Birileri ‘Kobanê davasında’ alınan kararlara şaşırmış görünüyor. Halbuki şaşılacak bir durum yoktu. Kobanê davasından ne karar çıkacağı, birkaç gün öncesinde PKK Lideri Abdullah Öcalan hakkında alınan karar ile belli olmuştu. Neydi o karar? Güya! Sayın Öcalan ‘disiplin cezası’ işlediği için 3 ay daha aile görüşünden mahrum bırakılmıştı. Bilindiği üzere, Abdullah Öcalan 38 aydır ailesi ve avukatları dahil olmak üzere dışarı ile hiçbir biçimde iletişim kuramıyor.
Açık ki, mevcut durum sadece dönemsel bir politikanın yansıması değil. Çokça değerlendirildiği üzere, Türk devlet aklı PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası hukuktan gelen haklarını kullanmaması için planlı bir biçimde ‘disiplin cezaları’ veriyor ve bu sayede Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün önüne geçmek istiyor. Malum TC’yi de bağlayan Avrupa hukukuna göre 25 yılını cezaevinde geçiren bir hükümlünün durumu yeniden değerlendirme konusu yapılıyor ve özgürlüğüne giden yol kısalıyor. İşte! Faşist iktidar bu gerçeği bildiğinden ve ortakları ile İmralı’da inşa edilen sistem konusunda hemfikir olduğundan kaynaklı, suçlarına kılıf bulmakta zorlanmıyor ve adeta herkesle dalga geçercesine hareket etmeyi sürdürüyor. Öyle ki, AKP’li Adalet Bakanı’na göre, İmralı’da herhangi bir sorun da yok, tecrit de yok.
Hal böyleyken ‘Kobanê davasında neden bu kararlar çıktı, hani siyasette yumuşama dönemine girilecekti’ demek mevcut gerçeği görmemek oluyor. Açık ki, Kürtlerin yıllardır dile getirdiği ‘İmralı’daki tecrit tüm ülkenin tecrit altına alınmasıdır’ sözü bir kez daha ispatlanıyor, ikisinin etle tırnak gibi birbirine bağlı olduğu daha fazla görülüyor.
Ülkede ikili bir yönetimin olmadığını, hatta tek adam rejiminin günbegün inşa edildiğini biliyoruz. Haliyle alınan kararlar da birbirini tamamlıyor, aynı zihniyetin tezahürü oluyor. İmralı’da tam bir işkence ve soykırım sistemini hayata geçiren iktidarın Kobanê davası gibi ülkenin temel muhalefet dinamiğini tasfiye etmeyi amaçlayan siyasi soykırım davasında farklı karar vermesi ihtimal dahilinde değil. Aynı akıl aynı kararı veriyor.
Sözün kısası, Kobanê davasından çıkan karara şaşıranların ya da buna itiraz edenlerin öncelikle dönüp İmralı’ya bakması gerekiyor. İmralı’da tarihte eşi benzeri bulunmayan bir işkence ve soykırım sistemi yürürlükteyken, Sayın Öcalan’ın dış dünya ile iletişimi tümden ortadan kaldırılmışken Kobanê davasından niye böyle bir karar çıktı demek abesle iştigal.
Açık ki, hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün İmralı ile ülkenin kaderi birleşmiş durumda. Birileri görmese de görmek istemese de vaziyet budur.
O halde, yapılması gerekenler bellidir. Kobanê davasından çıkan karardan rahatsız olanlar, böylesi kararlarla geleceklerinin karartılmasını istemeyenler öncelikle İmralı’daki mevcut rejimi değiştirme-yıkma yoluna gidecek, bunun için esaslı bir mücadeleye girişecek. Kuşkusuz, bunu sadece Kürtler, Sayın Öcalan ile gönül bağı olanlar yapmayacak. Kendisine demokratım- yurtseverim diyen herkes yapacak. Mesela HDP’lisi kadar CHP’lisi de yapacak. Söylenenlere bakılırsa CHP yönetimi de Kobanê davasından çıkan kararı kabul etmiyor. Hiç şüphe yok ki, eğer CHP bu konuda samimiyse itirazını İmralı üzerinden gündemleştirecek, başta İmralı’daki durumu kabul etmediğini dile getirecek. İmralı konusunda adeta üç maymunları oynayıp Kobanê davası üzerinden demokrasi havariliğine soyunmak, böyle bir görüntü vermeye çalışmak inandırıcı olmayacaktır.
Hani denir ya, zaten CHP’nin sicili kabarık. İşte son günlerin diğer bir gündemi de 28 Şubatçı generallere çıkarılan af oluyor. Ne oldu, kapalı kapılar ardında hangi pazarlıklar yapıldı da bunlar bırakıldı, elbette bilmiyoruz. Fakat tüm bunların Erdoğan ile uzlaşı sonucu geliştiği aşikâr. O Erdoğan ki, CHP’lilere göre de tek adam rejimi inşa ediyordu, ülkede diktatöryal bir yönetim geliştiriyordu. Doğal olarak soruluyor! Ne oldu, hangi konularda anlaşma sağlandı da böyle bir sonuç ortaya çıktı. Bu generalleri Erdoğan hayrına bırakmadığına göre neye karşılık bırakıldılar, bu pazarlıkların bir tarafında Kürde karşı yürütülen savaşa destek verme, o da olmazsa sessiz kalma var mı? Bütün bunlar tartışılıyor, konuşuluyor ve muhatapların da cevap vermesi bekleniyor.
Özcesi, ülkedeki siyasal atmosferi değerlendirirken görünenler kadar perde gerisindekilere de bakmak ve buna göre pozisyon almak hayati rol oynuyor. AKP-MHP iktidarının tam bir özel savaş yönetimi gibi hareket ettiği, tüm işleri bu temelde yürüttüğünü zaten biliyoruz. Kobanê davasında alınan kararlar ile de özünde gündemin saptırılmak istendiği, İmralı üzerinden başlayan tartışmalara müdahale edildiği açıktır.
Hiç kuşku yok ki, İmralı’yı değil Kobanê’yi tartışın, Sayın Öcalan’ı değil HDP’li siyasetçileri tartışın denilmektedir. Başka bir ifadeyle nedenlerle değil sonuçlarla uğraşın denilmekte, bu sayede hem devrimci demokratik muhalefet parçalanmak hem de mücadelenin odak noktası görünmez kılınmak istenmektedir.
Açık ki, asıl mesele İmralı’daki durumdur, orada inşa edilen soykırım sistemidir, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın mutlak tecrit altında tutulmasıdır. Dolayısıyla eğer bir çözüm olacak, inşası süren diktatöryal rejim engellenecek, ülkenin yarınlarda rahat bir nefes alması sağlanacaksa, öncelikle İmralı’da oluşturulan sistemi parçalamak, İmralı kapılarını sonuna kadar açmak gerekiyor. İmralı’da mevcut rejim sürdükçe daha çok Kobanê davası göreceğimiz, daha fazla siyasetçinin tutuklanmasına tanık olacağımız aşikardır. Dolayısıyla asıl düğüme odaklanmak, İmralı’ya odaklanmak, oradan çıkış yaparak tüm ülkede yeni bir günü inşa etmek olmazsa olmazdır.