Özgürlüklerin yılmaz savunucusu, başta Kürt halkı olmak üzere yoksul halkların onuru ve gururu Selahattin Demirtaş ve 36 yoldaşı hakkında başlatılan cadı avının gerekçesi, Kobanê’ye destek eylemlerinde Yasin Börü ve üç arkadaşının ölümüne sebep olmak olarak gösterilmişti. Yapılan bu iftiradan dolayı dava açılan herkese beraat verilirken, “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma” adı altında cezalar yağdırıldı. Sevgili Demirtaş’a ise en yüksek ceza uygun görülüp 43 yıl hapis cezası verildi.
Karadeniz’de yağma yolu olan ancak ‘yeşil yol’ olarak lanse edilen ve dağları yara yara ilerleyen yola karşı direnen Havva Ana’nın sözleri ‘devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma’ iddiasına en iyi yanıtlardan birisiydi; “Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, Kaymakam kim? Ben, ben, ben, halkım ben. Devlet kim?”
Türkiye’de muktedirlerin ‘Devlet kim’ sorusuna verdiği yanıt, o güzelim insanlara verilen on yıllarca cezada ortaya çıkarken, aynı gün darbeci diye tutukladıkları eski generallere Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen serbest bırakma kararı devletin nasıl bir kumpas içinde yenilenen sömürü ve baskı koalisyonunun hayata geçirildiğini ortaya koymakta.
Saldırılara karşı Havva Ana’nın verdiği yanıt ne kadar değerliyse Selahattin Demirtaş’ın ortaya koyduğu direniş ve sözler de o kadar değerli. Demirtaş’ın Kobanê kumpas davasında, “Kararı yüzümüze okuyamayacaksınız” sözleri devletin yüzüne indirilmiş güçlü bir tokat. Demirtaş’ın, “Ölürsem vasiyetimdir, tabutumu dik çıkarın o cezaevi kapısından. Ölü bedenim bile boyun eğmesin onlara” ifadeleri ise yolumuzu aydınlatmakta.
22 yıllık AKP iktidarı, sermayenin en azgın ve insanlık dışı yöntemleriyle yaşama yönelik saldırıları organize etti. Kobanê için düştü düşüyor açıklamalarıyla IŞİD katliamlarının açık destekçisi olduklarını ortaya koymaktan çekinmediler. Bütün dünya, verilen mahkeme kararı sonrası, Türkiye’de kim ‘ak’ kim ‘kara’ çok net olarak gördü.
Gezi davasında Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya verilen 18’er yıl hapis cezasının onaylanması iktidarın, Kobanê davasında ortaya koyacağı politikaların açık göstergesiydi. Önümüzdeki süreçte çok daha yoğun bir baskı ve açık faşizm uygulamalarına geçileceği ve bununla birlikte savaş politikalarının derinleştirileceği anlaşılabilmekte.
Onlar korkuyor, ancak sadece AKP iktidarı değil korkan, bu güne kadar Kürde, işçiye, köylüye, emekçi halklara ve doğaya saldıran ve onların kanı üzerinden beslenenlerin tamamı çok korkuyor. Toplumu devletin yanında hizalamanın en önemli kaldıracı bir düşman yaratarak o düşman üzerinden halkta sömürü ve baskı için rıza üretmek başlıca hedefleri. Bugün devletin düşman olarak göstermeye çalıştığı kesim Kürtler ve onların siyasi temsilcileri olarak öne çıkmakta.
Alman rahip Martin Niemöller’i yeniden hatırlamak gerekiyor. Niemöller; “Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Katolik değildim ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.”
Bugün yaşadığımız süreç ne kadar da çok o günlere benziyor değil mi? Havva Ana bir Kürt değil, bu yazıyı okuyan birçok insan da Kürt değil ama devlet aynı devlet. Uzun yıllar Kürt halkına uygulanan baskı ve terör, sistemden beslenen TV kanallarında ve gazetelerinde hiçbir zaman görülmedi, gerçekler ise ters yüz edilerek sunuldu. Halklar arasına düşmanlık tohumları ekilmek istenirken, yaşam dayanılmaz hale getirildi. Binlerce Kürt emekçisi ve devrimcisi işkencelerden geçirilerek boyun eğdirilmeye çalışıldı. Ancak başaramadılar.
Bugün hepimizin sorması gerek en önemli soru Havva Ana’nın sorusudur: Devlet kim?