Ve tarih bir kez daha tekerrür etti… Bir kez daha adalet kavramını çağrıştıran “hukukun” nasıl yok sayıldığına, tüm değerleriyle ayaklar altına alındığına ve kanunlar vasıtasıyla adaletsizliğin nasıl inşa edildiğine hep beraber şahitlik ettik…
Keskin Bayındır
16 Mayıs tarihinde Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülen Kobanê Kumpas Davası, öncesi ve sonrasıyla daha şimdiden Türkiye siyasi tarihinde “demokrasiye yapılan bir darbe” olarak yerini almış oldu.
Kobanê Kumpas davasında çıkan sonucu bir cümle ile özetleyecek olursak; bu dava “AKP-MHP iktidarının Kürt halkı üzerindeki siyasi soykırım politikalarının hukuki yansımasıdır.” Yargı sürecinde sadece bu davaya bakan özel bir heyetin oluşturulmasına ve doğal hakim ilkesinin yok sayılarak hukukun nasıl kıyımdan geçirildiğine tanıklık ettik. Sürecin ortaya çıkardığı tablo ise; rejimini ayakta tutmak adına ahlakla olan bağı tamamen kopartılan ve toplumun ahlaki-politik alanını daraltan düşman ceza hukuku pratiklerinin nasıl en ağır şekilde işletildiği oldu.
Kobanê Kumpas Davası devlet açısından bir utanç, Kürt siyaseti ve devrimciler için bir “direniş” kaynağı olarak hep hatırlanacaktır. Özellikle de “hukukun nasıl siyasallaştığı?” sorusuna Kobanê Davası’nın gerçekliği yanıt olacaktır.
Peki Kobanê Kumpas Davası bize ne anlatıyor? Bu davadan çıkan sonuçlar neyi açığa çıkıyor?
Kobanê Kumpas Davası, bizlere Türkiye siyasi tarihinin bir ikili hukuk tarihi olduğunu gösterdi. Bu ikiliğin merkezinde yer alan ise Kürt halkı oluyor. Tabi bunu dün başlayan bugün gelişen bir durum olarak ele alırsak büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Çünkü bu davanın belki de Cumhuriyet rejiminin ömrü kadar tarihsel bir arka planı var. Bu nedenle Kobanê Kumpas Davasını daha anlamak için Cumhuriyet’in ilk yıllarına gitmekte fayda var.
Bilindiği gibi dünya tarihinde gerçekleşen veya gerçekleşme aşamasında olan tüm devrimsel çıkış süreçlerinde halkların demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı iktidarlar hep sert tedbirler alarak yanıt verdi. İnsanların kendilerini savunmalarına fırsat bile verilmeden, Giyotin ile idam edildikleri Fransız İhtilali dönemi de bu anlamda önemli bir örnek olarak bugün hala hafızalarımızdaki yerini koruyor. Türkiye ve Kurdistan halklarının benzer duruma tanıklık ettiği dönemler ise Cumhuriyetin ilk yılları oldu. İstiklal Mahkemeleri tarafından yapılan yargılamalar ve bu yargılamalar sonucunda gerçekleşen idamlardan bahsediyoruz!
İstiklal Mahkemeleri, Fransız İhtilal mahkemelerinden ilham edilerek kuruldu. Kuruluşundaki asıl amaç Kürt halkının demokrasi ve özgürlük talebini ve bu talep ile gerçekleştirdiği “serhildanları” bastırmaktı. Ancak, bu mahkemeler daha sonraları Kemalist rejime muhalif olan tüm kesimlerin doğrudan hedef alındığı birer “infaz kurullarına” dönüştü, hemen hemen her duruşması bir “idam oturumu” anlamına geldi. O yıllarda 80 bini aşkın kişinin yargılandığı bu mahkemelerde yaklaşık 5 bin kişi idam edildi. Şêx Said ve arkadaşlarının idam edilişleri ise İstiklal Mahkemeleriyle ile başlayan ve günümüze kadar devam edecek olan bir sürecin başlangıcı oldu. Ve bu sayede Türkiye’de temel hukuk kurallarının bile dikkate alınmadığı İstiklal Mahkemeleri sayesinde 1950’lere kadar devam edecek tek parti yönetimini kuruldu. Özetle; Cumhuriyetin ilk yüzyılındaki halkların özgürlük mücadelesinin tasfiyesi ve hukuki kıyım İstiklal Mahkemeleri ile başladı. İkinci yüzyılı ise Kobanê Kumpas Davası’yla başlayacaktı.
İstiklal Mahkemeleri’ne verilen yetkilerin kapsamı bugün hala tartışma konusu. Öyleki, bu yetkiler dönemin siyasileri tarafından “Allah’ın peygamberlere bile vermediği yetkiler” olarak tanımlandığını birliyoruz. Mahkemler, hukukun ne olduğunu bilmeyen, merkezi hükümet tarafından görevlendirilen kişiler tarafından ( ki bunların birçoğu politikacılardan oluşuyordu) yönetiliyordu. Aldıkları kararlar kanaate göre şekilleniyordu. Siyasetten gelen talimatlar süreç boyunca bu kararların verilmesinde belirleyici oldu.
Sürecin devamında İstiklal Mahkemelerinin yerini 1961 Anayasası’na 1973 yılında eklenen bir maddeyle Türkiye hukuk sistemine giren Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) aldı. 1982 Anayasası’nda yeniden getirilen DGM’lerden sonra “hukuki kıyım” Özel Yetkili Mahkemelere bırakıldı.
Özetle; dönemler ve iktidarlar el değiştirse de Türk devletinin hukuk sistemi farklı isimler altında sistemsel bir şekilde İstiklal Mahkemeleri’nin uygulamalarını sürdürdü. Ta ki Kobanê Kumpas Davası’na kadar.
Tabi Kobanê Davası’na kadar uzanan bu sürecin güncellendiği yer ise şüphesiz İmralı Ada Hapishanesi oldu. Kürt Özgürlük Mücadelesini ve Kürt Siyasi Hareketi’ni tasfiye etmek isteyen ulus-devletler tüm insani ve hukuki normları yok sayan bir yargı sistemi ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinden adeta bir halkı, insanlığı yargı kıyımından geçirmek istediler. Sayın Öcalan, İstiklal Mahkemeleriyle başlayan ve günümüze uzanan hukuk kıyımının bugün nasıl güncelliğini koruduğunu ise şu sözlerle özetlemişti: “İmralı statüsü ve yapısı gizli bir anlaşma ile olmuştur. Bir başka örneği olmayan bir hukuk sistemi burada söz konusu. Dünyanın en ağır tutsağıyım, bunların içinde Batı da var. Beni kapitalist dünya sistemi tutsak etmiştir, devlet de beni bir koz, bir rehine olarak tutuyor. Burada siyasi bir rehineyim. Konumum böyle bilinmelidir. Tecrit durumunun ağırlaştırılması zaten idam anlamına gelmektedir.”
Sayın Öcalan’ın “idam” olarak nitelendirdiği hukuk sistemi 16 Mayıs tarihiyle bir kez daha gerçekliğini gözler önüne sermiş oldu.
“İstiklal Mahkemeleri ile ilk yüzyılına giren Cumhuriyet Rejimi’nin ikinci yüzyılının dönüm noktaları ise İmralı Tecrit Sistemi’ne devam edip, Kobanê Kumpas Davası ile sürdürmek oldu” desek pek de yanlış bir tespit olmaz. Kobanê Kumpas Davası’ında çıkan sonuç ile AKP-MHP yargısı “saray mahkemelerinin varlığını” kanıtladı.
Kobanê Kumpas Davası’nda da açığa çıktığı gibi, sarayın mahkemeleri ile İstiklal mahkemeleri arasında pek de bir fark yok. Tek fark var, o da “idam cezasının olmayışıdır.” Ki eğer idam cezası olmuş olsaydı mevcut yargı sisteminde sarayın mahkemeleri tarafından bugün birçok kişiye idam cezası verilmiş olurdu. Belki de başta Kürt siyasetçiler olmak üzere Erdoğan rejimine muhalif olanlar Giyotin’lerde olduğu gibi cezalandırılırdı. Tabi, idam cezası kaldırıldığı için mahkemeler bugün idam cezaları veremiyor. Ancak, verilen her bir karar ile düşünce ve ifade özgürlüğü dar ağıca götürülüyor. Her karar ile demokratik siyaset adeta idam ediliyor. Temel hukuk kuralları hiçe sayılarak, her bir mahkeme birer infaz kurulu olarak çalışıyor. Yani, Erdoğan kendi İstiklal Mahkemelerini kurmuş durumda. Siyasal İslamcılar yıllar yılı İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edilen “İskilipli Atıf” üzerinden adalet ve demokrasi demogojisi yaptılar. Ancak, bugün yine aynı kesim Erdoğan ve devlet eliyle demokratik siyaseti dar ağacına götüren mahkemeler kuruyor, bu mahkemelerden çıkan kararları “adalet yerini buldu” diyerek destekliyor. Bu da Erdoğan önderliğindeki siyasal İslamcı aklın hukuka nasıl ve neden yaklaştığının önemli bir göstergesi olarak dikkat çekiyor.
Bugün başta Kobanê olmak üzere Kürt siyasi hareketini hedef alan tüm mahkemelerde rejiminin atadığı “komiserler” hakim ve savcı adı altında sarayın talimatlarını uyguluyor. Kürt siyasetinin aktörlerine, temsilcilerine verilen ağır cezalar ile Erdoğan-Bahçeli iktidarı, Kürt sorunun çözüm kanallarını devre dışı bırakmaya çalışıyor. Yani Kürt siyasi hareketini tasfiye etmeyi amaçlıyor. 15 Temmuz 2016 sonrası yeni bir rejimin inşasına girişen Erdoğan iktidarı, “İstiklal Mahkemeleri statüsünde” hukuk sistemi inşa etti. Bu mahkemelerin kuruluş amacı da işleyişleri de birebir aynı devam ediyor.
Velhasıl, Cumhuriyetin ilk yüzyılında, İstiklal mahkemeleri muhalefetin tasfiyesi için bir vasıtaya dönüşerek yeni rejimin kalıcı hale gelmesinde önemli bir rol üstlendi. Tek Parti idaresine karşı çıkabilecek siyasi anlayışlar, kanaat önderleri, Kürt muhalefeti ve Hükümetin politikalarını eleştiren basın yayın organları gibi çok farklı unsurlar bu mahkemeler aracılığı ile ortadan kaldırıldı. Ve şimdi Cumhuriyet rejiminin ikinci yüzyılında aynı rol ve misyonu saray mahkemeleri üstlenmiş durumda. Bu noktada “Kobanê Kumpas Davası’ndaki Kürt siyasetçiler Erdoğan’ın İstiklal Mahkemelerinde yargılandı” desek, sanırım pek de yanlış bir tespit olmaz.
Kuşkusuz ortaya çıkan bu tablo beraberinde birçok tespiti de getiriyor.
Türkiye de istiklal mahkemeleri ile başlayan sıkıyönetim mahkemeleri ve devlet güvenlik mahkemeleri tarafından “düşman hukuku” ile işleyen yargı sistemi devam etmektedir!
Yargı sistemi bugün doğrudan siyasal iktidarın denetiminde ve kontrolündedir!
Yeni Anayasa tartışmaları sürerken, AKP-MHP iktidarı yönetiminde Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı, temel hak ve özgürlükleri kapsayan Anayasa düzenlemesi yapamaz!
Bu durum hala güncelliğini korurken, “İstiklal Mahkemeleri’nden Kobanê Kumpas Davası’na kadar uzanan bu hukuk sistemi AKP-MHP iktidarı için nasıl bir sonuca yol açacak?” onu da Kürt Halkının ve Türkiye’deki devrimci-demokrasi güçlerinin özgürlük mücadelesinin toplumsal boyutu ve kararlılığı belirleyecektir.