Kürt sineması var mıdır yok mudur tartışmasının çoktan geride bırakıldığı, peşinden gelen Kürt sinemasının kategorize edilme sürecinin de kısmen geride kaldığı bugünlerde, şu soruyu sormanın vakti gelmedi mi? Kürt sineması, nasılsın? Kürt filmlerinin çeşitli baskı ve sansür uygulamalarına rağmen nüvelerini her geçen gün daha fazla verdiği, diasporayı da içine alarak hareket alanını öyle veya böyle bir şekilde genişlettiği, dünyanın pek çok yerinde Kürt film festivallerinin düzenlendiği bu günlerde şöyle bir durup biraz mesafe alarak, gururla ama eleştirel bir yerden de yaklaşarak sormak hoş olabilir; Kürt sineması nasılsın?
Kürt sineması, biraz Kürtlerin de gerçekliği ve koşulları gibi çok dilli, aksanlı ve mekanları parçalı. Bu sebepten ulus-devletleşmeden geçmemiş Kürtlerin sinemasını, ulusal sinema kodlarıyla okumak güç. Buradan başlayan tartışma özellikle akademide ve Kürt filmciler ve sineması takipçilerinde hummalı tartışmalara vesile olmuş, Kürt sineması Türkiye’deki sinema çalışmalarında da yeni tartışma alanlarının doğmasına ve yeni pencerelerin açılmasına sebep olmuştur. Kürt sinemasının tanımlanması ve çerçevelenmesi konusunda kısmen, tartışmalı ve çok yanıtlı bir fikir birliğine varılmış olsa da hem akademide hem Kürt sinemacılar arasında bu tartışmalar bir süre daha süreceğe benziyor.
Kürt sineması var mıdır? Bir filmin Kürt filmi olması için taşıması gereken nitelikler nelerdir? Filmin dilinin Kürtçe olup olmaması mı? Yönetmenin Kürt olması gerektiği? Filmin hikayesinin bir şekilde Kürtlerle alakalı olup olmadığı? Ya da Kürt filmlerindeki genelde sıklıkla görülen kimi imgelere, simgelere, motif ve ezgilere sahip olup olmaması? Peki biçim, estetik, içerik, hikaye? Temsil? Kürt sinemasının başlangıç noktası? Kürt sinemasının başlangıcını, Ermeni bir yönetmen Hamo Beknazarian tarafından çekilen Zarê (1926) mi, yoksa Yılmaz Güney’in Yol (1982)’u mu oluşturuyor?
Hemen peşinden gelen Kürt sinemasının kategorizasyonu meselesi, önceki soruları ve çelişkileri arkasında bırakarak başka bir aşamaya geçti. Ulusal sinema mı? Ulus-devletleşmeden geçmemiş bir halk film üretim, yapım ve dağıtım aşamalarında farklı süreçlerden geçtiği için sinemasını bu kategori içinde oturtmak güç. Ulus-aşırı sinema? Aksanlı sinema? -Kürt sinemasını Hamid Naficy’nin aksanlı sinema kavramının merceğinden incelediğimizde, diasporik ve postkolonyal bağlamlarda faaliyet gösteren Kürt sinemasının çok yönlülüğü üzerine düşünmek büyük oranda yol gösterici- Kürt sineması sıklıkla yerinden edilme, sürgün ve kimlik arayışı temalarıyla boğuştu. Zorunlu göç deneyimlerini, kültürel köklerinden koparılma ve bir yurda duyulan özlem filmlerin duygusal dünyasını hep meşgul etti.
Bu tartışmalar etrafında dönen yaklaşımların farklılığı, çok sesliliği ve çeşitliliği en fazla ufkumuzu daha fazla açacak, Kürt sineması özelinde başka yığınla olguyu tartışmamıza zemin hazırlayacaktır. Bu cepte.
Bu tartışmalar açtığı alanlardan ve başka çeşitli sebeplerden dolayı değerli ve önemli olsa da hatırı sayılır bir kalabalığın başka bir beklentisi veya arzusu var. Azımsanmayacak bu kalabalık, Kürt sinemasından yeni bir dönüm noktası, başka bir kavşak, bir sıçrama bekliyor. O da, belki de en çok hikaye noktasındadır. Uzun bir yoldan gelen ve genç sayılabilecek Kürt sinemasında, artık acılar ve mağduriyetler üzerine kurulmuş hikayeler yerine, başka içerik ve estetik yaklaşımlar bekleniyor. Kolonyal bir gerçekliğe doğmuş Kürt sinemasının politik gerçekliğinden kaçması değil kastettiğim, zaten bu doğasına aykırı olurdu.
2000’lerin başıyla beraber hem Başur’daki yönetimin kültürel alandaki yatırım ve desteği, hem Türkiye’deki demokratikleşme süreci, hem de diasporadaki Kürt film festivallerinin yaygınlaşmasıyla Kürt filmleri pek çok farklı bölge ve coğrafyada büyük örnekler verdi. Rojhilatê’dan Bahman Ghobadi başta olmak üzere Bakur’dan Erol Mintaş, Mizgin Müjde Arslan, Hüseyin Tabak, diasporadan Hiner Saleem, Ayşe Polat, Yüksel Yavuz gibi yönetmenlerin filmleri yoluyla sinemada Kürtçe iyice görünür olmuş ve bu filmler çeşitli festivallerde gösterilip ödüller almıştır. Bunun yanı sıra bu filmler Kürt sinemasının karakteristiklerini oluşturup pekiştirmiştir. Kürt sineması neredeyse hemen hemen son on yıldaki yükselen savaş sürecinde ise bir düşüşe geçmiştir demek çok yanlış bir tespit olmayabilir. Kürt sinemasında belirli temaların yaygınlığı, özünde Kürt sinemacıların içinde faaliyet gösterdikleri sosyo-politik bağlamı yansıtmaktadır. Kendi geldikleri yeri bir nevi ayna işlevi görerek beyaz perdeye yansıtmaktadırlar. Bu da cepte.
Ancak film üretimindeki bereketli dönem düşüşe geçse de devam ettiği gerçeği bir tarafa, filmlerdeki hikayeler ve hikaye anlatıcılığında bir sıkışmışlık var. Nasıl bir sıkışmadan bahsediyorum? Kürt toplumu onlarca yıl boyunca zulüm, ötekileştirme ve kültürel baskıya maruz kalmış, bu da mücadele ve dirençle dolu bir kolektif hafızaya yol açmıştır. Sonuç olarak, film yapımcıları tarihsel adaletsizliklere tanıklık etmek, kültürel hafızayı korumak ve silinme karşısında Kürt kimliğini savunmak için sıklıkla bu deneyimlerden yararlanıyor. Gerçekçilik anlayışını kendi toplumsal deneyimlerinden alan Kürt sinemasının gerçekleri anlatırken ki edindiği “gerçekçi” yaklaşım, Kürt sinemasındaki hikaye çıkmazının ana damarlarından birini oluşturuyor olabilir. Kürt sineması gerçekliği inkar edilmiş, gerçeklikleri saklanmaya çalışan bir halkın ürünü, bu sinemanın toplumsal gerçekçilikle bu kadar iç içe geçmesi bu sinemanın en büyük özelliklerinden biri. Ancak bu gerçekçi dilin başka/yeni bir gerçekçi dili güçlü ve kapsamlı bir şekilde deneyim etmemesi, filmlerin kadrajına aldığı insan manzaralarında da bir çeşitliliğe girmemesine sebep oluyor. Geçtiğimiz on yılda, toplumsal gerçekçilik geleneğinden gelen bu filmlerin gerçekçiliğe olan yaklaşımında, nüveleri atılmış olsa da derinlikli bir değişim dönüşüm yaşanmadı.
Kürtlerin değişen gerçekliklerinin veya değişmeyen bazı gerçeklerinin başka bir gerçekçilikle de anlatılabileceğini görmek içten içe birçoğumuzun arzu ettiği bir şey. Kürt sinemasının diğer baskılanmış gruplar da dahil olmak üzere Kürt kimliklerinin ve deneyimlerinin çeşitliliğini kabul eden, hikaye anlatımında daha kesişimsel bir yaklaşım benimsemesine ihtiyaç var. Yılmaz Güney sinemasından aldığı rüzgârı ardına alıp, o rüzgârı bırakmadan ama başka rüzgârlara da karışarak açılan hikâyelere ve lenslere ihtiyacı var.
Bunları eşelemek, açmak ve derinleştirmek başka bir yazının konusu olsa da, Kürt sineması nasılsın? sorusunu, onunla biraz daha hemhal olmak adına sormayı önemli buluyorum kendimce. Doğası gereği oldukça girift, akışkan ve çok yönlü olan bu sinemanın hikayesini ve kamerayı yerleştirdiği yeri de daha fazla sorgulamak adına.