Önümüzdeki yazın perdesi, birbirinden bağımsızmış gibi görünen, ama özünde organik bir bütünün parçası olan pek çok gelişmenin aynı anda sahne almasıyla açıldı. Siyaset cephesinde, Sinan Ateş suikastından Yargıtay Başkanı’nın Erdoğan’ın müdahalesinden sonra yapılan 36’ncı turda da seçilememesine, Ayhan Bora Kaplan soruşturmasının yönünün üç polis müdürüne yönelik yeni soruşturmayla “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı isyan” gibi bir mecraya taşınmasına kadar iktidar içi tepişmelerin su yüzüne vurduğu gelişmeler var. Bu gelişmelere yeni Anayasa tartışmaları ve bu tartışmalar üzerinden de açığa çıkan başka bir iç tepişme eşlik ediyor. Tüm bunların üstünde burjuva siyaset kliklerinin “barışma”, “yumuşama” söylem ve girişimleri yaşanıyor. Bölgesel denklem ise oldukça hareketli ve karmaşık.
Karşımızda henüz yönetilemez hale gelmemiş olsa bile her açıdan bir kriz hali var. Burjuva kliklerin, sermayenin “ulusal”-uluslararası kesimlerinin, bölgesel denklemlerin, emperyalist güçlerin plan ve hedeflerine göre şekillenen basınçlarının içinden yürüyerek yol bulmaya çalıştıkları, özellikle derinleşen ekonomik krizle birlikte hareket alanlarının hayli daraldığı bir zeminde cereyan ediyor bu kriz. Zemin kayganlaştıkça ve mevcut iktidar blokunun 31 Mart seçimlerinde büyük bir güç kaybı yaşamasıyla işi daha da zorlaştıkça iç çatışma ve tepişmeler de daha fazla alenileşiyor.
CHP’nin şu anda oynadığı uğursuz rol de bu gerçeklik içinde anlam kazanıyor. Bu krizin en azından toplumsal boyutunu beklentiler yaratarak yönetilir hale getirmek!
Tüm bunlar yaşanırken istikrarı bozulmayan tek şey, o buz gibi soğukluğu, metalik sesi ve bir IMF komiseri edasıyla ortalıkta dolaşan Mehmet Şimşek ve şürekâsının yapıp ettikleri oluyor. Orta Vadeli Program, nam-ı diğer işçi ve emekçilerin canına okuma kılavuzuna dair kanal kanal dolaşan bu teknokratlar, seslerinin kıvrımlarına kadar aynı teraneleri yineleyip durarak emekçileri içecekleri acı ilaca razı gelmeye ikna turları düzenliyor. Son açıklanan “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”, içirilecek o ilacın boynunu gönüllü olarak giyotine sunmakla eşdeğer olduğu anlamına geldiğinin somut ilânı gibi.
Büyük bir gürültüyle açıklanan pakette “kamunun” esas harcamalarının yanına yaklaşılmadı. Ne yap-işlet-devret modeliyle patronlara akıtılan milyarlara dair söz söylendi ne de onlara sunulan kolaylıkların, hibelerin lâfı edildi. Şimşek’in deyimiyle aslında sözünü ettiğimiz bu harcamaların yanında “çerez parası” bile etmeyecek “fazla” araçların satılmasından dem vuruldu. Halkta da büyük tepki çeken bürokratların birkaç makamdan maaş almalarına son verileceği “müjdelendi”. Bunlarsa aşırı lüks ve şatafat karşısında emekçilerde oluşmuş öfkenin gazını alacak atraksiyonlar dışında bir anlam taşımıyor. Kelimenin gerçek anlamıyla buz dağının görünen yüzünden başka bir şey değiller.
Asıl eylemse kamu emekçilerine ve işçi ve emekçilerin toplumsal ihtiyaçlarına yönelik operasyonda; zaten toplumsal ihtiyaçların asgari düzeyde karşılanması sınırının bile gerisine çekilmiş devletin bunlardan tümden el çekmesinde. Ya da rant değeri yüksek devlet arazilerinin sermayeye peşkeş çekilmesinde.
Eğitimde, sağlıkta ve diğer devlet işletmelerinde büyük bir kadro açığı varken, “emekli olanların yerine yenilerinin alınması dışında istihdam yapılmayacak” denilerek “tasarruf” adı altında bu açığın daha da büyütüleceği ilan edildi. Eksik kadroyla çalışan emekçilerin iş yükünün daha da artacağı ve halkın temel ihtiyaçlara ulaşmasının daha da güçleşeceği yani… Bunun aynı zamanda kadrolu çalışma yerine güvencesiz-esnek çalışma modelinin genel çalışma modeli yapılmasında şimdiye kadar aşılan yolda büyük bir etabın daha atlanması anlamına geldiğini de hepimiz biliyoruz.
Kadrolu çalışanların da güvencesiz-esnek çalışanlardan bir farkı kalmayacak zaten. O kadar ki, yılların mücadelesiyle elde edilmiş servis ya da zaten sınırlı sayıdaki lojman hakkının bile gasbedileceğinin ilan edilmesine kadar. Emekçilerin lojmanlarının bulunduğu rant değeri yüksek arazilerin satışa çıkarılacağı söylenirken, onca harcamanın yanında devede kulak bile kalmayacak servis haklarının gaspı bundan başka bir anlam taşımıyor. Yemek haklarının ve diğer giderlerinin evden-esnek çalışma biçimleriyle fiilen gasbedileceği de cabası.
Tek bir çivinin bile çakılmadığı devlet okullarının ya da insan canının sözkonusu olduğu hastanelerin bundan sonra tümden harabeye dönüşeceklerini söylemeyeyse gerek yok.
Tasarruf paketinin özeti aslında önümüzdeki büyük saldırıların fragmanıdır. Asıl saldırılar heybede. Kıdem tazminatının gaspı da var o heybede, güvencesizleştirip-esnekleştirilerek daha derin bir sömürüye sunulacak emek gücü de… Sermayenin maliyet hesaplarına uygun olarak emeğin maliyetini diplere çekmek, buraları uluslararası sermaye için cazibe merkezi haline getirmek için ne gerekiyorsa yapmak da…
Bu böyleyken “yumuşama ”diye diye dolaşan CHP oluşacak tepki ve öfkeyi “makbul eylem” sınırlarında alanlarda toplamaya hazırlanıyor. Ardı ardına birçok miting yapacağını açıklayan CHP’nin o yumuşama teraneleri arasında bir kez bile HDP’li siyasetçilerden, 16 Mayıs’ta görülecek Kobanê karar duruşmasından bahsetmemesi kadar net bir mesaj olamaz. Kobanê Kumpas Davası bir yana, Şenyaşar Ailesi’ni herkesin gözü önünde katleden AKP’li İbrahim Halil Yıldız ve şürekâsının yargılanması, Emine Anne’nin “adalet” talebinin yerine getirilmesi konusunda bile anlamlı bir tek söz yok.
Belli ki önümüz burjuva siyasetinde yeni denklemlerin kurulması sancıları, tepişmeleriyle geçerken, tek istikrar işçi ve emekçilere, mazlum Kürt halkına yönelik saldırılar, işgal ve savaş politikalarında milim değişiklik yapmamakla geçecek! Bu gerçeğe uygun konumlanmak dışında bir seçeneğe meyletmek, daha doğrusu CHP’nin omurgasız dansıyla sarhoş olmak büyük yıkıma baştan teslim olmak anlamı dışında bir anlam taşımıyor.