Amed’de gerçekleşen Ekoloji Birliği Konferansı’nda yapılan tartışmaları ilişkin Leyla Çite değerlendirdi.Leyla Çite, “İktidar Kurdistan’da ‘güvenlik’ adı altında sürdürdüğü eko-kırımı her yerde şirket ve sermaye çıkarı adına gerçekleştiriyor” dedi
Ekoloji örgütlerinden 86’sının birleşerek oluşturduğu Ekoloji Birliği, iktidarın inşaat, baraj ve maden işletmeleri izinleriyle ortaya çıkan ekolojik tahribatlarına karşı yeni bir mücadele hattını belirlemek için her yıl bir araya gelerek gerçekleştirdiği konferans, bu yıl da geçtiğimiz hafta Amed’de Sezai Karakoç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. AKP ve MHP iktidarının yıllardır büyük bir ekoloji tahribatı yaptığı buna karşılık da tahribatların olduğu yerlerde de büyük direnişlerin sergilendiği dile getirilirken, konferansta mücadelenin büyüyerek devam edeceği belirtildi. Amed Ekoloji Derneği’nden ekoloji aktivisti Leyla Çite yaptıkları konferans ve tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Ortak mücadele için birlikteyiz
Her yıl yapılan konferansı bu yıl Amed’deki eko-kırıma dikkat çekmek için yaptıklarını ifade eden Leyla Çite, “Ekoloji Birliği’nin her yıl düzenlediği konferans geçen hafta Amed’de düzenlendi. Ekoloji Birliği 80’den fazla ekoloji örgütünün dahil olduğu Türkiye kanadının Ekoloji Birliğidir. Biz de Mezopotamya Ekoloji Birliği çatısına bağlı olarak bu birliğin bileşenleri arasındayız. Bu yıl bizler Amed’deki hem eko-kırıma dikkat çekmek hem de Türkiye’deki eko-kırımı gündemleştirmek adına Amed Ekoloji Derneği’nin ev sahipliğinde bölgede yapılmasını ve Türkiye’deki ekolojistlerin de buraya gelerek yereldeki ekolojik mücadeleleri nasıl ortaklaştıracağımızı konuşmayı önermiştik ve konferans bu yıl Amed’de gerçekleştirildi” dedi.
Devlet şirket elele
Gerçekleştirilen konferansın içeriğinden bahseden Leyla Çite, “Katılan ekoloji dernekleri, örgütleri aslında kendi yerellerdeki ekolojik sorunlardan, eko-kırım gündemlerinden bahsetti. Hepsi söz hakkı aldığında gördük ki maden faaliyetlerinden petrol arama faaliyetlerine, Hidro Elektrik Santrallerinden (HES) Güneş Enerji Santrallerine (GES), diğer bütün doğa sömürü alanlarında, aslında pek çok yerde hem egemen iktidar anlayışının hem de şirket anlayışının ortaklığında bir doğa sömürüsünün olduğunu gördük” dedi.
Yaşamın tümü tehlike altında
Çite, son zamanlarda doğaya şirket ve devlet ortaklığıyla yönelen büyük bir sömürü mekanizması bulunduğunu ve bunun örnekleriyle çokça karşılaşıldığını söyledi. Leyla, şunları belirtti: “Hiçbir denetim mekanizması olmadan köylerde diledikçe petrol ve maden arama çalışmaları yaptıklarını ve bu petrol arama çalışmalarında aslında kullanılan kimyasal sıvılar ve yer altına gönderilen kimyasal maddeler çok büyük yoğunlukta. Hem su kaynaklarına hem havaya hem de toprağa zararlar verilirken, yaşamın tümü tehlike altında.”
Güvenlik çemberinde yağma
Türkiye’deki eko-kırımın şirket ve sermaye eliyle sürerken, Kurdistan’daki eko-kırım ise ‘güvenlik’ adı altında özel savaş politikalarıyla insanlara yasaklanan bölgelerde sürdürülmekte. Bu duruma dikkat çeken Çite, “Türkiye kanadında ekoloji örgütleri kendilerinin de artık ekolojist kimlikleriyle biraz devletin karşısında sert bir müdahale ile karşılaştıklarını jandarma, polis ve asker müdahaleleriyle karşılaştıklarını dile getirdiler. Fakat tabi ki de bu şiddet on yıllardır Kürt bölgelerinde insanların yüz yüze kaldığı şiddetle kıyaslanabilecek ölçüde değil. Bizler gördük ki yaşam savunucuları, ekolojist olarak mücadele veren kişiler eğer sermaye ve çıkarının karşısında bir yerdeyse devlet tarafından bir düşman kimlikle ifade ediliyor ve kriminalize ediliyor” dedi.
Kazanım birleşik mücadelede
Konferansta söz aldıklarında Cudi’deki orman yakmalarında ya da Şirnex’teki (Şırnak) eko-kırımlarda bölgedeki ekolojistlerin yalnızlaştırıldığını ve Türkiye’deki direnişler kadar gündemde kalmadığını dile getirdiklerini söyleyen Leyla Çite şunları belirtti: “Bu anlamda her bir ekoloji mücadelesinin de değerli olduğunu ve tamamen bütünlüklü bir mücadele hattı örülmeden kazanmanın mümkün olmadığını söyledik. Tabi ki bu eleştiriler haklı bulunarak bundan sonra sadece Türkiye’de değil dünyadaki tüm yaşam savunucularının belki de her anlamda meclisleşerek, birleşerek eko-kırım neredeyse orada bir araya gelmek, birlikte refleks göstermek, mücadele etmek gibi bir eylem pratiğinin olması gerektiğini daha çok yerel mücadelelerle ortaklaşmak gerektiğine dair herkes hem fikir oldu.”
Haber: Pelşin Çetinkaya – Amed / JINNEWS