Bir zamanlar benim de ziraatçiliğim tutmuştu. Nasıl olsa sanayi bize düşmüyor, bari ziraatçı olayım dedim. Ecdattan kalma birkaç dönüm susuz tarlam vardı, buğday ekiyordum. Ekimden sonra artık gözümüz gökte kalır, her gün yağmur duasına çıkardık.
Haydi diyelim ki, o yıl yağmur yağdı, ekinlerimizi biçtik. Mahsulü kamyonlara yükleyip Nusaybin Toprak Mahsulleri Ofisi’ne götürüyorduk. Biz sabah altıda ofiste olurduk. Ofisin lojmanında bedava oturan ofis müdürü; suratı bir karış, ancak saat dokuzu geçe gelirdi.
Ondan sonra çocuk yaşta bir görevli elinde acayip bir boru ile sanki kamyonda afyon arıyormuş gibi her tarafı iyice araştırdıktan sonra numune alır giderdi. Biz yedi aydır o buğdayla uğraşan kişiler olarak ondan anlamazdık da eksper denen o çocuk daha iyi anlarmış. Ama inanıyorum, o yediği ekmekten bile anlamazdı.
Sonra eksper denen bu çocuk gider, sanki babasının öz malıymış gibi bizim fikrimizi dahi sormadan buğdayımıza bir fiyat biçer ve sonra da buğdayını o fiyattan kendileri satın alırlardı. Bir şey desen malını almazlar, üstelik görev başında memura hakaretten hakkımızda dava açılabilirdi.
Gelelim “Milli Misak”ımıza. “Misak” sözcük olarak “peymane, antlaşma, sözleşme, kontrat, pakt” anlamlarına gelmektedir.
Eğer “Misak-ı Milli” yalnız Türk milleti için ihdas edilmiş ise buna “misak” demeye lüzum kalmazdı. Bir ev sahibi hiç kendi kendisiyle kontrat yapar mı? Antlaşmalar en aşağı iki taraf arasında yapılır.
Esasında bizim Misak-ı Millimiz de çok taraflı bir akit idi. Örneğin Türk, Kürt, Laz ve diğer Müslüman topluluklar, “Misak”taki ruh tüm bu etnik unsurları, bu vatandaşlar birlik ve beraberlik içinde ama herkes serbestçe dinini, milli hüviyetini ve kültürünü eşit şartlarda koruyacaktı. Kurulacak yeni devletin adı ırk esasına göre değil, yeni hudutlar içinde kalan tüm İslam milletlerini sembolize eden bir ad olacaktı.
Ama sonradan ne oldu? Ve kim bu misakı bozdu?
Herkesin çok iyi bildiği gibi Kemal Paşa ve Kemalistler bozdu.
Kemal Paşa, kurulan cumhuriyeti “Türkiye Cumhuriyeti” Misak-ı Milli hudutları içinde kalan coğrafi bölgeye de Türkiye dedi. Artık ne Kürdistan kaldı, ne Anadolu ne Rumeli ve ne de Lazistan. İtiraz edenlerin başına ise getirmedik bırakmadılar. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey ve arkadaşlarını buna itiraz ettiler diye astırdı. İslam dinini de bir kenara iterek halifeyi kovdu. Türk, Kürt, Arap, Laz ne kadar din adamı varsa birer uyduruk bahaneyle ya sürgün etti ya da idam etti. O kadar büyük İslam şairi Mehmet Akif Ersoy bile dini inançlarından dolayı Mısır’a kovuldu ve Mısır çöllerinde derdinden vereme yakalandı. Ancak vatanına gelip ölebildi.
İşte Kemalistlerin dillerine doladıkları “Misak-ı Milli” bu sahte olanıdır. Şimdi elimizi silaha, copa değil de vicdanımıza koyalım. Milli Misak’ı bozan biz Kürtler miyiz, yoksa Kemal ve adamları mı?
Beyler, resmiler ve onların şakşakçıları. Gerçi sizinle yeni bir pakt yapmaya ne lüzum vardır ve ne de böyle selahiyetim vardır. Yine de derim ki, eskisini önümüze koyalım ve harfiyen uygulayalım. O zaman göreceksiniz, ne Kürt başkaldırıları ne kontrgerilla ve ne de Hizbullah kalmayacaktır.
Yok eğer siz “Milli Misak”ı çiğneyerek “Türkiye Türklerindir” derseniz, elbette Kürtler de “Kürdistan Kürtlerindir” diyeceklerdir. İsterseniz, tüm Kürdistan’ı Şırnak gibi yerle bir edin ve boşaltın ama yine de diyeceklerdir.
İnanıyorum ki, dostça en iyi çare bulunur. Yoksa Şırnak Tugay Komutanı’nın yaptığı gibi Türklerle Kürtlerin ana avratlarına küfrederek bu iş çözülemez.
Eğer siz Toprak Mahsulleri Ofisi eksperi gibi kendinizce bir Misak-ı Milli’den söz ederseniz, Kürtlerin de buna uymalarını beklemeniz mümkün olmaz. Bu durumda ilişkilerimiz de bugünden farklı olmaz.
——————
13 Eylül 1992