Ana akım siyasetin ezberlerini bozarak, ezilen halklara ve kimliklere özgür siyaset imkanları yaratan “yeni yaşam siyaseti” tüm zorluklara rağmen kararlılıkla yolculuğunu sürdürüyor. Kürtlerden, sol-sosyalist hareket ve bireylerden oluşan bu dinamik en zor zamanlarda bile ilkelerden taviz vermeden yeni oyunlar kurarak siyasal öznelliğini güçlendirmeyi başardı. Solun tüm dünyada zayıfladığı bir eşikte HDK ile başlayan ve HDP ile yükselen bu siyasal hattın istikrarlı yürüyüşünün arka planında kendi öz gücüyle iş tutması var.
Uzun yürüyüş, beraberinde geniş bir meşruiyet yaratınca, bununla baş etmekte başarısız olan iktidar cephesi siyaseti adil olmayan ve kaba güçle sonuç almayı hedefleyen bir oyuna dönüştürdü. Gezi ve Kobane davaları bu oyunun en sert periyotlarıdır. Oyunun kuralları doğrultusunda devlet ve iktidar 2015’ten bu yana Kürt hareketinin ve dostlarının inşa ettiği meşru mevzilere müdahale ediyor. Müdahalelerin ana üssü Gezi ve Kobane süreçleridir.
İktidarın yeni oyununa göre Gezi ve Kobane’de ortaya çıkan meşruiyet manipüle edilmeli, Gezi ve Kobane suçlulaştırılmalıydı. Bu işin en maliyetsiz yolu iki sürecin resmi ideolojinin hassasiyetleri doğrultusunda milli menfaatleri riske atan olaylar olarak kodlanmasından geçmekteydi. Böylece savaşa, otoriterliğe, eşitsizliğe ve ranta yönelik toplumsal itirazlar; ülkeyi yıkma, bölme, parçalama şeklinde etiketlendi. Akabinde salt farklı bir siyaset yolu izledikleri için yasalarla kurulmuş rakip siyasi partinin eş başkanları başta olmak üzere onlarca siyasetçi ve aktiviste büyük cezalar kesildi.
Başından bu yana iktidarın ajandasında protestoların önlenmesinden öte Gezi ve Kobane direnişlerinden topluma bulaşan cesaret ve aklın bir şekilde kırıma uğratılması vardı. Haliyle Gezi ve Kobane süreçlerine yapılan müdahalelerin ideolojik boyutları göz ardı edilmemelidir.
Yasa yoluyla meşru bir olguyu suçlulaştırmak tarih boyunca egemenin ezileni alt etme tekniklerinin başında gelmektedir. Egemen, ezilenin en masumane yaşam arayışını bile yasaları manipüle ederek suç nesnesi haline getirmekte pek mahirdir. Fakat egemen-ezilen diyalektiği salt güçlü olanın belirlediği yasalar çerçevesinde anlaşılamaz. Bu diyalektik günün birinde mutlaka meşruiyet ekseninde okunur ve ahlaki-vicdani duruşlarla mesele toplumsallaşır. Egemeni en çok tedirgin eden risk, ezilenin meşruiyeti inşa etmede aldığı bu mesafedir.
Şunu görmemiz gerekir: Tarihsel deneyimlerde olduğu gibi, meşru olanı alt etmeye çalışan her norm, tedricen norm olmaktan çıkar. Türkiye’nin yüz yıldır türbülanstan, demokrasi krizlerinden çıkamamasının asıl nedeni normların çıplak devlet şiddetini arkasına alarak toplulukların meşruluğuna karşı inşa edilmiş olmasıdır. Çıplak güç ile toplulukların meşru itirazlarını bastırmak kısa vadede müesses nizamı ayakta tutmuş olsa da zaman içinde ezilenin meşruluğu çok daha güçlenerek geri gelmiş ve egemenin normunun karşısına yeniden dikilmiştir. Gezi ve Kobane’nin hakikati böyle okunabilir. Kürt hakikati hakeza böyle bir egemenlik inşasından kaynağını almaktadır.
İktidar, yasaları manipüle ederek yeni yaşam siyasetini durdurmaya çalıştıkça direnişin meşruiyeti güçlenmiş, yasanın meşruiyeti zayıflamıştır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu bağlamda Gezi ve Kobane duruşu yeni yaşam üzerinde kurulan kuşatmayı yarmıştır. Önce Gezi tutsakları, şimdi de Selahattin ve Figen başkan başta olmak üzere Kobane davasında yargılanan tüm siyasetçilerin soğukkanlı duruşları ve güçlü savunmaları Gezi-Kobane duruşunun ana sütunlarını oluşturmaktadır.
Kuşatmayı yarmanın arka planında bir avuç insanın korkunç emeği, çabası ve kararlılığı vardır. Toplum bu duruşa tanıklık etti ve verilen cezaları meşru bulmadı. Gezi ve Kobane davalarında verilen cezalar sadece Kürtlerin ve sosyalistlerin vicdanında değil ırkçılık ve milliyetçilik ile zehirlenen dar bir çevre dışında tüm Türkiye toplumunun vicdanında mahkum edildi. İktidar cenahı davanın toplumda rahatsızlık uyandırdığını görmüş olacak ki Erdoğan önceki gün yaptığı konuşmada bir kez daha yargının yardımına koşarak kararı politik söylemlerle pekiştirme ihtiyacı duydu.
Böyle zamanları aşmak kolay olmuyor. Politik duruşun kaynağında acımasız baskılara karşı yaşamını set haline getirerek sert darbelere maruz kalanların direnci var. Bedel ödeyen, dik duran ama sonuç itibariyle etten, kemikten ve duygulardan oluşan insanlardan bahsediyoruz. Bu nedenle zaman zaman ortaya çıkan iç öfkeyi doğru okumak gerekir. Yolculuğun her aşaması yolculara yaralarıyla birlikte yaşamasını öğretmiş olabilir. Acıya karşı devrimci bir tevazu gelişmiş olabilir. Fakat güçlü iradeye rağmen bu uzun ve zor yolculukta insanlar kırılabilir, yanlış ve eksik yapabilir, söz anlaşılmayabilir, manipüle edilebilir, abartılabilir. Tüm bunlar işin doğasında vardır. Sahi incinmeyen kaldı mı ki bu yolculukta? Buna rağmen yürüyebilme onurunu koruyarak yola devam etmeyi başarabilmek yolu ve yolcuları diğerlerinden farklı kılan temel özelliklerin başında gelmektedir.
Tüm zorluklarla birlikte yeni yaşam siyasetine her zamankinden daha fazla haklı ve meşru bir mücadele alanı açılmıştır. Gezi ve Kobane duruşu ve bu süreçlerin meşru talepleri Üçüncü Yol dinamiklerine her zamankinden daha fazla birleşik mücadeleyi güçlendirme sorumluluğu yüklemiştir.
Maalesef sistem, hapishaneleri ve tutsaklığı giderek normalleştiriyor. Bu sistemik normalliğe karşı öncelikle tutsak edilen siyasetçi ve aktivistlerin her an hatırlanabileceği demokratik yollarla hakikati gündelik yaşam akışının bir parçası haline getirmek önemli. Tutsaklar ve davalar üzerinden parçalı bakış açıları kurmak yerine, bütüncül bir perspektifle meseleye bakarak en kısa zamanda tutsakların özgürleşmesini sağlayabilmek dışarda kalanların görevi.