Hiçliğin bizi sürüklediği kıyılar ve uçurumlar belki de uzak düştüğümüz evimizdir; içinde doğup büyüdüğümüz, sonra da sürgün olup kaybolduğumuz. Bir kelimenin, bir cümlenin ya da koca bir kitabın içine sığabiliriz, orada okunup başkasının zihninde yeni bir yer edinebiliriz. Hayat sırları sever, sınırları kendine çeker; sevgi insanı hiç eder.
Eşyanın tabiatı metamorfoza uğradı, tabiat eşya oldu. Neyi beklediysek gelmedi, kimi özlediysek dönmedi. Haklı olmanın eskiden bir rengi vardı. Artık her renk birbirini siliyor. Zamanlar sınandı, mekânlar zannedildi ve her şey bulutsuz bir gökyüzü gibi görünmeye başladı. Alkış tufanı yerini azarlama merasimine bıraktı.
Sevinç çağı geçmişte kalmakta ısrar ediyor, şimdiye ceza gibi bakıyor, içten içe sırıtıyor da. Biliyoruz, biz buna müstahak bir dünya yarattık ve içinde yaşamaktan hiç çekinmedik. Korkunun bir adı, bir hikâyesi, bir başkasına değen yanları vardı. Hepsini tane tane yitirdik. Medet ummak tarihe karıştı, bir sayfadır; isteyen döne döne okumaya devam eder.
Umutları uçurtma yapıp gökte izleme keyfi diye bir bakış vardı. Sadece duyuluyor yıllardır, öyle bir şey vardı diye, rivayet yerine. Yok olan ne çok şey var her yerde ve bizim gördüklerimiz ne kadar da yabancı hepsine. Sırasız bir unutuluş kervanı, anımsanmayan bir rüyanın en güzel yeri, mevsimsiz bir serinlik; eskidendi ve çok çok eskiden diye bir kehanetin sık sık kendini duyurması geldi çan çaldı bizim için.
Bazı şeylerin sonrası yok. O anın içinde her şey ya hapis kalır ya da gömülür. Issızlık sarmış her bir tarafı, çöl yalnızlığı, dağ başı tenhalığı, herkes bundan muzdarip. Övünmenin sabrı, yerinmenin iştahı insanı kendi içinde sorguya alıyor. Bundan olsa gerek; yağmurlu sabahlar, karlı akşamlar, sıcak günler, serin geceler hep yaşadığımızdır, belki de birer tesellidir.
Sızlayan yerlerimizden sızan ne varsa hayata karışıyor, başkasıyla karşılaşıyor ve en olmadık yer ve zamanda bizi karşılıyor. Kaybettiklerimiz, kavuşamadıklarımız, özlediklerimiz hizaya girmiş de bizi çağırıyor sanki bazı günler. Biz o günlerin ertesi gününün olacağını umma telaşından unutma kervanına giriyoruz.
Hayret etmenin zamanı geçti; bize zamanların ötesi gerek. Mümkünlerin kıyıları işgal edildi; bize uçurumlar gerek. Bilmenin cazibesi kaybedildi; bize boşluklar gerek. Yürümenin endamı görünmez oldu; bize yol açmak gerek. Zaten bize bu uğursuz çağda neler neler gerek; hepsine yeni isimler de bulmak gerek.
Serzenişler, hayal kırıklığı, halden düşmeler, düşüşler ardı ardına sıralanıp bizi birer kuyuya atıyor. Görünen gökyüzü, saklanan yeryüzü artık başka dünyalara kaldı ve başka gözlere. Öyle bir üzünç noktası herkesi merkezine alıp sıraya dizdi. Artık birileri gelsin halsizliğimize yeni isimler hatta lakaplar bulsun. Bu hayat, burada yaşayanlara müstahaktır diye bir rüya, herkesin rüyasıdır; kimse uyanmasın.
Hızlı bir çöküşe haklı bir taş fırlatılır bir gün. Dağlardan meydanlara sesler ulaşır, tezahüratlar birbiriyle yarışır, hayaller herkesin gerçekte gördüğü olur. Şaşırmak yasak, şaşkın kalmak ayıp sayılır. Birileri bizi saymıştı, artık onlar saysın kendilerini. Çünkü saymak saldırmaktı, eskiden ve nihayet yeniden.
Haftanın kitap önerisi: Jacques Rancière, Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders / Çeviren: Savaş Kılıç, Metis Yayınları