Simurg yani Anka kuşu; sonsuzluğu, mücadeleyi ve bilgeliği temsil eder. Mitolojide, küllerinden yeniden doğan efsane kuş olarak tanımlanırken, dünyanın 3 kez yok oluşuna tanıklık ettiği aktarılır. Kendini yakıp küllerinden yeniden doğan Simurg kuşu sabrın, yenilmemenin, mücadele etmenin ve emek vererek tekrardan dirilmenin sembolüdür. Ulaşılması güç bir ideali temsil eden Simurg kuşu sabırla mücadele etmeyi, zorluklara katlanmayı ve asla pes etmemeyi simgeler.
İçinde bulunduğumuz dünyada Simurg olmak dışında bir seçeneğimiz yok. Ancak kendi adıma söylemem gerekir ki uzun süredir hiç neşem yok. Ne gülecek ne de sevinecek bir şey göremediğim gibi böyle bir ruh haline de sahip değilim. Bu duygu halinin kendi sorunlarımdan kaynaklanmadığını da belirtmeliyim. İnançlarımız, yaşadıklarımız, gördüklerimiz, okuduklarımız ve naklen izlediğimiz savaşlar beni gerginleştiren tek şey. O kadar çok kötülük var ki dünyada, bunu hazmetmek ve her şey normal‘mış’ gibi yaşamak uygun gelmiyor bana.
İçinde yaşadığımız Ortadoğu’da kan gövdeyi götürürken, zulme uğrayan iki halk var ki bunlar bütün dünyanın gözü önünde ve saldırılar altında yaşama tutunarak, Simurg gibi direnişi tercih ediyor. Bu iki halk yani Kürtler ve Filistinliler en temel özgürlüklerinden bile yoksun ve baskı altında direnirken, Filistin halkı açık bir soykırımla adeta yeryüzünden silinmek isteniyor. Bu soykırım sürerken, onbinlerce Filistinli çocuk, kadın ve erkek katlediliyor. Burjuva kapitalist devletler süren saldırılar karşısında kafasını başka yere çevirip görmezden gelirlerken, bir kısmı ise günah çıkarırcasına Filistin’i devlet olarak kabul eden kararlar alıyor.
Ya halklar yani bizler, sizler ve onlar ne yapıyoruz derseniz, sanki devletlerin tutumunun bir izdüşümünü yaşıyoruz. Cılız protestolar dışında olup bitene karşı gerçek bir destek ortaya çıkmazken, çok büyük çoğunluk ise başını başka tarafa çevirerek, insanlıktan uzaklaşıp ‘mış’ gibi yaşıyor. TV haberlerinde katliamlar sanki Tanrı’nın işiymiş gibi trajediye bağlanırken, hükümet temsilcileri de yaşananların trajik olduğunu söylüyor. Diğer yandan devletler düpedüz planlı ve programlı bir soykırım karşısında edebiyat yapıp timsah gözyaşlarıyla yaşanan soykırıma destek veriyor.
Bombalar ve kurşunlar altında süren soykırımdan kurtulmak isteyen Filistin halkı Refah’a sığınıyor, ancak Siyonist İsrail devleti Filistinlileri burada da katletmeye devam ederken, tespit edilebilmiş ölen Filistinli sayısı 37 binlere ulaşıyor. Refah kentinde sürgünde yaşayan 71 bin Filistinliye yüzbinlerce Filistinli daha eklenirken, İsrail Gazze gibi Refah’ı da bombalıyor. Bu durum daha ne kadar devam edecek diye sorular sorulurken, bunun tek yanıtı halkların ‘mış’ gibi yaşamak yerine Simurg olmayı tercih etmelerinden geçiyor.
Diğer yandan dünyada kapitalizm ekolojik çöküşü büyüterek devam ediyor. Ekolojik çöküşe bağlı gelişen ısınmayla birlikte susuzluk ve kuraklık büyürken, gıdaya ulaşımın imkansız hale geldiği bir geleceğe doğru hızla yol alıyoruz. Bu nedenle Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan yüzbinlerce insan Türkiye üzerinden göç etmek zorunda kalırken, AB Türkiye’ye para vererek göçü sınırları dışında tutabiliyor. Bunu ne zamana kadar sürdürebilir bilinmez ama bilinen bir gerçek Türkiye halklarının da yakın gelecekte göç etmek zorunda kalacağıdır.
Doğal yaşamın tamamı sermayeye bağlanıp ekosistemler yıkıma uğratılırken, sokak köpeklerine reva gördükleri şeyin insanlar için uygulanmayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Avrupa göçmenleri Türkiye’de tutarken, nitelikli iş gücünü sınırları içine kabul ediyor. Ya diğerleri? Bugün Türkiye’ye hapsedilmiş 7 milyona yakın insan yakın gelecekte Türkiyeli yoksullarla birlikte yeni yaşam alanları bulabilmek umuduyla göçe kalkıştıklarında Filistin halkına reva görülen katliamları yaşamamamız için hiçbir neden yok.
İngiltere, ‘kaçak’ olarak nitelediği göçmenleri inşa ettikleri gemilere hapsederken, Refah’a sığınan Filistinlilere ne oluyorsa göçmen sayıları arttıkça benzer görüntüler buralarda yaşanacak. Türkiye, Suriye ve Irak coğrafyalarında Kürtlerin yaşadığı ve özgürlük talebiyle örgütlendikleri bölgelere yönelik kanlı bir harekata hazırlanırken, Filistinlilere reva gördüğümüz sessizliği maalesef burada da büyük ölçüde göreceğiz.
Fırtına Kuşu gibi bu fırtınalar altında yolumuzu bulmak ve inatla saldırılara karşı uçmak ve direnmek zorundayız. Bir Simurg kuşu gibi asla teslim olmadan, insanlığın halklara armağan ettiği bilgeliği ve mücadeleyi rehber edinmek dışında hiçbir kurtuluş yolumuz yok. Sermaye doğal yaşamı enerji ihtiyacı yalanıyla yerle bir ederken, bizlerin ‘enerjiye ihtiyacımız var ama’ diye kurduğumuz cümleler üstü örtük teslimiyettir. ‘Terörist Kürt, Terörist Filistinli’ damgasıyla saldırıya uğrayan halkların ve doğanın yanında yer tutmak dışında her şeyin saldırganları desteklemek anlamına geleceğini ise aklımızdan çıkarmamalı ve ‘mış’ gibi yaşamamalıyız.