Etki ajanlığının ne olduğu tartışmaları yapılırken Tayyip Erdoğan imzasıyla savaş ve seferberlik yasası yenilendi. Yapılan değişiklikle savaş ve seferberlik yetkileri tümden Tayyip Erdoğan’a verildi. Bu değişiklikle birlikte Tayyip Erdoğan’a olağanüstünün üstünde yetkiler verildiği ve tek adam sisteminin daha da güçlendiği doğrudur. Türkiye kamuoyunda bunlar yazılıp çizilmektedir. Öyle ki, Tayyip Erdoğan kendi yetkilerini yine kendisi artırabiliyor. Yetkilerini artırmak için başka kurumlara ihtiyaç duymuyor. Bunlar amenna, ancak bu değişikliklerle neye hazırlık yapıldığı, neyin hedeflendiği ıskalanmaktadır. Türkiye’de tartışmalar ya gerçeğe dokunmadan ya da gerçeğin etrafında dolanarak yapılmaktadır. Bundan dolayı da gerçekler hep ıskalana gelmiştir Türkiye’de. Yerel seçimden sonra AKP iktidarının yaşadığı yenilgiden ötürü özel savaş merkezinin algılar üzerindeki tahakkümü eskisi kadar olmasa da hala siyasetin en temel konusu olan Kürt sorunu açıktan tartışılmıyor. Bu olmadığı için de gelişmelerin temelindeki nedenler ortaya konulamıyor. Diğer bir deyişle Türkiye toplumu aydınlatılamıyor, sürekli bir şekilde aldatılıyor.
Savaş ve seferberlik yasasının yenilenmesiyle AKP’nin savaşa hazırlık yaptığı, devleti ve toplumu savaşa göre hazırlamaya çalıştığı netleşti. Etki ajanlığı yasasının hangi amaçla çıkarılmak istendiği de netleşmiş oldu. Böylece AKP’nin seçimde yaşadığı yenilgiyi ve kaybettiği meşruiyeti savaşı daha da geliştirerek telafi etmeye çalıştığı somutlaşmış oldu. Zaten AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın başka bir yöntem düşünmesi beklenmiyordu. Nitekim sonuçların netleştiği seçim gecesinde Tayyip Erdoğan deyim yerindeyse “ölüm konuşması” yapmıştı. Tayyip Erdoğan durmayacaklarını, Kürtlere karşı yürütülen savaş konseptini daha da geliştireceklerini söylemişti. Bu konuşma Tayyip Erdoğan’ın ve AKP-MHP iktidarının gerçek fikirleri ve planıydı. Fakat bu kapsamda attığı ilk adımda Kürt halkının sert direnişiyle karşılaştı ve geri adım atmak zorunda kaldı. İktidar Van’da Kürt halkının sergilediği direniş karşısında sadece geri adım atmadı, tahayyül ettiği gibi atını koşturamayacağını da anladı. İşte bundan sonradır ki, Tayyip Erdoğan söylem değişikliğine başvurdu. Çünkü eskisi gibi Kürt inkarına dayalı savaş konseptini yürütemeyeceğini gördü. Zira Türkiye’de artık iktidar resmi olarak AKP ve Tayyip Erdoğan gibi görünse de gerçekte toplum Türkiye’yi yönetme yetkisini muhalefete vermiştir. Bunun bir varsayım değil, toplumsal bir gerçeklik olduğu da yine Van’daki direnişten anlaşıldı. Nitekim Van direnişini etkili kılan önemli faktörlerden biri de Türkiye demokrasi güçlerinin ve demokratik kamuoyunun halkın yanında yerini alması ve direnişi sahiplenmesiydi. CHP de ağırlık merkezinin buraya kaydığını görerek demokrasi güçlerinin yanında durmayı kendisi için daha yararlı görmüştür.
Bunları daha önce de yazıp çizmiştik. Bu durumu gören Tayyip Erdoğan yumuşama söylemiyle beklenti yaratmayı ve özelde de CHP’yi yanına çekerek Kürtlere karşı savaşta kullanmayı amaçlamıştır. Maksadın bu olduğu, yumuşama söyleminin bir aldatmaca olduğunu da çokça yazıp çizdik. Önemli olması bakımından tekraren de olsa bunların yazılıp çizilmesinin mahzuru yoktur. Fakat yumuşama havası estirilince demokratik siyaset alanından da AKP’den bazı beklentilerin dile getirildiğini gördük. Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümünde irade olabileceği söylendi. Tayyip Erdoğan’ın kapsamlı bir savaş hazırlığı içerisine gireceğinin öngörülememiş olması ve sebebi ne olursa olsun AKP ve Tayyip Erdoğan’dan beklentiye girilmesi son derece yanlış ve zararlı olmuştur. Böyle yaparak AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın izlediği savaş çizgisinden vazgeçeceğinin düşünülmesi vahim bir yanılgıdır. Demek ki yoğunlaşma biçiminde yetersizlik vardır. Fakat artık bunu görüp aşmak gerekir. Demokratik siyasetin bütünlüklü bir söylem ve düşünceye kavuşması çok önemlidir. Zira şartlar demokrasi güçlerinin birleşik mücadeleyi geliştirmesi için hem uygundur hem de bunu zaruri kılmaktadır. Öncelikle demokratik hareketin bunu başarması gerekir. AKP’nin yeni savaş planını önleyecek olan tam da bu olacaktır. Zira AKP iktidarının yeni savaş planının odağında toplum ve toplumsal direnişin kırılması vardır.
Seferberlik yetkisinin Tayyip Erdoğan’a verilmesi özünde yeni bir durumu ifade etmemektedir. Zaten Türkiye’de fiili durum budur. Tayyip Erdoğan savaş konseptinin ihtiyaçlarına göre her şeye karar vermektedir. Burada en önemli nokta her türlü toplumsal tepkinin kalkışma olarak tanımlanıp bunu savaş ve seferberlik gerekçesi yapılmasıdır. Savaş yasasında değişime gidilmesinin özünde bu vardır. Bu durum akla hemen kayyum atamalarını getirmektedir. AKP’nin kayyum atamalarından vazgeçmediği, bunun planlarını yaptığı gizli saklı bir sır değildir. Nitekim her gün iktidarın itirafçıları bunun nasıl olacağını, hangi belediyelere kayyum atanacağını yazıyorlar. Bu yasayla kayyum atamalarına karşı Kürt halkının göstereceği demokratik tepki bir kalkışma olarak gösterilecek ve böylece halkın demokratik tepkisinin bastırılması için polis, asker ve militarist yapılar daha fazla cesaretlendirilecek. Fakat daha da önemlisi bu yasayla esas olarak halka gözdağı verilmek isteniyor. Halkın irade gaspına karşı demokratik tepki göstermemesi amaçlanıyor. Etki ajanlığı yasası da çıkarılarak basın, medya ve demokratik kamuoyunun halkın demokratik tepkisini yansıtmasının önü alınmak isteniyor. Böylece itiraz eden herkes susturulacak. Bu yasalarla AKP iktidarı, Türkiye’nin Batı’sı ile Kürt halkının ortak mücadele etrafında bir araya gelmesini önlemeye çalışıyor.
Bir diğer boyut Güney Kürdistan’da yürütülen savaş ve Güney Kürdistan’ın işgaline yönelik plandır. İçte olduğu gibi dışta da AKP-MHP iktidarı Kürt karşıtlığına dayalı siyaset izliyor, bu temelde planlar yapıyor. Bunların başında da Irak ve Güney Kürdistan’a yönelik planlar geliyor. Tayyip Erdoğan’ın Irak’a yaptığı ziyaret de bu kapsamdaydı. Kalkınma Yolu Projesi özünde Kürtlere karşı yürütülen savaş planının bir parçasıdır. Bu plan kapsamında Güney Kürdistan’daki işgalin genişletilmesi, Güney Kürdistan’ın tümüyle işgal edilmesi amaçlanıyor. Çıkarılan yeni savaş ve seferberlik yasasıyla Güney Kürdistan halkının işgal karşısında göstereceği tepkinin bastırılması amaçlanıyor. Bu konuda AKP ile KDP birlikte hareket ediyor. KDP’nin Güney Kürdistan’da yapılacak seçimleri ısrarla erteletmesinin temelinde de bu plan vardır. Çünkü KDP seçime girmesi durumunda tıpkı AKP gibi kaybedeceğini ve iktidardan düşeceğini biliyor.
Askerlerin konuşmasının yasaklanması da yeni savaş konseptinin kapsamı dahilindedir. Herkes savaş konseptine göre hizaya çekilmek, tepki gösterenler bastırılmak, itiraz edenler susturulmak, faşist düzen mutlak olarak hakim kılınmak isteniyor. İşte AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın planı ve tahayyül ettiği Türkiye sistemi.