Erkek devletler savaşlar çıkarmaya, savaşlarını kadın bedeni üzerinden yürütmeye devam ediyor. Kültürler farklı, dinler farklı, ideolojiler ve savaş biçimleri farklı… Ama tecavüz zihniyeti hep aynı, hiç değişmiyor
Nesli Şahiner
Tecavüzün bir savaş aracı olarak kullanıldığı yıllardır biliniyor. Bu cinsel işkence, sistematik olarak ve savaş stratejisinin bir parçası olarak uygulanıyor. Fiilen kadın bedeni yağmalansa da asıl amaç, kadının bulunduğu topluma gücün kimde olduğuna dair bir mesaj verilmesi. Sembolik olarak ülke toprağına benzetilen ve ‘işgal aracı’ olarak görülen kadın bedeni, her savaşta erkek egemen devletlerin uyguladığı bir işkence biçimi. Savaşılan tarafın toplumuna karşı ‘moral yıkıcı bir silah’ şeklinde başvurulan bu cinsel işkence, aynı zamanda “soy kurutma” amacı da güdüyor.
Cinsel suçlar bir savaşma aracı
20. yüzyılda özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında cinsel suçların Sovyet ve Japon askerleri tarafından bir savaşma aracı olarak kullanıldığı kaynaklarda belirtiliyor. Daha yakın dönemlerde, tecavüzün bir savaş aracı olarak kullanılması özellikle 1990’lardan itibaren Kamboçya, Peru, Bosna, Sierra Leone, Ruanda, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Somali ve Uganda gibi ülkelerdeki iç savaşlarda da tespit edildi. Özellikle 1994’te gerçekleşen Ruanda soykırımı ve 1992-1994 arasında gerçekleşen Bosna Savaşı, tecavüzün sistematik olarak bir soykırım ve etnik temizlik aracı olarak kullanıldığını da gözler önüne seren tarihsel örnekler.
Kontrol mekanizması yok
Tecavüz ve daha genel anlamda cinsel suçların bir savaş aracı olarak kullanılmasıyla ilgili yazar Elizabeth Wood tarafından üç açıklama geliştirilmiş. Bunlardan ilki imkân/fırsat/elverişlilik unsuru. Yani savaş dönemlerinde cinsel suçların işlenmesinin daha kolay, cezalandırılmasının ise daha zor olması. Wood, bunun sebebini barış dönemlerinde var olan toplumsal düzenin savaş dönemlerinde bozulması ve toplumsal kontrol mekanizmalarının işlememesi olarak açıklıyor. Ayrıca savaş dönemlerinde savaşan taraflar, sivillere daha kolay erişebiliyor, savaşan grupların sivillerin evlerine erişimi kontrolsüz olduğu için tecavüz vakaları artıyor.
Tecavüz teşvik ediliyor
Wood, bir diğer açıklamasında ‘teşvik unsuru’na işaret ediyor. Buna göre, savaş dönemleri cinsel saldırganlığın arttığı ve hatta teşvik edildiği dönemler olarak görülüyor. Çünkü tecavüzün bazı örneklerde savaş sırasında askerleri ödüllendirmek için bir araç olarak kullanıldığı biliniyor. Örneğin, Ruanda’da savaş propagandası olarak Hutu askeri yöneticiler tarafından Tutsi kadınların bedeni cinselleştirilmiş ve soykırım sürecinde tecavüz bir ‘ödül’ ve karşı tarafın hak ettiği bir ‘ceza’ olarak gösterilmiş.
Ataerkil temelli bir anlayış
Wood’un üçüncü açıklaması ise şöyle: barış dönemlerinde mevcut ataerkil yapılar savaş dönemlerinde daha fazla kutuplaşıyor ve sosyal kontrolün de eksik olmasıyla birlikte cinsel suçların gerçekleşmesi teşvik ediliyor. Bu da tecavüzün bir savaş aracı olarak kullanılmasının arkasında ataerkil temelli erkeklik anlayışının yattığını gösteriyor.
Ülkeler farklı yöntem hep aynı
KAOS GL’de yayınlanan “Militarizm ve Kürt Kadını” başlıklı yazısında bu duruma örnek veren Zozan Özgökçe’nin yazdıkları da kadınların savaşlarda yaşadıkları ağır durumu özetliyor: “Feminist coğrafyacı Joni Seager, kadınların dünya ölçeğinde yaşadığı koşulları grafiklerle gözler önüne seren dünya atlası için, küresel tecavüz konulu bir harita hazırlamış. Karşılıklı iki sayfaya yayılan bu dünya haritası, 1990’ların başları ve ortalarında gerçekleşen askeri çatışmalar sırasında toplu tecavüzlerin yaşandığı yerleri belgeliyor: Ruanda, Gürcistan, Afganistan, Angola, Mozambik, Kamboçya, Peru, Cibuti, Doğu Timor, Türkiye, Sri Lanka, Burma, Kaşmir (Hindistan), Kuveyt, Liberya, Papua Yeni Gine, Somali, Sudan, Bosna, Haiti, Meksika ve Kosova. Farklı kültürler, farklı dinler, farklı siyasi ideolojiler, farklı dış ittifaklar, farklı savaş biçimleri, farklı asker-sivil ilişkileri… Ama her örnekte kadınlara tecavüz edenler, kendilerini asker olarak tanımlayan erkeklerdi.”
‘İffetsiz‘ propagandası
Mesela, 1992’de başlayan ve üç yıl devam Bosna Savaşı’nda raporlara göre; 20 bin ila 50 bin arasında Bosnalı Müslüman kadın, Sırp ordusu tarafından “tecavüz kamplarında” etnik temizlik amaçlı tecavüze uğradı ve işkence gördü. Yine 90’lı yıllarda Ruanda’daki soykırımda 500 bine yakın Tutsi kadınına, Hutular tecavüz etti. Hutuların “Tutsi kadınlarının güzel ve iffetsiz olduğuna” yönelik propagandalarıyla, Ruanda soykırımı döneminde “Nefretin Çocukları” olarak adlandırılan 5 bin bebek dünya geldi. 1991’de başlayan ve 2000’e kadar devam eden Sierra Leone İç Savaşı’nda ise 250 bine yakın kadın tecavüze uğradı.
BM savaş suçu saydı ama…
90’lı yıllardaki bu toplu tecavüzler, 2000 yılında 1325 Sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nın alınmasına zemin oluşturdu. Bu yasayla, savaşlardaki tecavüz ve cinsel saldırılar ilk kez “savaş suçu” kapsamına alındı. 1325 Sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı, ülkelere bu konuda sorumluluklar yüklese de devam eden savaşlarda cinsel saldırının önüne geçecek somut adımlar atamadı. Bu kararın alınmasından 3 yıl sonra başlayan ABD-Irak savaşı, yetersizliği gösteren en büyük kanıt oldu. Çünkü, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinden sonra Ebu Garib hapishanesindeki işkence görüntüleri, kadın ve çocuklara yönelik tecavüzlerin fotoğrafları, ABD askerlerinin bu suçları gerek sivil alanlarda gerekse hapishanelerde sistematik olarak yaptığını ortaya koydu.
Sorumlular yargılanmıyor
2011’de Suriye’de ilk olarak iç savaş olarak başlayan savaştan da onbinlerce kadın etkilendi. Sonrasında DAİŞ’in 2014’te Şengal’e saldırısında büyük bir soykırım yaşandı. DAİŞ’in kaçırdığı Êzidî kadınlara tecavüz etmesi, köle pazarlarında satması tüm dünyanın gözleri önünde yaşandı. Yine Türkiye destekli ÖSO çetelerinin de aynı yöntemleri izlemesi birçok raporla belgelendi. Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrîn Xelef’in öldürülmeden önce uğradığı saldırı, BMGK’nın savaş suçu olarak tanımladığı, 1325 sayılı kadına uygulanan şiddet kapsamına girse de bunun sorumlusu olan Türkiye’ye karşı herhangi bir adım atılmadı.
Kadın bedeniyle ‘zafer turu’
Yukarıdaki korkunç tablo günümüzde de Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin savaşlarında ve Sudan İç savaşında, Türkiye’nin Kürtlere yönelik saldırılarında da devam ediyor. Bu savaşlarda kadınların hedef alınması basına yansırken, 2015 yılında Varto’da Kevser Ertürk’ün (Ekin Van) çıplak bedeninin sokakta teşhir edilmesi hala hafızalarımızda. Hamas’ın Ekim 2023’te İsrail’e saldırısında esir aldığı Shani Louk’la “zafer turu” yapmasıyla da benzer bir suç sergilendi.
Öte yandan İsrail devletinin ise tutsak ettiği Filistinli kadınlara hakaret, cinsel işkence biçimleri, çıplak arama ve cinsel tacizler uyguladığı sık sık basına yansıyor. Yine Sudan’da kadınlar ikinci yılına giren iç savaşta tecavüz, kaçırılma, fuhuşa sürüklenme, köle olarak satılma gibi saldırılarla yüz yüze bırakılıyor.
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
Türkiye’nin Kürt halkına yönelik uzun yıllara dayanan saldırılarında kadın bedeninin hedef alınması bir devlet politikası haline getirildi. Savaşlar günümüzde sadece tankla, bombayla yapılmıyor. Savaş politikalarıyla işgal, asimilasyon ve sömürgeleştirmede toplumun kültürel, sosyal, ahlaki ve politik değerleri de hedef alınıyor. Bunun yöntemi olarak da kadın bedeni, hedef alınan toplumu yok etmenin aracı haline getiriliyor.
1993 yılında Mardin’de Derik Jandarma Karakolu’nda 16 yaşındaki Ş.A., “Dayak, tehdit, basınçlı soğuk su, çırılçıplak soyma, tecavüz…” yaşadığı için Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından tazminata mahkum edilmişti. Maalesef bu bir “savaş suçu” mahkumiyeti değildi ama bir Kürt kız çocuğuna yapılan saldırının cezalandırılması açısından önemliydi.
Askerlerden cinsiyetçi yazılama
Kürdistan’da 90’lı yıllarda karakollarda, işkencehanelerde uygulanan bu cinsel saldırılar ve tecavüzler, günümüzde özel savaş politikalarıyla devam ettiriliyor. 2016’da Cizre ve Silopi’de yaşatılan büyük vahşet sırasında JÖH (Jandarma Özel Hareket) ve PÖH (Polis Özel Harekat) olarak bilinen kolluk gücü, kadınların yatak odalarına girmiş, özel eşyalarına dokunmuş, fotoğraflar çekerek sanal medyada servis etmişlerdi. Yanı sıra evlerin duvarlarına cinsiyetçi sözler yazarak cinsel tacizlerde bulunmuşlardı. Sonrasında da bu saldırılar uzman çavuş, polis ve korucular eliyle fiziksel olarak da uygulamaya konuldu.
‘Daha önce de deneyimim var’
Mesela birçok Kürt siyasetçi ve Kürt kadın hareketinden isimler, Kürdistan’a gönderilen kolluk güçlerinin “özel olarak seçildiğini” dile getiriyor. Bu “seçilmişler” Kürt kızlarını “düşürmek” için her yöntemi deniyor. Kamuoyunun yakından bildiği Batmanlı İpek Er’in intihara sürüklenmesine yol açan tecavüz olayı da bu “düşürme görevine” en bariz örneklerden biri.
Uzman çavuş Musa Orhan’ın da bir “seçilmiş” olduğu ve “görevini yerine getirdiği” arkadaşlarıyla yaptığı yazışmalarla ortaya çıkmıştı. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazışmalar şöyleydi: “Nabtın gardaş kıza”, “15 gündür …koydum gardaş usandım vallaha”, “Yuh gardaşım sakın başını yakma”, “Sıkıntı yok almazlar, daha önce de deneyimim var gardaşım”, “Bir ara bana da getir”, “Bakarız”, “Hadi lan naz yapma.”
Uzman çavuş Musa Orhan’ın “Sıkıntı yok almazlar, daha önce de deneyimim var” sözleri hem bu suçu sistematik olarak sürdürdüğünü hem de “seçilmiş” olduğunu gözümüze sokan bir örnek.
Dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar
O kadar fazla ki “seçilmişlerin” Kürdistan’da kadın ve çocuklara yönelik saldırıları… Bu zihniyetin yansımasını bir Siirt Valisi, ‘dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar’ sözleriyle açık etmişti. Bu sözlerin yerine getirildiği de Kürdistan’da kadınların, kız çocuklarının fuhuşa sürüklendiği yerlerin pıtrak gibi çoğalmasıyla belgelendi. Yanı sıra bu savaş taktiği bir zihniyet olarak Kürdistan’da görevlendirilen erkeklerce de emir telakki edildi.
Zira okullarda dahi atanan öğretmenlerin Kürt çocuklarına toplu cinsel tacizleri, tecavüzleri sık sık basına yansıyor. Bunun son örneklerinden biri Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanmıştı. Bir okulda müdür yardımcısı olan Burak Ercan’ın 43 öğrenciye cinsel tacizde bulunduğu ortaya çıkmış, yargılandığı davada ödül gibi bir cezayla serbest kalmıştı.
Bu suçu halklar durdurabilir
Savaş suçu olarak tecavüzün ortaya çıkarılması büyük önem taşıyor. Teşhir edilmesi, sessiz kalınmaması hem toplumsal bilinç açısından hem de yeni mağduriyetlerin yaşanmaması açısından önemli.
Fakat karakolların, yargının taraflı davranması, şikayetleri hasır altı etmesi ve failleri cezalandırmaması birçok kadının yaşadığı saldırıyı açıklamamasına yol açıyor. Uluslararası hukukta da bir savaş suçu olan tacavüze dair etkili mekanizmalar kurulmaması, harekete geçilmemesi ve kadınlardan delil istenmesi bu suçun sistematik olarak sürdürülmesine yol veriyor. Bu adaletsizlik de ancak devletlerarası hukukta da erilliğin belirleyici rol oynamasıyla açıklanabilir.
Dolayısıyla başta kadınlar olmak üzere tüm toplumların savaşa ve savaş politikalarına karşı çıkması, etkili mücadele yürütmesi ve barışta ısrar etmesi günümüzün de en elzem meselesi olarak öne çıkıyor.