan yana gelmesini, Alevi ile Sünni’nin yan yana gelmesini istemiyor. Ayırıyor, tecrit ediyor. Bunun için de yan yana gelmek gerekiyor. Tartışarak yeni bir yol bulabiliriz.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey varsa…
Önümüzde bayram var. Başta cezaevlerindeki arkadaşlarımızın eylemlerini sahiplenmek gerekir diye düşünüyorum. Gerçekten bu ülkede yaşadığımız tüm bu krizlerden çıkışın bir yolu var, bu da demokrasiyi inşa etmek. Demokrasiyi inşa etmek için de barışı inşa etmek gerekiyor. Barış için de Kürt sorununun demokratik çözümü önemli. Bunun için cezaevlerinde başlayan tecridin kırılması ve özgürlük yolunun açılması için eylem ve etkinliklere sahip çıkılması önemli. Diğer bir konu da kayyım rejimi sadece Kürtlerin meselesi değil, demokrasi güçlerinin, batının bu konuda daha güçlü ses çıkarmasına ihtiyaç var. Unutmamak gerekir ki birimiz özgür değilsek hiçbirimiz özgür değiliz.
Özgür, barış içerisinde bir yaşam istiyoruz. Bu istemekle olmuyor, emek vermekle, mücadele etmekle oluyor. Biz tabi ki sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışacağız ama yan yana durmaya ihtiyaç var. Elini taşın altına koymaya ihtiyaç var. Bu vesile ile sizler aracılığınızla Türkiye’de demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi sorumluluk üstlenmeye ve bu faşist düzene “Êdî bes e” demeye çağırıyoruz. Önümüzdeki süreç bunun için bir başlangıç olabilir.
Haber: Beritan Canözer-Şehriban Aslan/JINNEWS