Rüzgâr gülünde hiçbir değişiklik yokken bir süredir Türkiye’de yumuşama havaları estiriliyor. Sanki bir şeyler değişiyor veya değişecekmiş gibi bir izlenim veriliyor. Seçimlerden henüz birinci parti olarak çıkan CHP de bu havaya kapılınca bu yönlü algılar pekiştirildi. Öyle ki, bu hava demokratik siyaset alanını dahi etkiledi. Gerçekten böyle olsaydı değişim görece rahat olurdu. Fakat gerçekliğin böyle olmadığı ve olmayacağı Kobani kumpas davasında verilen kararla netleşmiş oldu. Bundan sonra CHP eski tutumunu sürdürür mü, yoksa bundan vazgeçip toplumun ve demokratik güçlerin yanında mı yer alır, bilinmez; fakat CHP bunu sürdürürse 22 yıldır AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a koltuk değneği olmaya devam edeceği anlamına gelir. Bu iyi bir durum olmasa da olanın farkına varılmasını sağlaması bakımından olumludur. Eğer Kobani davası kararları olmasaydı bunu bu netlikte belirtmek daha zor olurdu. İkna taşımız bu kadar ışıldamazdı. Zaten Kobani davasının en önemli sonucu budur. Belirtildiği gibi Türkiye’nin ve iktidarın yönünü belirlemiştir. Daha doğrusu yönünün ne tarafa olduğunu netleştirmiştir. Bu yön Kürt inkarına ve soykırımına dayalı siyasetin devamıdır, işte bunu açığa çıkarıp görünür kılmıştır. Bunun diğer bir anlamı Türkiye’de mevcut gidişatın değişmeyeceğidir. Yani, ülkenin ve toplumun içerisinde bulunduğu durum daha da derinleşecek. Bunun hem devlet hem de toplum açısından yıkımla sonuçlanacağını ön görmek artık zor değildir. Zira amiyane tabirle AKP ve Tayyip Erdoğan’ın kurduğu düzen dökülmektedir. Ne devletin ne de toplumun bunu daha fazla kaldırması olası değildir.
Tam da bunu gördüğünden dolayı Tayyip Erdoğan söylem değişikliğine gitmiştir. AKP ve Tayyip Erdoğan yumuşama söylemiyle ve muhalefetle uzlaşma görüntüsüyle var olan politikaları sürdürme yoluna başvurmuştur. Bunun böyle olduğu Kürtlere olan yaklaşımla anlaşılmaktadır. Türkiye’de değişimin mihenk taşı hiç şüphesiz Kürtlerdir. Kürtlere, Kürt sorununa yaklaşım değişmeden değişimden bahsetmek ancak bir aldatmaca olabilir. Bunu yapanlar yalancılardır ve ilk yalancılar da AKP ve Tayyip Erdoğan değildirler. Bugüne kadar niceleri gelip geçmiştir. Fakat şüphesiz en büyük yalancı AKP ve Tayyip Erdoğan olmuştur. Bu haklarını teslim etmek gerekir. Çünkü Kürt meselesini en çok istismar edip yararlananlar ve şimdi de Kürtlere en çok zulüm edenler onlar olmuştur. Fakat gel gör ki bunca şeye rağmen hala bu gerçeği derinlemesine anlamama durumları, sanki politika değişikliği varmış veya olabilecekmiş gibi yaklaşımlar da olabilmektedir. Bu en hafif deyimle safdilliktir. CHP’nin tutumundan çok bu yaklaşımın olması mücadeleye zarar veriyor. Dolayısıyla esas olarak bunun düzelmesi ve değişmesi gerekir.
Eğer seçimler bir dönüm noktasıysa, seçimlerden sonra AKP ve Tayyip Erdoğan’ın Kürtlere yaklaşımı Kobani davasından önce daha Van’a kayyım atama meselesinde ortaya çıkmıştır. Hepimiz iyi biliyoruz ki eğer Van’da halkın direnişi ve demokrasi güçlerinin de buna güçlü sahip çıkışı olmasaydı önce Van’a ve akabinde bütün Kürt kentlerine kayyumlar atanacaktı. Sonrasında da AKP-MHP iktidarı kendi planlarını tek taraflı devreye koyacaktı. Böyle bir plan olduğunu tahmin etmek güç değildir. Savaş ve çatışma tırmandırılarak Türkiye toplumu zapturapt altına alınacaktı. Fakat Kürt halkının Van’da sergilediği direniş bu planları bozdu. İktidar daha büyük sonuçlarla karşılaşmadan geri adım attı ve planını ötelemek durumunda kaldı. Çünkü tepki sadece Van’da değil, bütün Kürt toplumunda gelişmişti. Bu politikanın sürdürülmesi durumunda büyük toplumsal patlama kaçınılmaz olacaktı. Bu sadece Kürdistan’la da sınırlı kalmayacak, Türkiye’ye ve metropollere de yansıyacaktı. Belki de Gezi sürecinden çok daha büyük bir süreç gelişecekti. Gezi direnişi hem yeterince genelleşemedi hem de ağırlıklı olarak Batı’yla sınırlı kaldı. Fakat şimdi hem Kürt halkı hem de Türkiye toplumu tarafından olumsuzlukların kaynağı AKP-MHP iktidarı olarak görülmektedir. Gerçekten de en az Kürtler kadar Türkiye toplumu da AKP-MHP iktidarının politikalarından zarar görmüş ve bundan dolayı da iktidara öfkelidir. Şimdi hamasi söylemlerle, özel savaş yöntemleriyle rıza üretilmeye çalışılıyor; fakat bunda başarılı olmak sanıldığından çok daha zordur. Zira hem içte hem dışta durum içler acısıdır. Devlet adeta tehditlerle yönetiliyor. Toplum ise yıkıma terk edilmiş. Ortalıkta dolaştırılan kurtarma stratejilerinin herhangi ciddi bir tarafı yoktur. Ülkeyi ve toplumu bu noktaya getiren ise Kürt inkarına dayalı savaş politikalarıdır. Toplumu yıkıma, devleti de iflasa götüren bu politikadır. Örneğin bunun eskisi gibi olamayacağı Van’da ortaya çıkmıştır. Van, AKP-MHP iktidarı için bir kırılma noktasıdır.
Tayyip Erdoğan’ın “yumuşama” söylemine başvurmasının iki nedeni vardır. Birincisi Van’da açığa çıkan durumun üstünü örtmektir. İktidarın Kürtler üzerinden sürece nasıl yaklaştığı, neler planladığı Van’da açıkça ortaya çıktı. Toplumun ezici çoğunluğu bunun sadece Kürtlerin zararına olmayacağını, Türkiye’nin de hayrına olmadığını anlamakta güçlük çekmemiş ve bunu devlete ve iktidara yansıtmıştır. Zaten yerel seçimlerde Türkiye toplumu Kürt inkarına ve soykırımına dayalı politikaları benimsemediğini, bunu doğru ve yararlı görmediğini ortaya koymuştur. İktidar toplumun bu tutumunun ciddi olduğunu Van’daki durumda anladı. Tabi gerçek niyeti açığa çıktıktan ve yenilgi yaşadıktan sonra. Bundan önce iktidar hala tuttuğumu keserim edasıyla hareket ediyordu. İkincisi, Tayyip Erdoğan’ın eskisi gibi tek taraflı olarak planını yürütemeyeceğini görmesidir. Şimdiye kadar MHP’yle birlikte ve devlet gücüne dayanarak Kürt karşıtı plan uygulanageliyordu. Fakat seçimden sonra bunun artık olamayacağı ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan yumuşama söylemiyle seçimden birinci parti olarak çıkan CHP’yi yanına çekerek bu durumu aşmayı amaçlamıştır. İşte yumuşama söyleminin altında yatan temel iki neden budur. Görüldüğü gibi bu son derece sinsi ve tehlikeli bir yöntemdir. CHP’nin seçimlerde elde ettiği gücü ve meşruiyeti Kürtlere karşı kullanmayı amaçlıyor. Devletçilik ve milliyetçilik kodları üzerinden AKP-MHP ittifakına CHP eklemlenerek AKP-MHP politikaları sürdürülmek isteniyor. AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki proje budur.
CHP buna gelir mi diye sorulabilir. Böyle bir umut görüyor olmalılar ki buna yelteniyorlar. Şimdiye kadar CHP’nin ve Özgür Özel’in çizdiği tablo kaygıları artırmaktadır. Fakat bundan da öte, demokratik siyasetin ve demokrasi güçlerinin nasıl yaklaştığı önemlidir. Eğer CHP hatadan alıkonacaksa bu demokrasi güçlerinin geliştirecekleri ittifak ve mücadeleyle olabilir. Bu olmadan CHP’den doğru tutumları beklemek gerçekçi değildir. Kobani davası kararları sonrası yapılan ortak açıklamada demokrasi güçleri böyle bir tutumu ortaya koydular. Bu tutum son derece önemlidir. Fakat bunun söylemde kalmaması, pratikleşmesi gerekir. Bu olursa, Kürtler ile Türkiye demokrasi güçlerinin güçlü ittifakı gelişirse Tayyip Erdoğan’ın “yumuşama” taktiğiyle Kürtler ile Türkiye’yi birbirinden koparma ve Türkiye’yi Kürtlerin üzerine sürme planı boşa çıkmış olur. Çünkü bu taktiğin özünde bu vardır. Kobani davasıyla Kürt siyasetçilere ağır cezalar verilirken 28 Şubat sürecinin generallerini serbest bırakarak Türkiye cephesini hoş tutmaya çalışması bu niyetledir. Bunu bozacak ve CHP’yi de buna düşmekten alıkoyacak olan Kürtler ile demokrasi güçlerinin güçlü birleşik mücadelesidir.
Son olarak şunu da belirterek bitirelim. Seçimden önce Tayyip Erdoğan’ın çözüm iradesi olabileceği söylenmişti. Şimdi seçimden sonra da bu söylem sürdürülüyor. Herhalde böyle söylenerek AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın MHP’den uzaklaşacağı ve bunun olumlu olacağı düşünülüyor. Fakat bu düşünce gerçekçi olmadığı gibi, son derece tehlikeli ve zararlıdır. Toplumda beklenti yaratarak mücadele azmini gevşetiyor. Böylece Tayyip Erdoğan’ın geliştirmek istediği imaja ve plana katkı yapıyor. Bu fikir güce yanlış yaklaşımdan ileri gelmektedir. Tayyip Erdoğan iktidar olmakla, devlet gücünü elinde bulundurmakla güçlü görünüyor. Bu maddi bir güç olabilir. Fakat böyle bir güç demokratik irade olamaz. Güç, demokratik iradededir ve bu irade de halktır. İrade olmayı maddi güçte değil, halkın demokratik iradesinde, yani mücadelede görmek gerekir. Hele ki söz konusu olan Kürt sorunu oldu mu, bu gerçeklik daha fazla geçerlilik kazanıyor. Kürt sorunu gibi bir sorunun çözümü derin bir demokratik bilinç gerektirir. Bu bilince sahip olan aktörler irade olabilir, sorunun çözümüne katkı yapabilir. Tayyip Erdoğan gibi pragmatik kişiliklerin üstesinden geleceği bir iş değildir. Pragmatik karakterinden dolayı Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözebileceğini düşünmek kesinlikle Kürt sorununun karakterini anlamamaktır.