Hangi birinden başlasak, öteki sırasını beklemekten çatlıyor ve illaki bir başka şeye dönüşüyor. Zaman dar, dünya dönüyor, insanlar durmadan hem ölüyor hem de öldürüyor. Arada yaşamın ağırlığı ve manası yer değiştirse de, yerinden kovulsa da ismi aynı kalıyor. Böylece herkesi herkese mecbur ve mahkûm bırakıyor. Ne de olsa makul davranmak dünyada, demode bir ısrar ve kimsenin kimseden mesul olmadığı bir esrar.
Sıfıra yaklaşmak, başlangıçlardan kaçmak, kimsenin merak etmediği bir gelecek ve artık bir daha gelmeyecek. Olasılıkların depreminde herkes tehlikede, tek başına bir yerde. Çoğalmanın telaşı yok olmanın eşiğini geçerken, bir melodram başlar ve herkes bildiklerini susar. Geç kalmış bir adımın gidecek bir yeri yok, dönecek yeri çok.
Ağır ithamlar altında kalmış ve yitmiş nice güzellikler şimdi sadece birilerinin rüyalarında. Hayat uyutuyor, uysallaştırıyor, müphem bir vakte kadar da oyalıyor. Yutkunmak abes, pes etmek serbest. İnsan istediği kadar yaşamıyor, istediği zaman da ölemiyor. Güç demişlerdi, en önce insanı, sonra da dünyayı zehirler.
Horlamalar, dışlamalar, öteye itmeler, çalım atmalar, çelme takmalar muhteşem ünlü davranışlar artık. Kabahatler bahaneler duvarını aşamıyor. Değişmek böyle bir şeydi, değiştirmek bu kadar da olabiliyordu. Histerik gülüşler, paranoyak düşüşler, şüpheli bir hayatın kapısından içeri girendir. Gelenlerle gidenlerin ahengi, korkutucu sesleri de dahil sıradan ve hep sonradan.
Olması gerekenlerin olmaması, olanların hayıflanması berbat bir kervanı gösteriyor ya da göç eden bir kuş sürüsünü. Bitenlerin yitenlere karıştığı bir mahşer kâbusunu göre göre uyanmanın dehşeti; her güne benziyor ve belki uzun bir çağ kadar. Elbette sonların ıslık sesleri, uzakların uğultusunu getirecekti. İnsan bazen sonların şahidi olma ayartmasında yeniliyor ve kayboluyor. Nicedir ve nedendir bilinmiyor.
Birçok şeyin faydasını kıskanan ve ona tuzaklar kuran insan, kırıldığı yerden kendine yine kıyıyor ve bu bir maharet sanılıyor. Zaten sanılanların ablukasında günler geçiyor, akşamlar iniyor kaç zamandır. Çağrılan değil, mümkünse sadece anılan olmanın hafifliği bizi bir yere götürmeyecek ve hiçbir şeyi bize getirmeyecek.
Bir lanet gibi nerelerden buralara sürüklendiğimiz hâlâ bir muamma ve ama akıbetini soran da meçhul. Bir ömür süren günler ve geceler her şeye teşne, herkese teşebbüs edecek kadar acele. Zekâda bela, duyguda mezar görünüyor; ufuklarımız talan edilmiş bir manzaraya seyirci. Habis kehanetler, hapis haysiyetler bir hassas terazide ölçülüyor ve ağırlığıyla herkesi eziyor.
Biteviye hüzünler, sarih bir biçimde üzüyor ve bizi bir başkası yapmaya tenezzül ediyor. Yine başlangıçlara tamah ediyoruz yeniden çünkü devam etmeye mecalimiz kalmadı. Her şey bitsin, sonu gelsin, sonrasız kalsın diye diye girdiğimiz matem, uzun mu uzun günleri ve acıları yanı başımıza getiriyor. O da gelsin, ne kaldıysa gelsin diye bir veryansın, tüm kulaklarda çınlayandır.
Vazgeçmenin gücü eskisi gibi hünerli değil çoktandır. Sırasız üzüntü nöbetleri, hassas kalplerin kırık parçaları toparlanma ve hiza bekliyor. Yeter ki başkasına sirayet etmesin diye bir nida duyurmuştu kendini ve dinletsin artık kendini. Bir başkası, başkasında bir, başka biri yaklaşacak ve yakınlaştıracak, biraz daha, biraz daha.
Haftanın kitap önerisi: William Saroyan, İnsanlık Komedisi / Çeviren: Beril Eyüboğlu, Aras Yayıncılık