Hannah Arendt müşterek hayatlar üzerine yürütülmesi gereken kamusal müzakere süreçleri olarak gördüğü politikayı totalitarizmin zorbalığı karşısında hayatının merkezine almıştır. “Bir liderin vizyonundan türetilmiş uydurma bir gerçekliğin eskinin yerini almasıyla” kamusal müzakerenin nasıl yok olabileceğini Nazi rejiminde deneyimleyen Arendt, rejim güçlendikçe siyasetin kamusallığını yitirmesinden fazlasıyla tedirgin olmuş ve bununla baş etmek için de politikayla ilgilenmeye başlamıştır. Arendt’e göre iktidarın “gücü” istismar ettiği her yerde sivil hareketler meşru güç haline gelir ve protestolarıyla kamusal müzakere mevzisini geri alabilir. Bu nedenle Arendt sonuç alıcı bir politika için muhalif siyasal dinamiklerin kamusal müzakere kapasitesinin güçlendirilmesini ve sivil hareketlerin varlık göstermesini önermektedir. Günümüzün kimi siyasal ve sosyal bilimcileri de sağ otoriter ve popülist rejimlerin dünya genelinde yükselişi karşısında politik zeminde Arendt’e benzer şekilde yöntemlere dikkat çekiyorlar.
Arendt’in politika yapma biçimine benzer şekilde, müşterek hayatların müzakere edilebileceği bir zemin olarak politikayı tasarlamak bir yol olabilir mi, Türkiye’de kamusal müzakere mevzileri geri alınabilir mi ve bu şekilde politika normalleşebilir mi? Açıkçası siyasetin kamusallığını yitirmesi uzun süreden bu yana Türkiye toplumunda genel bir tedirginlik yaratmış durumda. İktidar bloğunun yaşamı güvenlikleştirmesi ve elindeki siyasal gücü istismar etmesine karşı toplum Arendt’in bahsettiği meşru gücü sandık ile açığa çıkarmasına rağmen hem muhalif siyaset hem de sivil hareketler zayıf kalmış ve kamusal müzakere alanının geri alınması tamamlanamamıştı. Şimdi yeni bir durum var. 31 Mart yerel seçimlerinde yurttaşlar 22 yıllık iktidar bloğuna radikal bir ikazda bulundular. Yurttaşların yaptığı tercihler bu bağlamda yeni pencereler açmıştır. Seçim sonuçları kamusal alanı iktidardan geri almanın mümkün olduğunu göstermiştir.
Gözler şimdilik seçimlerin birinci partisi olan CHP’de. Özellikle CHP lideri Özel’in bu konuda dışa yansıyan performansı dikkat çekici olduğu kadar tartışılmayı da hak etmektedir. Özel, bir taraftan siyasal aktörlerle diyalog zeminini canlı tutarken diğer taraftan Arendt’in meşru güç olarak gördüğü sivil hareketlerle temas halinde. Çok ciddi eleştiriler alsa da seçim sonrasında rakipleri olan AKP ve MHP liderleri ile görüşmesi, bunun yanında muhalefet dinamikleri ile ayrıca diyalogu canlı tutma çabası ve cılız geçse de öğretmenler ve emeklilerle birlikte mitingler yapması kamusal alanın geri alınması bağlamında şimdilik önemli adımlar olarak görülebilir. Bu adımları peşinen mahkum etme kolaycılığına kaçmadan gelişmelere eleştirel yaklaşmak daha doğru olabilir.
CHP lideri Özel’in zorlanabileceği asıl mesele kitlelerle sokağa inmek değil, siyasi aktörlerle sürdürmeye çalıştığı diyalogların içerikleri, kamuya yansıma biçimleri ve aktörlerin karşı hamleleridir. Mesela “Bahçeli iyi, etrafı kötü” taktiği kısa vadede Özel’e biraz zaman kazandırmış olsa da bu oyunun ömrünün pek uzun olmayacağı aşikar. Yakında kılıçlar çekilecektir. Kılıçlar çekildiğinde normalleşme veya diyalog-müzakere süreci nasıl yürüyecek, protesto ve mitingler ne kadar yapılabilecek veya sahiplenebilecek? 1 Mayıs pratiğinin iyi bir sınav olmadığını hatırlatalım.
Diyalog ve normalleşme girişimlerine karşı başlatılacak olası sert hamlede CHP’nin B planının ne olduğunu bilmiyoruz. Yerel seçimlerin yarattığı moral ve motivasyon bir süre daha devam edebilir. Hatta sosyal belediyecilikte ısrar, kent suçlarına mesafeli duran, bilakis kent suçlarıyla mücadele eden bir yerel yönetim pratiği psikolojik üstünlüğün kalıcı hale gelmesinde tüm muhalefet için önemli bir aşama olabilir. Yerel yönetimler ne kadar başarılı olur, psikolojik üstünlük ne kadar korunur onu da bilmiyoruz. Bunun dışında zamanla CHP’nin içindeki liderlik kavgasının gidişatı da diyalog zeminine etki edebilecek önemli bir parametre olabilir.
Tüm bunların yanı sıra CHP başta olmak üzere muhalefeti sıkıştıracak asıl kullanışlı hadise Kürt meselesidir. Devletin ve iktidarın Kürtlere yönelik sürdürdüğü ve ülkenin genel siyasi, iktisadi ve kültürel gidişatını doğrudan belirleyen şiddet politikasında CHP ve diğer muhalefet dinamiklerinin nasıl konumlanacakları belirleyici olacak. Deyim yerindeyse dananın kuyruğu -her zaman olduğu gibi- yine Kürt meselesine gelince kopacak. Kürtler hapishanelere doldurup başlarına bomba yağarken diyalog ve normalleşme nasıl bir biçim alacak? CHP iktidar bloğu ile Kürt meselesini nasıl müzakere etmeyi düşünüyor? Bir kez daha Kürtsüz bir devlet müzakeresi mi yoksa ezberleri bozan yeni bir yol mu?
Normalleşme stratejisinin en zayıf halkası Kürt meselesidir. Destici’sinden tutalım Perinçek’ine kadar derin devlet, mafyatik yapılar ve militarist ekonomi yıllardır kendilerini Kürt meselesiyle kamufle ediyor. Kürt meselesini büyük bir rant alanına çevirerek işlerini büyütüyorlar. Savaşın ve şiddetin istikrarlı bir biçimde sürdürülmesi bu kesimlerin rant alanlarıyla doğru orantılı. “Ne kadar savaş o kadar rant, ne kadar savaş o kadar koltuk” koşuluyla hareket ediyorlar. Kürt meselesi esasen Türkiye siyasetinin de en zayıf halkası. Solcular bile konuşurken Kürt meselesinden kaynaklı Türkiye işçi sınıfına açılamıyor, örgütlenemiyor. Toplumsal örgütlenme yaptıklarında her zaman direkt Kürtlerle ilişkileri sorgulanıyor.
Bahçeli ülkenin en zor meselesi olan Kürt sorununu basit bir oyuna çevirerek AKP’yi Kürtlerin üzerine saldı ve ömrünü uzattıkça uzattı. AKP bu oyunu fena yuttu. Kendini tanıyamaz hale geldi ve tam da bu nedenle bir türlü ne kendileri toparlanabiliyor ne de ülke. Erdoğan ise CHP’nin üstünlüğünü alt etmek için yeni bir hamle başlatabilir; mesela normalleşme veya kutuplaşma siyasetinden uzaklaşmanın işine gelmediğini düşünebilir, Kürt meselesinde şiddet yöntemlerine devam edebilir, CHP’ye gitmeyebilir; ancak her halükarda bu yeni bir hamle olmayacak ve AKP’nin erimesini durduramayacaktır.
Sonuca gelirsek; CHP’nin yerel yönetimlerdeki performansını yükseltmesi, sosyal belediyecilikte ısrar ederek yoksulluğa, ekolojik yıkıma ve kent suçlarına mesafeli durması, şimdiden aday meselesine girmemesi ve Kürt meselesinde ilkesel bir siyaset (mesela Kürt meselesinde barış ilkesini savunmak) yürütmesi; seçimlerle elde ettiği psikolojik üstünlüğü korumasına, kamusal müzakere alanını geri alıp doğru kullanmasına ve sivil hareketlerin gücüne bağlıdır.