2016 baharında Paris Sosyal Bilimler İnceleme Yüksek Okulu’nda (EHESS) düzenlenen Barış Akademisyenleri ile dayanışma toplantısına katılmıştım. 2016 ocağında, barış sürecinin son verip başlatılan savaş politikasına karşı Türkiye’nin dört bir yanından akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayınlamıştı. Buna imza veren akademisyenlere karşı ilk soruşturmalar ve kapı önüne koymalar başlamıştı 3 ay kadar önce.
Orada Türkiye’deki üniversite temizliklerinin tarihine ilişkin kısa bir konuşma yapmış, academia ya karşı bu tür saldırıların ilk örneklerinin, üstelik en şiddet içerikli olarak 1915 sonrasında yaşandığını hatırlatmıştım.
Bunlardan biri Harput’daki Fırat Koleji idi. Yale Üniversitesi’nden düşünün ki öğretim üyeleri vardı. Oradaki temizlik can alma boyutunda idi. Ve bırakın öğretim üyelerini kolejin bütün mahalleleri ile birlikte yerle yeksan oldu. İstanbul Üniversitesi’nden (Darülfünun) öğretim üyeleri katledildi.
Neyse, şimdilik cleansing/temizlik o boyutta değil!
2011’de Büşra Hoca ile birlikte BDP Parti Akademisi’nde konuştuk diye tutuklanmamız (galiba Akademi kavramına bir gıcıklık var Yeni Türkiye’de!), uluslararası bir akademik dayanışma grubunun oluşmasına (GIT) yol açmış, ülke içi ve ülke dışı etkili dayanışma eylemlilikleri sonucu kısa sayılabilecek bir sürede serbest bırakılmıştık. (1) Bunun oluşumunda Vincent Duclert ve EHESS’in önemli rolü olmuştu. Şimdi bu dayanışma ağı yeniden canlandırılıyordu.
Bir gece otele döndüğümüzde, Cumhuriyet Meydanı’ndaki gençlere karşı polis operasyon başlattı. Otel penceresinden bakıyoruz, 3 yıl önceki Taksim’den ya da Hakkari’den hatırladığımız gözyaşartıcı gazın sisi ve dayanılmaz kokusu. Pencereyi kapatıyoruz hemen.
“Olağanüstü” dönemlerinde korku egemen olur. Korku boyun eğmeyi, biatı getirir. Daha önemlisi otosansürü. Kitap yasaklamanıza gerek kalmaz, çünkü yayıncının kendisi sansür misyonunu üstlenir.
Ama yurttaşlık haklarını savunan, evrensel belgelere inanan yayıncı aydınlatma misyonunu sürdürür. Bedeli pahasına. Ama bu bedelin karşılığı olarak, özgürlük sahası yeniden genişletilir.
Ayşe Nur Zarakolu 1990 yılında, ülkenin yeniden SS Kararnameleri ile olağanüstü yönetildiği bir dönemde İsmail Beşikçi’nin tabu olan Kürt sorununa ilişkin kitaplarını yayınlarken, elbette cesaretini sergilemekteydi. Yurttaşlık haklarına ve evrensel ilkelere bağlı kalarak sergilenen sivil itaatsizliğin meyvası ise, bir yıl sonra TCK 141-42. maddelerinin “ilgası” ile kısmen de olsa alınacaktı. Kısa da olsa kısa bir bahar havası yaşanacaktı.
En basit yurttaşlık haklarını, evrensel insan hakları belgelerini kullanmanın bir cesaret konuş haline gelmesi özellikle o ülke açısından acı ve biraz da utanç verici.
Nurettin Öztatar’ın hazırladığı “İmza ve Ötesi” adlı kitap (Ütopya Yayınları Ankara 2018) bu cesaret örneklerinden biri. Bu yıl Belge Yayınları’nın yayınladığı “OHAL’de Hayat” adlı tanıklıklar derlemesi de. (Derleyen Kemal İnal, Efe Beşler ve Batur Talu, alt başlık: KHK’liler Konuşuyor, 2018). Sözkonus birkaç yayınevinden sonra Belge’ye gelmişti. Baskın Oran hocanın yayıncısı, onun sarkastik kitabını yayınlamaktan imtina etmişti. (RTE’nin Yazılmamış Anıları, Belge Yayınları 2017). Baskın Hoca’nın “Kenan Evren’in Yayınlanmamış Anıları” (Bilgi Yayınları 1989) adlı efsane kitabının bir bakıma devamı niteliğindeydi bu kitap.
Nurettin Özkaya’nın hazırladığı “İmza ve Ötesi”, sadece son dönemin “temizliklerinin” AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi özelindeki tanıklıklara ve Üniversite, YÖK ve Fakülte yönetimlerinin açıklamalarına değil, aynı zamanda, Korkut Boratav, Cem Eroğul, Baskın Oran, Taner Timur gibi duayen hocaların geçmişteki temizliklerden kendi tanıklıklık yazılarına da yer veriliyor.
1947 yılında yapılmak istenen temizliklere AÜ rektörü, üniversite özerkliği temelinde karşı çıkmış, kabul etmemişti. CHP hükümetini hile-i şerriye yapmak zorunda bırakmıştı. Yeni üniversite yasasını, Nazi Almanya’sını terk edip Türkiye’ye akademisyen olarak gelen Ord. Prof. Hirsch hazırlamış ve güçlü bir özerklik temeli sağlamıştı. CHP hükümeti kendi çıkardığı yasayı daha mürekkebi kurumadan ihlal etmeye kalkmıştı.
1961’deki 147’ler temizliğine karşı İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar gibi güçlü hocalar karşı çıkıp istifa etmişti. 1983 yılının 142’liklerine ve 2016 sonrasının akademisyen temizliğine karşı üniversite yönetimlerinin, bırakın protestoyu, destek vermesi son derece utanç verici.
Nurettin Özkaya’nın da yansıttığı gibi, AÜ SBF, yani Mülkiye herhangi sıradan bir akademik kurum değil. Bir tarih, bir gelenek aynı zamanda, Boğaziçi Üniversitesi gibi…
Öztatar’ın kitabını okurken, o bizim eski Mülkiye’yi, Mülkiyeliler Birliği’ni, onun bahçesinde 60’lı yıllarda yaptığımız heyecanlı sohbetleri anımsadım. Ah, Mülkiye! İlk tercihimdi. Kıl payı kaçırdım.
Özerk döneminde öğrenci yurtları da öğrenci birliklerinin yönetimi altında idi. Toplantılar, konferanslar için geldiğimizde, SBF ve ODTÜ yurtlarında kalışlarımızı hatırladım. Mülkiye yayınlarını, dergisini heyecanla takip edişimizi…
Mülkiye öyle bir yerdi ki, tabu olan Kürt sorununa yönelik ilk akademik çalışma yapan ve bu nedenle Erzurum Üniversitesi kendine dar edilen Dr. İsmail Beşikçi’yi bünyesine alma akademik onur ve cesaretini gösterebilmişti. 12 Mart darbesi ile kısa zamanda sona erse bile.
(1) GIT için bk: Vincent Duclert, Türkiye’de Demokratik Karşı Çıkış / Aydın ve Sanatçı Girişimleri, Belge Yayınları 2012.