Trevanian mahlaslı “hayalet” yazarın kült romanı Şibumi’nin bir bölümünde okuru hayret ile dehşet arasında aşırı duygulara sürükleyen bir İngiliz gizli servis (MI6) operasyonu anlatılır: Yolcu süsü verilmiş bir uçak dolusu ajan, bizzat kendi devleti tarafından kaza süsü verilmiş bir ortam içinde katledilir. Amaç, “düşmanı” yanıltmaktan ibarettir. 19 Mayıs günü İran Cumhurbaşkanı Reisi’yi öldüren helikopter kazasının yol açtığı birçok çağrışım içinde bu sahnenin de bulunması kaçınılmaz.
Bugüne kadar otuz dünya lideri uçak ya da helikopter kazası sonucu hayatını kaybetmiş. Hemen hepsi “üçüncü dünya” ülkelerinin devlet başkanları ya da başbakanları. Bunlar arasında Türkiye kamuoyunda en bilineni, 1988’de Pakistanlı diktatör Ziya-ül- Hak’ı öldüren uçak kazasıydı. Şimdi bunlara Reisi kazası eklenmiş bulunuyor. Erdoğan, başsağlığı mesajında merhumu, “değerli mevkidaşım, kardeşim” diye andı. Dönemin darbeci diktatörü Kenan Evren’in, Ziya-ül-Hak’ın ardından söyledikleriyle benzeşiyor. Reisi ve Ziya, ülkelerinde demokrasi güçlerine ve kadın haklarına karşı savaş açarak kan dökmeleriyle namlıydı. Biri Kenan Evren’in, diğeri de belli ki Erdoğan’ın ilham kaynağı.
19 Mayıs kazası, Fars (ve Türk) komplo teorisyenlerini derhal harekete geçirdi. Şizoid paranoyak mülahazalar, Ruhani lider Ali Hameney’in oğluyla işbirliği içindeki Fars derin devletinin, Reisi’yi Türk kökenli olması hasebiyle öldürdüğü noktasına kadar gidiyor. Öte yandan asıl hedefin Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir Abdullahyan olduğu, cumhurbaşkanının da arada kaynadığı gibi absürt iddiaları duymak da mümkün. Ama İran gibi bir ülke söz konusu olduğunda bunların herhangi birini yalanlayabilmek de kimsenin harcı değil.
Bu kuvvetli suikast şüphesi karşısında, İran’da 1979’dan bu yana inşası tamamlanarak konsolide olmuş İslam rejiminde, ölen devlet başkanı ve dışişleri bakanı da olsa herhangi bir sarsıntı yaşanmasının söz konusu olmayacağı vurgulandı. Kişiler değişebilir ama yapılar baki. Cenaze töreninde askerlerin uygun adım değil de karışık düzen yürümesi, birinin pantolonunun yırtılması gibi detaylar üzerinde durmanın, Türklüğün psişik mimarisine içkin militarist disiplin takıntısının dışavurumu ötesinde pek bir anlamı olmadığı anlaşılıyor. Ruhani lider Hameney ve müstakbel cumhurbaşkanına her daim gönülden bağlı İran İslam Ordusu, Devrim Muhafızları, Besiç bekçileri ve Ahlak Polisi’nden müteşekkil sert güç aygıtlarının cümlesi çakı gibi yerinde; İran bürokrasisi için de “business as usual” hali devam ediyor olmalı.
Komplo teorisyenlerine istihdam imkânı dışında bir yararı yoksa, suikast ihtimali üzerinde durmaktan vazgeçmek en doğrusudur. Türkiye’nin yakın tarihinde benzer iki kaza da halen aydınlatılmış değil. Muhsin Yazıcıoğlu’nun 2009’da öldüğü helikopter kazası, bir dezenformasyon yığını altında gömülü tutuluyor. Ama 1993’te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümüne neden olan uçak kazası, zaman içinde berraklaşmışa benziyor. Hemen ardından Bitlis’in silah arkadaşları olan Bahtiyar Aydın ve Rıdvan Özden adlı generallerin de “cephede öldü” iddialarının aksine JİTEM tarafından infaz edildiklerinin anlaşılması Bitlis’in uçağının da Kürt güçlerin ateşkes çağrısını dikkate almama taraftarı derin savaş lobisi adına JİTEM tarafından düşürüldüğünü neredeyse kesinleştirdi. PKK, 3 Nisan 1993’te her şeye rağmen tek taraflı ateşkes ilanını açıkladı. Hemen ardından, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ilk kez Kürt meselesinin çözümüne yönelik “federasyon” tartışmasını ortaya attı. Birkaç gün sonra da (17 Nisan 1993) şüpheli koşullarda öldü. Eşref Bitlis ve silah arkadaşlarını hedef alan suikastlar bu atmosfer içinde gerçekleşti; yeniden savaş düzenine geçildi.
Türkiye’nin böyle bir üst düzey suikastlar zinciri içinde yeniden savaş ortamına sürüklendiği dönemde, İngiltere’de tersi yönde bazı olaylar cereyan ediyordu. 15 Aralık 1993 günü Başbakanlık konutunda İngiliz Başbakanı John Major, İrlanda Cumhuriyeti Başbakanı Albert Reynolds’la bir ortak deklarasyon imzaladı. Deklarasyon, Kuzey İrlanda’da sürmekte olan iç savaş halini sonlandırmak yolunda ortak irade beyanı niteliği taşıyordu. (Downing Street Deklarasyonu). Barışın kilometre taşlarından biri olacak bu deklarasyonun maddelerine gerek Kuzey İrlanda içindeki kraliyet yanlısı siyasi ve paramiliter gruplardan gerekse de İngiltere genelkurmayı ve istihbarat kadrolarından bazı itirazlar geldi. Daha sonra, ilginç bir helikopter kazası gerçekleşti.
2 Haziran 1994 günü İskoçya’nın kuzeyinde meydana gelen helikopter kazasında İngiltere (derin) devletinin Kuzey İrlanda meselesiyle ilgili görev yapan üst düzey personelinin tamamı hayatını kaybetti. 31 Ağustos 1994’te IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) süresiz ateşkes ilan ederek İngiliz güvenlik güçleriyle çatışma haline son verdiğini açıkladı. Taraflar arası görüşmeler 1998’de imzalanarak barışı resmen ilan eden Paskalya Anlaşması’na kadar devam etti.
Hava aracı kazalarının ardından savaş ve yıkımın gelmesine örnek 1993 Türkiye’siydi. 1994 İngiltere’sindeyse, benzer bir hava aracı kazası barışın önünü açmış görünüyor. Resmi “pilotaj hatası” tezini paranteze alıp helikopter yolcularına bakıldığında, 10 Ulster Kraliyet Komiserliği (Kuzey İrlanda’nın İngiltere güdümlü güvenlik kuvvetleri) bürokratı, dokuz İngiliz ordu istihbarat subayı ve altı MI5 yöneticisi görülüyor. Kazadan hiçbiri sağ çıkmadı. Helikopterin üç pilotu da hayatını kaybetti. Şibumi romanındaki o unutulmaz sahne, bu nedenle tekrar akıllara geliyor.
Ölenlerden bazıları 1980’li yıllarda altı IRA şüphelisinin ev baskınlarıyla yargısız infazından sorumlu tutuluyordu. Kraliyet Komiserliği yetkilisi müteveffa İan Phoenix’in 1996’da yayınlanan günlüklerindeyse şöyle cümleler bulunuyor: “Yetkililer gereğini yapmaya izin verse IRA askeri açıdan yenilgiye uğratılabilir.” Kaza üzerine araştırma yapan akademisyen Sydney Elliott, şu sonuca varıyor: “Bu tür üst düzey istihbarat yetkililerinin kaybı, IRA’yla barış sürecinin devam etmesi yönündeki siyasi davayı garantilemeyi sağlamıştı.” 1994 Haziranında İngiltere’de bir “üst akıl” ne kadar savaş taraftarı yetkili ve etkili şahsiyet varsa aynı helikoptere bindirmiş. Ardından ülkeye barış gelmiş.
Reisi vakasında da aynı helikoptere birden fazla yüksek yetkili şahsiyet bindirilmiş olmasının böyle hayırlı bir sebebi olabilir mi? Zor ihtimal; ama imkânsız diyemeyiz.