1990’lı yılların ortaları, bugün rahatlıkla kurabildiğim “çocuk konusu politiktir”, “Çocuk devletle, devletin kurumlarıyla, ideolojiyle ilişkilidir” düşüncesini, ilk anladığım zamanlardı. Çünkü 1990’ların ortaları Kürşat Bumin’in “Batıda Devlet ve Çocuk” adlı kitabı okuduğum zamanlardı.
İki gün önce Kürşat Bumin’in yaşamını kaybettiği haberini alınca hissettiğim hüznün sebebi, hayatta size derinden yol açan cümlelerin sahibinin kaybına dair olduğunu, kitabı yeniden elime alınca anladım.
Elbette ki o yıllarda iz bırakan, yol açan sadece Bumin değildi. Ivan Illıch’in “Okulsuz Toplum”u, Joel Spring’in “Özgür Eğitim”i ve Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagosjisi, Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları ve daha nicesinin izi, yolu var o zamanlardan… Ama Kürşat Bumin’in kitabı sanırım tüm bunları daha iyi anlamam için hayatta her zaman gerekli olan çocuk konusunda tarihsel perspektifi sundu.
1983’de Alan Yayınlarından çıkan, her öldürülen çocuğun ardından içimizden geçirdiğimiz Ece Ayhan’ın Mechul Öğrenci Anıtı şiiri ile başlayan Batıda Devlet ve Çocuk adlı kitabında Bumin “Çocuk ve çocuk eğitimi anlayışının doğurduğu eğitim kurumları toplumlara biçim vermeye çalışan diğer kurumlarla ortak bir tarihe sahiplerdir” der.
“Devletin bütün kurumları; denetimine almaya ve onlarda varlığının temelini bulmaya çalışmasından itibaren okul, ordu, hastane, fabrika, aile gibi kurumlar arasındaki ortak bölen kendisini çok daha belli ediyor” diye de ekler.
Bumin aynı kitapta Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarından (DİA) okulu şöyle özetler: “Okul, kapitalist toplumsal formasyonun üretim ilişkilerinin büyük bir bölümünün yeniden-üretimi işlevini yerine getirmektedir. Okul, tüm toplumsal sınıfların çocuklarını anaokulundan başlayarak alır ve anaokulundan başlayarak, yeni ve eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun etkilere en açık olduğu çağda, aile DİA’sı ve öğretimsel DİA arasında sıkışmış olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış becerileri ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi (ahlak, felsefe, yurttaşlık eğitimi) tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir.”
Bumin; Comte’un “itaat etmek, değerli ve bilge önderler sayesinde davranışlarımızın genel yönetiminin sıkıcı sorumluluğundan kurtulmak ne kadar da rahatlıcıdır” cümlesine referans vererek de şu anda binbir şekliyle hissettiğimiz hiyerarşi üzerine kurulu düzeni açıklar.
Bumine göre “okul giderek çocukları daha küçük yaştan toplayıp daha geç bırakmaya yönelirken, toplumdaki diğer kurumlar da gittikçe okullaşmaktadır. Çocuk -öğrencilerin yaşamlarını yetişkin-öğrenci olarak sürdürmelerini istemektedir. ‘Öğrenmenin yaşı yoktur’, özdeyişi ‘öğrenciliğin yaşı yoktur’a dönüşmekte, ‘yurttaşlık’ öğrencilik karşısında gerilemektedir.
Giderek hakimiyetini kuran ‘sürekli eğitim’ felsefesi çerçevesinde öğrencilik artık yurttaşlığa geçiş için zorunlu görülen bir dönem olmaktan çıkıp, kalıcı bir nitelik kazanmaktadır”.
Bumin; çocukların okulda yurttaştan önce öğrenci olması gibi toplumdaki diğer kurumlarda da yetişkinlerin yurttaştan önce öğrenci olarak kabul edildiğini söyler ve “Okul bu anlamda toplumdaki bu kurumların prototipdir” diye devam eder.
Okulun avlusunun toplumun bütününü içine alabilecek biçimde gittikçe genişlemekte olduğunu söyleyen Bumin kitabını “Burada önemli olan nokta, demokrasinin öğrencilikle birlikte varolmadığıdır. Demokrasiden söz edebilmek için yurttaşlık gereklidir. Çocuk öğrencilerin yurttaş kabul edilemedikleri okulda demokrasinin olmaması gibi, yetişkin öğrencilerinden oluşan ve bir büyük okula dönüşmüş toplumlarda da demokrasiden söz edilmez” cümleleriyle tamamlar.
Ne dersiniz? Bugünleri anlamak için bu cümleler işimize yaramaz mı? Peki ya bugünün mücadele hattını belirlemede bir kere daha yolumuzu aydınlatmaz mı? Kürşat Bumin’e sonsuz şükran ve saygıyla…